Marksizm - Leninizm'den Sapmaların, Burjuvaziyle Buluştuğu Nokta
1 sayfadaki 1 sayfası
Marksizm - Leninizm'den Sapmaların, Burjuvaziyle Buluştuğu Nokta
Marksizm-Leninizm'den Sapmaların, Burjuvaziyle Buluştuğu Nokta
Burjuvazi, sosyalizm düşüncesi ortaya çıktığından bu yana sosyalizme saldırıyor. Bu saldırı çoğu kez sosyalist önderler üzerinden yapılmıştır. Marks "acımasız", Lenin "diktatör"dür. Fakat ideolojik, propagandif saldırı esas olarak 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında "soğuk savaş" adı verilen dönemde yoğunlaşmıştır. Sosyalist sistemin yıkılmasının ardından iddialardan biri de "soğuk savaş"ın sona erdiğiydi. Hayır, "soğuk savaş" sona ermemiştir; çünkü emperyalizmin ideolojik, propagandif saldırıları, tüm hızıyla sürmektedir. Bugün gelmiş geçmiş ve halen süren sosyalist rejimlerin tümünü "insanlık suçu işleyen" rejimler olarak ilan etmek için yapılan girişimler, aynen "soğuk savaş" döneminin söylem ve argümanlarıyla sürdürülmektedir.
Sosyalist rejimler, "totaliter rejim"lermiş. Hitler diktatörlüğüyle, "Stalin diktatörlüğü" arasında hiçbir fark yokmuş.
Marksist-Leninistler, teorik ve ideolojik açıdan bunu tartışmaya bile değer bulmazlar. Çünkü, proletarya diktatörlüğü, ezilen çoğunluğun demokratik iktidarı olduğu için, en gelişmiş burjuva demokrasisinden daha demokratiktir. Burjuva demokrasisiyle, proletarya demokrasisi arasında, "hangisi daha demokratik?" diye bir kıyas yapılamaz. Fakat sözkonusu olan burjuvazinin demagojilerinin cevapsız bırakılmamasıdır.
Emperyalizmin sosyalizme karşı sürdürdüğü "soğuk savaş"ın temel söylemleri "hür dünya" ve "demir perde/komünist diktatörlük" demagojileridir.
2. Paylaşım Savaşı sonrasında, Naziler'in yaptıkları vahşetler, uyguladığı faşist diktatörlük, tüm canlılığıyla hala halkların gözü önündedir. Faşizme nefret, dünyayı faşizm belasından kurtaran sosyalizme sempatiye dönüşmektedir. Emperyalizm işte bu gelişmenin önünü kesmek için, halkların faşizme karşı nefretini, sosyalistlerin üzerine yöneltmeyi denemiş ve bunun için de "faşist ve komünist diktatörlükler", "Hitler ve Stalin gibi diktatörler" söylemini propagandasının odağına yerleştirmiştir.
Stalin-Hitler benzetmeleri, Auswitch, Dachau gibi Nazi toplama kamplarıyla "Gulag Takımadaları, Sibirya" arasında kurulan paralellikler, "Hitler de, Stalin de mulaliflerini boğdurmadı mı" demagojisi, toplu katliamcılık benzeştirmesi ("Hitler'in Yahudiler'e yaptığını, Stalin de Kırım Türkleri'ne ve Ukrayna Kazakları'na yapmadı mı?) tarzındaki benzeştirmeler, o dönemin en sık kullanılan propagandalarıdır.
İşte Avrupa Parlamentosu'na sunulan öneride de bunlar var.
Bu saldırılarda Stalin hedeftir; çünkü, sosyalist politika Stalin şahsında somutlanmıştır; Stalin önderliğinde Sovyetler'de sosyalizm gelişiyor, sosyalist gelişme kapitalizmin yüzünü açığa çıkarıyor, dünya çapında ulusal ve sosyal kurtuluş savaşları yaygınlaşıyordu.
Saldırı sosyalizmeydi, Stalin'in hedef seçilmesinde belirleyici neden, sosyalizmin onun kişiliğinde somutlanması olduğu kadar, bir etken daha vardı. O da dünya solu içinde "Stalin karşıtı" bir muhalefetin varlığıydı. Böyle bir muhalefetin varlığı, emperyalizme büyük bir avantaj sağlıyordu.
Stalin'e ister sağdan, ister emperyalizm cephesinden yöneltilen saldırılara bakın; önce Stalin hedeflenir ama hemen arkasından Lenin'e saldırılır, arkasından Marks'a ve bizzat sosyalizmin kendisine. Burjuvazinin sosyalizme saldırılarıyla, "anti-Stalincilik'in" saldırıları, aynı noktalara yönelmiştir hep. Bunların başında "proletarya diktatörlüğü" gelir.
Böyle olduğu için, anti-Marksist/Leninist sapmaların, Stalin düşmanlığı ve proletarya diktatörlüğü reddiyesi, burjuvazinin saldırılarıyla çakışmıştır. Öyle ki çoğu zaman burjuvazi saldırı malzemesini bu kesimlerden toplamıştır. Çakışma noktasının adı da çoğunlukla Troçkizm'dir.
Anti-Stalinizm, 1925'lerden itibaren, uluslararası sosyalist harekette Troçkizm denen (ama aslında bir çerçevesi de olmayan) sapma içinde varlığını sürdürmüştür. Ancak anti-Stalinizm, aslında Troçkizm'in anti-Marksist, anti-Leninist ve anti-Bolşevik tutumunun o günkü maskesidir. Doğrudan Marks'a veya Bolşevizm'e yönelmeyi pragmatik bulmayan Troçkizm, Stalin'e yönelmiştir. 1925'e kadar yürüttüğü anti-Marksist, anti-Leninist, anti-Bolşevik muhalefetini anti-Stalinist bir maskeyle sürdürmeye başlamıştır.
Ne var ki, Troçkizm'in bu pragmatik hesabı tutmamıştır. Tam tersine, gerek Stalin önderliğinde sosyalizmin inşasının devasa mesafeler katetmesi, gerekse de faşizme karşı mücadelede Stalin önderliğinde büyük zaferler kazanılması nedeniyle, "anti-Stalincilik" Troçkizm'e fazla bir yarar sağlamamış, sadece çeşitli ülkelerde anti-Stalinistlikleri'nin karşılığında emperyalizmin, burjuvazinin icazetini kazanmışlardır.
Bu nedenle Troçkizm, onyıllarca, dünyada sesi soluğu kesilmiş, hiçbir gelişme kaydedemeyen bir halde, sosyalist hareket içinde de ciddiye alınmayan bir akım durumunda kalmıştır. (Ülkemizde de bir varlıkları olmamıştır.)
Troçkizm'i yeniden gündeme taşıyan iki dönüm noktası vardır; birincisi, emperyalizmin 2. Paylaşım Savaşı'ndan sonraki "soğuk savaşı", ikincisi, sosyalist sistemin yıkılmasından sonraki ideolojik saldırısı. Emperyalist saldırının yarattığı ortam, ideolojik kaos, Troçkizm'e doğrudan ve dolaylı gelişme imkanı sağlamıştır. Birçok yerde Troçkizm, burjuvazinin devrimci gelişmeyi engellemek için himaye ettiği, alan açtığı bir güç haline gelmiştir.
Avrupa Parlamentosu'na verilen son öneride olduğu gibi, emperyalistlerin doğrudan sosyalizme, komünizme yönelik saldırıları karşısında Troçkistler'in ve gıdasını Troçkizm'inden alan sol kesimlerin hiçbir tepki göstermeyişi, çarpıcı ve anlamlıdır.
Troçkizm uzun dönemler boyunca kendisi bir güç olamamıştır ama, her türlü yılgınlık, düzeniçileşme, ideolojik gıdasını Troçkizm'den almıştır.
Stalin'e yönelik saldırılar, ülkemiz solunda da daha 12 Eylül öncesinde yansımasını bulmuştur. Stalin'e yönelik saldırıların ülkemizdeki bayraktarlığını yapanların başında Birikim, Aybar'ın güleryüzlü sosyalizmcileri ve az sayıdaki Troçkist vardır.
Fakat anti-Stalincilik yine de 12 Eylül öncesinde pek popülerleşemedi. Ülkemizde anti-Stalincilik'in revaçta hale geldiği süreç, 12 Eylül sonrasının yenilgi ve bozgun sürecidir.
İdeolojik olarak teslim olanlar, anti-Stalincilik'i keşfettiler. Tabii bunun ardından proletarya diktatörlüğünün reddedilmesi, Leninist örgütlenme modelinin reddedilmesi, "özgürlükçü sosyalizm" gibi tanımlar birbiri ardına sökün etti. Hep olduğu gibi, Stalin'le başlayan eleştiriler, devrimin, sosyalizmin, Marksizm-Leninizm'in külliyen inkarına vardı.
12 Eylül öncesinin tescilli reformist ve revizyonistlerinin kullandığı "hürriyetçi ve güler yüzlü sosyalizm", "demokratik sosyalizm" deyişleri, “özgürlükçü sosyalizm" olarak yeniden üretildi. Özgürlükçü sosyalizm, anti-Stalincilik'in söylemidir. Ve aynı zamanda burjuvazinin empoze ettiği bir söylemdir. Özgürlükçü sosyalizm deyimi, sosyalist rejimleri "totaliter rejim" olarak ilan etmenin başka bir biçimidir. Ve işte bu noktada "sol"dan emperyalizmin 70 küsür yıldır sosyalizme karşı sürdürdüğü saldırıya yedeklenilmektedir.
Bu yedeklenme de "kendiliğinden" değil, aslında siyasi tercihlerin, başka deyişle düzeniçileşmenin sonucudur. Bu tercihle birlikte 70 yıllık Troçkist tezler, sanki sosyalizme dair çok yeni şeyler söyleniyormuş gibi, keşfedildi. Daha o zamanlar şunu söyledik: "Bütün anti-Stalinistler bir noktada birleşirler: Hepsinin görüşlerinin temelinde 'devrim' diye bir sorunlarının olmaması yatar."
Bugün soldan "anti-Stalinizm" korosuna katılanlara bakın; hepsinin devrim diye bir sorunlarının olmadığını göreceksiniz. Proletarya diktatörlüğünün reddedildiği, Leninist örgütün reddedildiği yerde, devrim ve sosyalizm de reddedilmiştir zaten.
Burjuvazi, sosyalizm düşüncesi ortaya çıktığından bu yana sosyalizme saldırıyor. Bu saldırı çoğu kez sosyalist önderler üzerinden yapılmıştır. Marks "acımasız", Lenin "diktatör"dür. Fakat ideolojik, propagandif saldırı esas olarak 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında "soğuk savaş" adı verilen dönemde yoğunlaşmıştır. Sosyalist sistemin yıkılmasının ardından iddialardan biri de "soğuk savaş"ın sona erdiğiydi. Hayır, "soğuk savaş" sona ermemiştir; çünkü emperyalizmin ideolojik, propagandif saldırıları, tüm hızıyla sürmektedir. Bugün gelmiş geçmiş ve halen süren sosyalist rejimlerin tümünü "insanlık suçu işleyen" rejimler olarak ilan etmek için yapılan girişimler, aynen "soğuk savaş" döneminin söylem ve argümanlarıyla sürdürülmektedir.
Sosyalist rejimler, "totaliter rejim"lermiş. Hitler diktatörlüğüyle, "Stalin diktatörlüğü" arasında hiçbir fark yokmuş.
Marksist-Leninistler, teorik ve ideolojik açıdan bunu tartışmaya bile değer bulmazlar. Çünkü, proletarya diktatörlüğü, ezilen çoğunluğun demokratik iktidarı olduğu için, en gelişmiş burjuva demokrasisinden daha demokratiktir. Burjuva demokrasisiyle, proletarya demokrasisi arasında, "hangisi daha demokratik?" diye bir kıyas yapılamaz. Fakat sözkonusu olan burjuvazinin demagojilerinin cevapsız bırakılmamasıdır.
Emperyalizmin sosyalizme karşı sürdürdüğü "soğuk savaş"ın temel söylemleri "hür dünya" ve "demir perde/komünist diktatörlük" demagojileridir.
2. Paylaşım Savaşı sonrasında, Naziler'in yaptıkları vahşetler, uyguladığı faşist diktatörlük, tüm canlılığıyla hala halkların gözü önündedir. Faşizme nefret, dünyayı faşizm belasından kurtaran sosyalizme sempatiye dönüşmektedir. Emperyalizm işte bu gelişmenin önünü kesmek için, halkların faşizme karşı nefretini, sosyalistlerin üzerine yöneltmeyi denemiş ve bunun için de "faşist ve komünist diktatörlükler", "Hitler ve Stalin gibi diktatörler" söylemini propagandasının odağına yerleştirmiştir.
Stalin-Hitler benzetmeleri, Auswitch, Dachau gibi Nazi toplama kamplarıyla "Gulag Takımadaları, Sibirya" arasında kurulan paralellikler, "Hitler de, Stalin de mulaliflerini boğdurmadı mı" demagojisi, toplu katliamcılık benzeştirmesi ("Hitler'in Yahudiler'e yaptığını, Stalin de Kırım Türkleri'ne ve Ukrayna Kazakları'na yapmadı mı?) tarzındaki benzeştirmeler, o dönemin en sık kullanılan propagandalarıdır.
İşte Avrupa Parlamentosu'na sunulan öneride de bunlar var.
Bu saldırılarda Stalin hedeftir; çünkü, sosyalist politika Stalin şahsında somutlanmıştır; Stalin önderliğinde Sovyetler'de sosyalizm gelişiyor, sosyalist gelişme kapitalizmin yüzünü açığa çıkarıyor, dünya çapında ulusal ve sosyal kurtuluş savaşları yaygınlaşıyordu.
Saldırı sosyalizmeydi, Stalin'in hedef seçilmesinde belirleyici neden, sosyalizmin onun kişiliğinde somutlanması olduğu kadar, bir etken daha vardı. O da dünya solu içinde "Stalin karşıtı" bir muhalefetin varlığıydı. Böyle bir muhalefetin varlığı, emperyalizme büyük bir avantaj sağlıyordu.
Stalin'e ister sağdan, ister emperyalizm cephesinden yöneltilen saldırılara bakın; önce Stalin hedeflenir ama hemen arkasından Lenin'e saldırılır, arkasından Marks'a ve bizzat sosyalizmin kendisine. Burjuvazinin sosyalizme saldırılarıyla, "anti-Stalincilik'in" saldırıları, aynı noktalara yönelmiştir hep. Bunların başında "proletarya diktatörlüğü" gelir.
Böyle olduğu için, anti-Marksist/Leninist sapmaların, Stalin düşmanlığı ve proletarya diktatörlüğü reddiyesi, burjuvazinin saldırılarıyla çakışmıştır. Öyle ki çoğu zaman burjuvazi saldırı malzemesini bu kesimlerden toplamıştır. Çakışma noktasının adı da çoğunlukla Troçkizm'dir.
Anti-Stalinizm, 1925'lerden itibaren, uluslararası sosyalist harekette Troçkizm denen (ama aslında bir çerçevesi de olmayan) sapma içinde varlığını sürdürmüştür. Ancak anti-Stalinizm, aslında Troçkizm'in anti-Marksist, anti-Leninist ve anti-Bolşevik tutumunun o günkü maskesidir. Doğrudan Marks'a veya Bolşevizm'e yönelmeyi pragmatik bulmayan Troçkizm, Stalin'e yönelmiştir. 1925'e kadar yürüttüğü anti-Marksist, anti-Leninist, anti-Bolşevik muhalefetini anti-Stalinist bir maskeyle sürdürmeye başlamıştır.
Ne var ki, Troçkizm'in bu pragmatik hesabı tutmamıştır. Tam tersine, gerek Stalin önderliğinde sosyalizmin inşasının devasa mesafeler katetmesi, gerekse de faşizme karşı mücadelede Stalin önderliğinde büyük zaferler kazanılması nedeniyle, "anti-Stalincilik" Troçkizm'e fazla bir yarar sağlamamış, sadece çeşitli ülkelerde anti-Stalinistlikleri'nin karşılığında emperyalizmin, burjuvazinin icazetini kazanmışlardır.
Bu nedenle Troçkizm, onyıllarca, dünyada sesi soluğu kesilmiş, hiçbir gelişme kaydedemeyen bir halde, sosyalist hareket içinde de ciddiye alınmayan bir akım durumunda kalmıştır. (Ülkemizde de bir varlıkları olmamıştır.)
Troçkizm'i yeniden gündeme taşıyan iki dönüm noktası vardır; birincisi, emperyalizmin 2. Paylaşım Savaşı'ndan sonraki "soğuk savaşı", ikincisi, sosyalist sistemin yıkılmasından sonraki ideolojik saldırısı. Emperyalist saldırının yarattığı ortam, ideolojik kaos, Troçkizm'e doğrudan ve dolaylı gelişme imkanı sağlamıştır. Birçok yerde Troçkizm, burjuvazinin devrimci gelişmeyi engellemek için himaye ettiği, alan açtığı bir güç haline gelmiştir.
Avrupa Parlamentosu'na verilen son öneride olduğu gibi, emperyalistlerin doğrudan sosyalizme, komünizme yönelik saldırıları karşısında Troçkistler'in ve gıdasını Troçkizm'inden alan sol kesimlerin hiçbir tepki göstermeyişi, çarpıcı ve anlamlıdır.
Troçkizm uzun dönemler boyunca kendisi bir güç olamamıştır ama, her türlü yılgınlık, düzeniçileşme, ideolojik gıdasını Troçkizm'den almıştır.
Stalin'e yönelik saldırılar, ülkemiz solunda da daha 12 Eylül öncesinde yansımasını bulmuştur. Stalin'e yönelik saldırıların ülkemizdeki bayraktarlığını yapanların başında Birikim, Aybar'ın güleryüzlü sosyalizmcileri ve az sayıdaki Troçkist vardır.
Fakat anti-Stalincilik yine de 12 Eylül öncesinde pek popülerleşemedi. Ülkemizde anti-Stalincilik'in revaçta hale geldiği süreç, 12 Eylül sonrasının yenilgi ve bozgun sürecidir.
İdeolojik olarak teslim olanlar, anti-Stalincilik'i keşfettiler. Tabii bunun ardından proletarya diktatörlüğünün reddedilmesi, Leninist örgütlenme modelinin reddedilmesi, "özgürlükçü sosyalizm" gibi tanımlar birbiri ardına sökün etti. Hep olduğu gibi, Stalin'le başlayan eleştiriler, devrimin, sosyalizmin, Marksizm-Leninizm'in külliyen inkarına vardı.
12 Eylül öncesinin tescilli reformist ve revizyonistlerinin kullandığı "hürriyetçi ve güler yüzlü sosyalizm", "demokratik sosyalizm" deyişleri, “özgürlükçü sosyalizm" olarak yeniden üretildi. Özgürlükçü sosyalizm, anti-Stalincilik'in söylemidir. Ve aynı zamanda burjuvazinin empoze ettiği bir söylemdir. Özgürlükçü sosyalizm deyimi, sosyalist rejimleri "totaliter rejim" olarak ilan etmenin başka bir biçimidir. Ve işte bu noktada "sol"dan emperyalizmin 70 küsür yıldır sosyalizme karşı sürdürdüğü saldırıya yedeklenilmektedir.
Bu yedeklenme de "kendiliğinden" değil, aslında siyasi tercihlerin, başka deyişle düzeniçileşmenin sonucudur. Bu tercihle birlikte 70 yıllık Troçkist tezler, sanki sosyalizme dair çok yeni şeyler söyleniyormuş gibi, keşfedildi. Daha o zamanlar şunu söyledik: "Bütün anti-Stalinistler bir noktada birleşirler: Hepsinin görüşlerinin temelinde 'devrim' diye bir sorunlarının olmaması yatar."
Bugün soldan "anti-Stalinizm" korosuna katılanlara bakın; hepsinin devrim diye bir sorunlarının olmadığını göreceksiniz. Proletarya diktatörlüğünün reddedildiği, Leninist örgütün reddedildiği yerde, devrim ve sosyalizm de reddedilmiştir zaten.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz