Türkiye’de Toplumsal Dinamikler - Kurtuluş Kılçer
1 sayfadaki 1 sayfası
Türkiye’de Toplumsal Dinamikler - Kurtuluş Kılçer
Türkiye’de toplumsal dinamikler - Kurtuluş Kılçer
Türkiye’de burjuva siyaseti bir konsolidasyon sürecine mi girdi?
Son on beş yıldır ülke gündeminden düşmeyen düzen içi gerilimler ve düzen içi tartışmalar sonlanıyor mu? Burjuva sınıf siyasetinde bir dizi “çekişme” başlığı devam etse de daha faşizan bir AKP hükümetine doğru mu gidiyoruz? AKP ve başta ordu olmak üzere düzen cephesinde Amerikancılık ekseninde tam bir ortaklık mı kuruldu? Türkiye’de verili toplumsal dinamikler ortadan mı kalkıyor? Kürt toplumsal dinamiği çözülüyor mu?
Yeni bir tartışmayı başlatma zamanı olduğunu düşünüyorum. Ortaya atılan sorular, güncel siyasetin yoğunluğundan çıkılarak daha tarihsel bir çerçeveyle yanıtlanmak durumunda.
Dünyada, kapitalist-emperyalist sistem, son 15 yıldır, kendi emperyal çıkarları için yolunu temizliyor. Irak’ta, Afganistan’da yaşanan budur. Yugoslavya tartışması bitti, İsrail kendini daha güçlü hissediyor, Afrika’da yeni açılımlar gündeme geliyor. Gericilik çağı devam ediyor.
Türkiye’de bugün bu sürecin yaratmış olduğu toplumsal “sorunlar” a neşter atılıyor. Elbetteki burjuva anlamda...
Devrimciler kapitalizmin yaratmış olduğu toplumsal sorunların çözülmesini nasıl değerlendirir sorusunu tek kalemde geçmek gerekiyor. Burjuva çözümler karın doyurmaz. Buralardan bize ekmek çıkmaz. Devrimciler, sömürünün ortadan kalkmadığı, iktidarın sömürücülerden alınmadığı her türlü “açılımı” değerlendirirken sınıf mücadelesini ilerletip ilerletmediğine bakarlar. Bugün kimse bize Kürt sorununda bir çözüm ortaya çıkıyor, ne istiyorsunuz demesin. Bugün Kürtler burjuva çözümle düzene bağlanıyor!
12 Eylül askeri darbesi sonrası Türkiye iki kriz süreci gördü. 1990’larla başlayan ve ortalarına kadar süren bir kriz döneminden sonra 2000-2002 arasında başka bir kriz dönemini de yaşadı. Her ikisinde de ekonomik kriz vardı. Her ikisinde de sermaye siyaseti koalisyon hükümetleri çıkardı. Bu krizlerin pik noktalarından birinde Tansu Çiller, diğerinde Ecevit koalisyon hükümetlerinin başıydı. Birinde sağ, birinde sol... Her iki krizde de işçiler sokaklara çıktı. Her iki krizde işçi sınıfının yanı sıra toplumun başka dinamikleri de hareketlendi. Kürtler, kent yoksulları, öğrenciler... 1995 yılında mahalle dinamiği, 1996 yılında öğrenci dinamiği, bu sürecin bütününde kendini var eden Kürt dinamiği... Krizlerin sonuçlarından biri ilkinde Erbakan, ikincisinde Tayyip hükümetlerinin kurulmasıdır. Türkiye’de dinci siyasetin iktidarı, düzen içi krizlerin sonucu oldu. İlk kriz dalgasi sol partileri doğurdu, ikinci kriz dalgası sol partilerin güçlenmesini... SİP, ÖDP, EMEP 1992-1996 yılları arasında kuruldu. TKP 2001 yılında... Her iki krizde Türkiye yolunu arıyordu. İlk kriz dalgası Sovyetlerin çöküşü sonrası ortaya çıktı. Krizden çıkış için Türki Cumhuriyetler modası çıktı. Tutmadı. İkinci kriz dalgası emperyalizmin bölgesel savaşlara giriştiği döneme denk geldi. Tam da bu dönemde anayasa kitapçığı fırlatıldı. Irak işgaline “ikircikli” bakması nedeniyle koparılan fırtınayla birlikte Ecevit’in “ayağı kaydırıldı”. İkinci kriz dalgasında amerikan siyasetinin kuyruğuna takılma...
İktisadin krizin yanı sıra siyasi krizlerin ve hatta ideolojik krizin yaşandığı 1990-2005 yılları arası, hem burjuva siyasetinde hem de toplumsal dokuda önemli değişiklikler oldu. Bu 15 yıllık yoğun dönem ile bugünü karşılaştırdığımızda ortak nokların yanı sıra farklılıkları da belirlemek gerekiyor.
İktisadi kriz bugün de var...
Ancak temel fark, burjuva siyaseti 12 Eylül’den bugüne çok yol aldı. Bugün düzen içi gerilimler devam etmekle beraber Türkiye’de siyasi kriz tartışmaları yapılmıyor. Hele hele bugün burjuva siyasetine baktığımızda ideolojik bir kriz şöyle dursun neo-osmanlıcılık denilen bir yol haritası ortaya çıkmış bulunuyor.
AKP tek başına iktidar. Bugün düzen içi gerilimler, AKP lehine, tek tek çözülmektedir. Emperyalizmin bölgesi planlarında alınacak rol daha belirgin. Burjuva siyaseti toplumsal alanda bölünmüş değil, tersine belli bir çoğunluğu ve merkezi oluşturuyor. İktisadi krizin olası sonuçlarını göğüslemek konusunda AKP daha güçlü görünüyor.
Böyle bir tabloyu iyi okumak gerekiyor. Türkiye kapitalizmi 12 Eylül’den sonra belli bir mesafe katetti.
1950’lerle birlikte ortaya çıkan köylerden kente göç dalgası yeni gelişen Türkiye kapitalizmi için, Türkiye sanayisi için nesnel bir ihtiyaçtı. İşçi sınıfı, toplumsal bir güç haline geldi. Büyük kentler başta olmak üzere işçi sınıfını gelişmesi, büyümesi, örgütlenmesi bu nesnel sürecin bir parçasıdır. Türkiye solu 1960-1980 arasında bu toplumsal dinamik üzerinde büyüdü. DİSK’in kuruluşu, işçi mahallelerinde solun büyümesi, düzenin nesnel ihtiyacı aynı zamanda siyasal sorunu haline gelmişti.
90’larda gerçekleşen göç dalgası, Özal dönemiyle beraber dinci siyasi hareketin toplumsal tabanı oldu.
80 yıldır Kürt sorunu, tarihsel bir sorun olarak varlığını hep korudu. 90’ların ortasında Kürt sorunu toplumsal bir dinamik olarak Türkiye siyasetinde siyasi krizin temel dayanaklarından biriydi.
Bugün Kürt toplumsal dinamiği bir çözülmeye doğru gidiyor. Ya da Türkiye kapitalizmi uluslarası emperyalist yeni düzenlemeyle bu dinamiği masederek, düzene bağlamanın yollarını arıyor. Bunun için sistem çözülürken, Kürt toplumsal dinamiği de çözülmeye uğrayacak, uğruyor.
12 Eylül öncesi işçi sınıfı düzen siyasetinde kopma noktasına gelebilmişken bugün düzenin iktidar partisinin yedeğinde sendikalar güçlendi. Dinci sendikal hareket, işçi sınıfı örgütlenmesinde karşımızda duruyor.
Gençlik, bu gericilik çağında muhalif olmayı mı seçecek yoksa gerici-tarikat örgütlenmesinin bir parçası olarak dimanizmini “neo-osmanlıcılığa” mı taşıyacak?
Kent yoksulları, aleviler, işçiler, gençlik, aydınlar, kürt yoksulları, işsizler, işçi sınıfı, tekelleşmenin sonuçlarını yaşayan küçük-burjuvalar... Kapitalizmin sömürü çarklarında, kapitalizmin eşitsiz ve adaletsiz yapısında toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan bu toplumsal güçler önümüzdeki dönem nasıl bir konumlanış içerisine girecekler?
Bu açıdan ne ezbere konuşmak gerekiyor, ne de “ezberimizi bozmamız”. Ezbere konuşmak, gelişen Türkiye kapitalizmini ve değişen düzen siyasetini anlamamaktır. Ezberimizi bozmamak ise bütün bu sürecin sınıf mücadelelerin bir parçası olarak yeni çelişkilere gebe olmasıdır. Sol, yeni olana gözünü dikmelidir.
Dışa bağımlı, borçlu, yoksulluğun ve işsizliğin arttığı, savaş ve bölgesel belirsizliklerin sürdüğü bir ortamda yeniden yapılanmaya çalışan bir ülkede toplumsal dinamikler ne yönde gelişir? Bunu tartışmanın zamandır.
Türkiye’de burjuva siyaseti bir konsolidasyon sürecine mi girdi?
Son on beş yıldır ülke gündeminden düşmeyen düzen içi gerilimler ve düzen içi tartışmalar sonlanıyor mu? Burjuva sınıf siyasetinde bir dizi “çekişme” başlığı devam etse de daha faşizan bir AKP hükümetine doğru mu gidiyoruz? AKP ve başta ordu olmak üzere düzen cephesinde Amerikancılık ekseninde tam bir ortaklık mı kuruldu? Türkiye’de verili toplumsal dinamikler ortadan mı kalkıyor? Kürt toplumsal dinamiği çözülüyor mu?
Yeni bir tartışmayı başlatma zamanı olduğunu düşünüyorum. Ortaya atılan sorular, güncel siyasetin yoğunluğundan çıkılarak daha tarihsel bir çerçeveyle yanıtlanmak durumunda.
Dünyada, kapitalist-emperyalist sistem, son 15 yıldır, kendi emperyal çıkarları için yolunu temizliyor. Irak’ta, Afganistan’da yaşanan budur. Yugoslavya tartışması bitti, İsrail kendini daha güçlü hissediyor, Afrika’da yeni açılımlar gündeme geliyor. Gericilik çağı devam ediyor.
Türkiye’de bugün bu sürecin yaratmış olduğu toplumsal “sorunlar” a neşter atılıyor. Elbetteki burjuva anlamda...
Devrimciler kapitalizmin yaratmış olduğu toplumsal sorunların çözülmesini nasıl değerlendirir sorusunu tek kalemde geçmek gerekiyor. Burjuva çözümler karın doyurmaz. Buralardan bize ekmek çıkmaz. Devrimciler, sömürünün ortadan kalkmadığı, iktidarın sömürücülerden alınmadığı her türlü “açılımı” değerlendirirken sınıf mücadelesini ilerletip ilerletmediğine bakarlar. Bugün kimse bize Kürt sorununda bir çözüm ortaya çıkıyor, ne istiyorsunuz demesin. Bugün Kürtler burjuva çözümle düzene bağlanıyor!
12 Eylül askeri darbesi sonrası Türkiye iki kriz süreci gördü. 1990’larla başlayan ve ortalarına kadar süren bir kriz döneminden sonra 2000-2002 arasında başka bir kriz dönemini de yaşadı. Her ikisinde de ekonomik kriz vardı. Her ikisinde de sermaye siyaseti koalisyon hükümetleri çıkardı. Bu krizlerin pik noktalarından birinde Tansu Çiller, diğerinde Ecevit koalisyon hükümetlerinin başıydı. Birinde sağ, birinde sol... Her iki krizde de işçiler sokaklara çıktı. Her iki krizde işçi sınıfının yanı sıra toplumun başka dinamikleri de hareketlendi. Kürtler, kent yoksulları, öğrenciler... 1995 yılında mahalle dinamiği, 1996 yılında öğrenci dinamiği, bu sürecin bütününde kendini var eden Kürt dinamiği... Krizlerin sonuçlarından biri ilkinde Erbakan, ikincisinde Tayyip hükümetlerinin kurulmasıdır. Türkiye’de dinci siyasetin iktidarı, düzen içi krizlerin sonucu oldu. İlk kriz dalgasi sol partileri doğurdu, ikinci kriz dalgası sol partilerin güçlenmesini... SİP, ÖDP, EMEP 1992-1996 yılları arasında kuruldu. TKP 2001 yılında... Her iki krizde Türkiye yolunu arıyordu. İlk kriz dalgası Sovyetlerin çöküşü sonrası ortaya çıktı. Krizden çıkış için Türki Cumhuriyetler modası çıktı. Tutmadı. İkinci kriz dalgası emperyalizmin bölgesel savaşlara giriştiği döneme denk geldi. Tam da bu dönemde anayasa kitapçığı fırlatıldı. Irak işgaline “ikircikli” bakması nedeniyle koparılan fırtınayla birlikte Ecevit’in “ayağı kaydırıldı”. İkinci kriz dalgasında amerikan siyasetinin kuyruğuna takılma...
İktisadin krizin yanı sıra siyasi krizlerin ve hatta ideolojik krizin yaşandığı 1990-2005 yılları arası, hem burjuva siyasetinde hem de toplumsal dokuda önemli değişiklikler oldu. Bu 15 yıllık yoğun dönem ile bugünü karşılaştırdığımızda ortak nokların yanı sıra farklılıkları da belirlemek gerekiyor.
İktisadi kriz bugün de var...
Ancak temel fark, burjuva siyaseti 12 Eylül’den bugüne çok yol aldı. Bugün düzen içi gerilimler devam etmekle beraber Türkiye’de siyasi kriz tartışmaları yapılmıyor. Hele hele bugün burjuva siyasetine baktığımızda ideolojik bir kriz şöyle dursun neo-osmanlıcılık denilen bir yol haritası ortaya çıkmış bulunuyor.
AKP tek başına iktidar. Bugün düzen içi gerilimler, AKP lehine, tek tek çözülmektedir. Emperyalizmin bölgesi planlarında alınacak rol daha belirgin. Burjuva siyaseti toplumsal alanda bölünmüş değil, tersine belli bir çoğunluğu ve merkezi oluşturuyor. İktisadi krizin olası sonuçlarını göğüslemek konusunda AKP daha güçlü görünüyor.
Böyle bir tabloyu iyi okumak gerekiyor. Türkiye kapitalizmi 12 Eylül’den sonra belli bir mesafe katetti.
1950’lerle birlikte ortaya çıkan köylerden kente göç dalgası yeni gelişen Türkiye kapitalizmi için, Türkiye sanayisi için nesnel bir ihtiyaçtı. İşçi sınıfı, toplumsal bir güç haline geldi. Büyük kentler başta olmak üzere işçi sınıfını gelişmesi, büyümesi, örgütlenmesi bu nesnel sürecin bir parçasıdır. Türkiye solu 1960-1980 arasında bu toplumsal dinamik üzerinde büyüdü. DİSK’in kuruluşu, işçi mahallelerinde solun büyümesi, düzenin nesnel ihtiyacı aynı zamanda siyasal sorunu haline gelmişti.
90’larda gerçekleşen göç dalgası, Özal dönemiyle beraber dinci siyasi hareketin toplumsal tabanı oldu.
80 yıldır Kürt sorunu, tarihsel bir sorun olarak varlığını hep korudu. 90’ların ortasında Kürt sorunu toplumsal bir dinamik olarak Türkiye siyasetinde siyasi krizin temel dayanaklarından biriydi.
Bugün Kürt toplumsal dinamiği bir çözülmeye doğru gidiyor. Ya da Türkiye kapitalizmi uluslarası emperyalist yeni düzenlemeyle bu dinamiği masederek, düzene bağlamanın yollarını arıyor. Bunun için sistem çözülürken, Kürt toplumsal dinamiği de çözülmeye uğrayacak, uğruyor.
12 Eylül öncesi işçi sınıfı düzen siyasetinde kopma noktasına gelebilmişken bugün düzenin iktidar partisinin yedeğinde sendikalar güçlendi. Dinci sendikal hareket, işçi sınıfı örgütlenmesinde karşımızda duruyor.
Gençlik, bu gericilik çağında muhalif olmayı mı seçecek yoksa gerici-tarikat örgütlenmesinin bir parçası olarak dimanizmini “neo-osmanlıcılığa” mı taşıyacak?
Kent yoksulları, aleviler, işçiler, gençlik, aydınlar, kürt yoksulları, işsizler, işçi sınıfı, tekelleşmenin sonuçlarını yaşayan küçük-burjuvalar... Kapitalizmin sömürü çarklarında, kapitalizmin eşitsiz ve adaletsiz yapısında toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan bu toplumsal güçler önümüzdeki dönem nasıl bir konumlanış içerisine girecekler?
Bu açıdan ne ezbere konuşmak gerekiyor, ne de “ezberimizi bozmamız”. Ezbere konuşmak, gelişen Türkiye kapitalizmini ve değişen düzen siyasetini anlamamaktır. Ezberimizi bozmamak ise bütün bu sürecin sınıf mücadelelerin bir parçası olarak yeni çelişkilere gebe olmasıdır. Sol, yeni olana gözünü dikmelidir.
Dışa bağımlı, borçlu, yoksulluğun ve işsizliğin arttığı, savaş ve bölgesel belirsizliklerin sürdüğü bir ortamda yeniden yapılanmaya çalışan bir ülkede toplumsal dinamikler ne yönde gelişir? Bunu tartışmanın zamandır.
Similar topics
» Türkiye'de Devrim Nasıl Olur?
» Türkiye'de İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları: "Anayasanın Bittiği Yer"
» Türkiye'de İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları: "Anayasanın Bittiği Yer"
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz