Kepler, Marx ve Kriz - Erhan Nalçacı
1 sayfadaki 1 sayfası
Kepler, Marx ve Kriz - Erhan Nalçacı
Kepler, Marx ve Kriz - Erhan Nalçacı
Kepler’in bilime çok özlü bir katkısı olmuştur. Kepler’in yaşadığı 17. yüzyılda Copernicus’un güneş sistemi modeli entelektüeller arasında giderek yaygınlık kazanmıştı. Dünya merkezli modeli tahtından indiren Copernicus modeli gezegenlerin güneşin etrafındaki dairesel yörüngelerinde sabit hızda hareket ettiğini ileri sürüyordu. Copernicus modelinde gezegenlerin neden hareket ettiğine ilişkin görüşler oldukça ****fizikti. Kepler derin soyutlama yeteneğiyle bilime dinamik bir yöntem kazandırdı. Kepler’e göre gezegenler daire değil, elips bir yörüngede hareket ediyorlardı ve hızları sabit değil, sürekli değişiyordu. Kepler, güneşe yaklaşıp uzaklaşmasına bağlı olarak gezegenlerin yörüngedeki hızlarının değiştiğini ve maddeler arasındaki etkileşimin hareketi belirlediğine ilişkin sezgileri kural haline getiren ilk kişi olmuştu.
Benzer bir etkiyi Marx toplumsal hareketin anlaşılmasında yaptı. Toplumsal hareketin taşıdığı dinamizmi ilk kez kurallaştıran Marx oldu. Marx sadece kapitalizmin nasıl işlediğini çözmedi, tarihsel ilerlemenin kurallarını da keşfetti.
Ancak düşünce yöntemimize yapılan tüm bu katkılara rağmen insanların statik düşünmekten kurtulduğunu söylemek mümkün değil. Süreçleri statik olarak kavramanın son dönemdeki en belirgin örneği halen içinde bulunduğumuz krizin algılanışıdır. Bu yaklaşımda, tıpkı Copernicus’un öngördüğü sabit hızda dairesel harekete benzer şekilde, kapitalizm krizlere girmekte ve çıkmaktadır. Bu benzer genlikler taşıyan doğal bir salınımdır.
Oysa Marx sadece kapitalizmin krizlere yol açan doğasını açıklamakla kalmamıştır aynı zamanda krizlerin süreç içinde niteliğinin değişeceğine ilişkin dinamik bir model öngörmüştür. Kapitalizm başından itibaren, planlama kabul etmeyen, kâr peşinde koşan bağımsız sermaye gruplarının yarattığı üretim anarşisi nedeniyle krizlere gebe bir üretim tarzıdır. Marx bu özelliğe eşlik eden ve zamana bağlı olarak krizlerin niteliğini değiştiren bir kural ileri sürmüştür. Bu kural; kapitalistler arası rekabet nedeniyle birim ****nın fiyatını azaltma gereksiniminden kaynaklanır. Bunun yapılabilmesi için canlı sermaye başına düşen cansız sermaye sürekli olarak artacak, bu ise zaman içinde kâr oranlarında düşmeye neden olacaktır. Kâr oranlarındaki azalma krizlerin asıl nedeni haline gelecektir, ancak bu sürekli bir eğilim olduğundan krizler giderek derinleşecek, yaygınlığı ve ağırlığı artacaktır.
Gerçekten içinde bulunduğumuz kriz 1970’li yıllardan başlamak üzere üretim sektöründe kâr oranlarının sürekli olarak düşme eğilimi göstermesi nedeniyledir. Son iki yıldır bu düşmeyi telafi eden ve mali sermayenin geliştirdiği sahte ve asalak mekanizmaların iflas etmesi nedeniyle derin bir çöküş yaşanmaktadır. Bu çöküş 1929 kriziyle karşılaştırılamaz. Sadece 1929’a göre kapitalizm tüm dünyaya yayıldığı için değil, canlı sermayeye oranla cansız sermayenin geldiği düzeyin niteliği nedeniyle de karşılaştırmak mümkün değildir. Bu oran artık ancak sosyalist üretim ilişkilerinin kaldırabileceği bir orandır.
Aslında Marx, içinde bulunduğumuz kapitalizmin krizinin dinamik yanına işaret etmekle kalmamış ve en genel biçimde, bütün üretim tarzı değişikliklerine genellenebilecek şekilde soyutlamıştır. Marx’a göre; üretici güçlerin gelişimi mevcut üretim ilişkileri tarafından engellendiğinde bir buhran ve bir alt üst oluş dönemi başlar. Üretici güçlerin üreten donanımlı insanı da kapsadığı düşünülürse; içinde bulunduğumuz gericilik dönemi daha iyi anlaşılacaktır. Kapitalizmin hiçbir döneminde emekçiler bu kadar gericiliğe mahkum edilmemişlerdi. Başka bir deyişle kapitalizm hiçbir zaman karşısında bu kadar zafer kazandığı feodalizmin üst yapı kurumlarına sarılmamıştı. Hiçbir zaman bu kadar insan aklına düşman olmamıştı. İktidar ve muhalefet partilerinin çarşaf yarışı başka nasıl açıklanabilir?
İçinde bulunduğumuz kriz dönemi aynı zamanda bir alt üst oluş dönemidir. İnsanlık önüne koyduğu bu sorunu aşacak, sosyalizme doğru şimdiye kadar görülmedik büyüklükte bir adım atacaktır. Bu görece yakın zaman dilimleri içinde çeşitli uluslarda arka arkaya patlayan işçi sınıfı devrimleri ile gerçekleşecektir.
Ancak unutmamız gereken başka bir şey var. Emperyalizm emekçi sınıflara yaşatabileceği en karanlık günleri henüz göstermedi. Koyusunun koyusuna hazır olmalıyız. Sosyalizmi kuracak olan kadrolar, bu karanlıkta işçi sınıfı siyasetine, öznenin aklına ve örgütlülüğüne güvenenler olacaktır. Zaferi bu güvenle yaşayanların direnci getirecektir.
Kepler’in bilime çok özlü bir katkısı olmuştur. Kepler’in yaşadığı 17. yüzyılda Copernicus’un güneş sistemi modeli entelektüeller arasında giderek yaygınlık kazanmıştı. Dünya merkezli modeli tahtından indiren Copernicus modeli gezegenlerin güneşin etrafındaki dairesel yörüngelerinde sabit hızda hareket ettiğini ileri sürüyordu. Copernicus modelinde gezegenlerin neden hareket ettiğine ilişkin görüşler oldukça ****fizikti. Kepler derin soyutlama yeteneğiyle bilime dinamik bir yöntem kazandırdı. Kepler’e göre gezegenler daire değil, elips bir yörüngede hareket ediyorlardı ve hızları sabit değil, sürekli değişiyordu. Kepler, güneşe yaklaşıp uzaklaşmasına bağlı olarak gezegenlerin yörüngedeki hızlarının değiştiğini ve maddeler arasındaki etkileşimin hareketi belirlediğine ilişkin sezgileri kural haline getiren ilk kişi olmuştu.
Benzer bir etkiyi Marx toplumsal hareketin anlaşılmasında yaptı. Toplumsal hareketin taşıdığı dinamizmi ilk kez kurallaştıran Marx oldu. Marx sadece kapitalizmin nasıl işlediğini çözmedi, tarihsel ilerlemenin kurallarını da keşfetti.
Ancak düşünce yöntemimize yapılan tüm bu katkılara rağmen insanların statik düşünmekten kurtulduğunu söylemek mümkün değil. Süreçleri statik olarak kavramanın son dönemdeki en belirgin örneği halen içinde bulunduğumuz krizin algılanışıdır. Bu yaklaşımda, tıpkı Copernicus’un öngördüğü sabit hızda dairesel harekete benzer şekilde, kapitalizm krizlere girmekte ve çıkmaktadır. Bu benzer genlikler taşıyan doğal bir salınımdır.
Oysa Marx sadece kapitalizmin krizlere yol açan doğasını açıklamakla kalmamıştır aynı zamanda krizlerin süreç içinde niteliğinin değişeceğine ilişkin dinamik bir model öngörmüştür. Kapitalizm başından itibaren, planlama kabul etmeyen, kâr peşinde koşan bağımsız sermaye gruplarının yarattığı üretim anarşisi nedeniyle krizlere gebe bir üretim tarzıdır. Marx bu özelliğe eşlik eden ve zamana bağlı olarak krizlerin niteliğini değiştiren bir kural ileri sürmüştür. Bu kural; kapitalistler arası rekabet nedeniyle birim ****nın fiyatını azaltma gereksiniminden kaynaklanır. Bunun yapılabilmesi için canlı sermaye başına düşen cansız sermaye sürekli olarak artacak, bu ise zaman içinde kâr oranlarında düşmeye neden olacaktır. Kâr oranlarındaki azalma krizlerin asıl nedeni haline gelecektir, ancak bu sürekli bir eğilim olduğundan krizler giderek derinleşecek, yaygınlığı ve ağırlığı artacaktır.
Gerçekten içinde bulunduğumuz kriz 1970’li yıllardan başlamak üzere üretim sektöründe kâr oranlarının sürekli olarak düşme eğilimi göstermesi nedeniyledir. Son iki yıldır bu düşmeyi telafi eden ve mali sermayenin geliştirdiği sahte ve asalak mekanizmaların iflas etmesi nedeniyle derin bir çöküş yaşanmaktadır. Bu çöküş 1929 kriziyle karşılaştırılamaz. Sadece 1929’a göre kapitalizm tüm dünyaya yayıldığı için değil, canlı sermayeye oranla cansız sermayenin geldiği düzeyin niteliği nedeniyle de karşılaştırmak mümkün değildir. Bu oran artık ancak sosyalist üretim ilişkilerinin kaldırabileceği bir orandır.
Aslında Marx, içinde bulunduğumuz kapitalizmin krizinin dinamik yanına işaret etmekle kalmamış ve en genel biçimde, bütün üretim tarzı değişikliklerine genellenebilecek şekilde soyutlamıştır. Marx’a göre; üretici güçlerin gelişimi mevcut üretim ilişkileri tarafından engellendiğinde bir buhran ve bir alt üst oluş dönemi başlar. Üretici güçlerin üreten donanımlı insanı da kapsadığı düşünülürse; içinde bulunduğumuz gericilik dönemi daha iyi anlaşılacaktır. Kapitalizmin hiçbir döneminde emekçiler bu kadar gericiliğe mahkum edilmemişlerdi. Başka bir deyişle kapitalizm hiçbir zaman karşısında bu kadar zafer kazandığı feodalizmin üst yapı kurumlarına sarılmamıştı. Hiçbir zaman bu kadar insan aklına düşman olmamıştı. İktidar ve muhalefet partilerinin çarşaf yarışı başka nasıl açıklanabilir?
İçinde bulunduğumuz kriz dönemi aynı zamanda bir alt üst oluş dönemidir. İnsanlık önüne koyduğu bu sorunu aşacak, sosyalizme doğru şimdiye kadar görülmedik büyüklükte bir adım atacaktır. Bu görece yakın zaman dilimleri içinde çeşitli uluslarda arka arkaya patlayan işçi sınıfı devrimleri ile gerçekleşecektir.
Ancak unutmamız gereken başka bir şey var. Emperyalizm emekçi sınıflara yaşatabileceği en karanlık günleri henüz göstermedi. Koyusunun koyusuna hazır olmalıyız. Sosyalizmi kuracak olan kadrolar, bu karanlıkta işçi sınıfı siyasetine, öznenin aklına ve örgütlülüğüne güvenenler olacaktır. Zaferi bu güvenle yaşayanların direnci getirecektir.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz