Devrimcilerin Vefakar Anası: Asiye Manga
1 sayfadaki 1 sayfası
Devrimcilerin Vefakar Anası: Asiye Manga
Asiye Ana, 1934 Denizli- Honaz/Aşağıkaraçay köyü doğumluydu. 64 yaşındaki Asiye Ana, ‘70’li yıllardan bugüne hep mücadelenin içindeydi. En büyük arzusu kopmamacasına bağlı olduğu Cephe’nin bir şehidi olarak tarihte yerini almaktı.
Onca yaşına rağmen hiçbir zaman “benden geçti” demedi. Yüreğini, bilincini, her şeyini devrim mücadelesine verdi. Yüreği genç, devrime sevdalı bir insandı.
*
‘60’lı yıllarda başlamıştı bu sevdası. 0 yıllarda giderek yükselen bir halk muhalefeti vardı. Ülkenin dört bir yanında grevler, boykotlar sürmekteydi. İktidardakiler devrimcilere karşı bir karalama kampanyası başlatmıştı. Bütün gazeteler, radyolar devrimcilerin ne kadar kötü, ahlaksız insanlar olduğunu anlatıyordu.
Bu karalama kampanyası Asiye Ana’nın çevresinde de yankısını buluyordu. Eşi, dostu bu kampanyadan etkilenmişlerdi. Asiye ana ise bu gencecik insanların her gün kan revan içinde yerlerde sürüklenmesine dayanamıyordu.
Bir gün eşiyle aralarında bir tartışmada eşi;
- Hep o sakallı domuzun yüzünden oluyor bu işler, dediğinde Asiye Ana;
- Dur be adam sen elin adamının günahını ne alıyon. Hem öyle olsa n’olur. Sende hiç mi vicdan yok? Hem bunca genç bilmiyomu senin gadar. Hepsi yüksek okul okuyan aydın kişiler bunlar. Vardır bi bildikleri. Neymiş “adam eve girince askıda yabancı bir şapka gördü mü dönüp gidiyomuş” tövbe tövbe... Hiç olumu böyle şey?
Böyle bir cevabı beklemeyen kocası şaşkın şaşkın tepki gösterip susturmaya çalışmıştı Asiye Ana’yı. Ama ne mümkün. Ölene kadar da hiç kimse susturamamıştı artık onu.
Bundan sonra devrimciler için şöyle böyle diyene köpürmüştü Asiye Ana. Açar ağzını, yumardı gözünü. Kim olduğu önemli değildi. Kocası, komşusu, arkadaşı... hiç fark etmezdi.
*
Ailesinden gelen aydın bir yapısı vardı Asiye Ana’nın. Bundan dolayı meraklıydı.
Herkese soruyordu devrimcileri. Acaba kimdir bunlar? Ne isterlerdi? Kocasının “hep o sakallının yüzünden oluyor” deyişi nedeniyle Marks’ı da özel olarak merak etmiş, sık sık çevresine onu da soruyordu. Bir gün bir kitapçıda Marks’ın resmini görmüştü. Eşiyle tartışmasını yaptığı sakallı adamın resmiydi gördüğü. Hemen kitapçıya girip sormalıydı bu adamın kim olduğunu.
Tezgahta duran kitapçıya sordu.
- Bu kim?
- Karl Marks
- Nerede yaşar?
- 0 öldü. Ama kitapları var. İstersen kitaplarından bir tane al, oku öğrenirsin. Marks sosyalizmin öncüsüydü. Sosyalizm eşitlik demektir...
Hemen kitaptan bir tane almıştı. Kafasına koymuştu ille de öğrenecekti.
Yaşı 30’a doğru geliyordu o yıllar. Gittiği kitapçı artık uğrak yeri olmuştu. Durmadan okuyor, sık sık gidip yeni kitaplar alıyordu. Ardından o dönem çıkan sosyalist dergileri takip etmeye başlamıştı.
Artık bulunduğu civarda zulme ve sömürüye karşı yapılan hemen her gösteride o da vardı. Çevresinden gelen tüm olumsuz tepkilere rağmen saflardaki yerini almıştı. 1968’de Vedat Demircioğlu’nun katledilmesine tepki gösteren, cenazesini sahiplenenler arasındaydı.
Bu süreç eşiyle arasında da kopuşun başladığı yıllardı. Eşi öğretmendi ancak Asiye Ana’nın kendi ifadesiyle bir öğretmende olması gereken aydın kişiliğe sahip değildi. Kopuş ayrılığa kadar gidecekti.
*
‘70’li yıllara gelindiğinde artık ülkedeki devrimci mücadele nitelik değiştirmişti. Ülkedeki ilk silahlı hareketin çıkışıyla birlikte yılların reformist geleneği sarsılmaya başlamıştı. Asiye Ana çok etkilenmişti bu çıkıştan. Hayranlıkla izliyordu Mahirleri. Mahir’in, Ulaş’ın, Deniz’in bir resmi çıkacak diye, onlardan bir haber yazılacak diye gazeteleri düzenli izlemeye başlamıştı. Cevahir şehit düştüğünde oturup ağlayacak kadar, Mahirler firar ettiğinde pasta-börek yapıp dağıtacak kadar bütünleşmişti onlarla.
‘70’li yıllar boyunca Asiye Ana’nın evi, DEV-GENÇ’lilerin uğrak yeri oldu. Kendisi de eylemden eyleme koşmaya devam ediyordu. Bu arada Mahir Çayan’ın bütün yazılarını okumuştu. Evine gelen DEV-GENÇ’lilere soruyordu herşeyi, tartışmaları derinliğine anlasa da anlamasa da pratik ona doğruları gösteriyordu. ‘78’de Devrimci Sol’un çıkışıyla kendini onlarla bütünleştirdi.
Artık o bir Devrimci Solcuydu. Gittiği her yerde önce bu kimliğini gururla söylerdi.
Bu arada çocuklarını da birer devrimci olarak yetiştirmişti Asiye Ana. Ne var ki her biri farklı siyasetten olmuştu o zamanlar. Tabii bu durum evde bir takım karışıklıklara yol açıyordu. Çocuklarından bir tanesi Halkın Kurtuluşu’ndan, biri Halkın Yolu’ndan, bir çocuğuyla Asiye Ana da Devrimci Solcuydu. Bir eylem olduğunda hep beraber gidiyorlar, oraya vardıklarında herkes kendi kortejine giriyordu. Akşam eve geldiklerinde hepsi kendi kortejini övüp da iş tartışmaya döküldüğünde Asiye Ana kızarak “Durun bakayım, devrimciler kavga eder mi hiç birbiriyle, bizim birlik olmamız lazım” diyordu.
12 Eylül’ün zorlu günlerinde de devrimcileri barındırmaktan geri durmadı. Hiçbir güç 0’nun devrime inancını, devrimci harekete bağlılığını silememişti. Bağlantıları kopmuştu ama o yine devrimcilere ulaşmak için elinden geleni yapmıştı. Mücadelenin yeniden geliştiği yıllarda tüm demokratik kurum ve kuruluşların müdavimleri arasındaydı. Umudunu hiç kaybetmeden, yaşlı bedeninden hiç beklenmeyecek bir enerjiyle koşturuyordu. Ve tekrar Devrimci Solcuları bulmayı da başarmıştı.
Yaşlı bedeninde genç bir yürek taşıyordu. Geçmişte devrimci olarak bildiği bir çok insan mücadeleyi bırakmış, kendi bencillikleri içinde boğulmuşken Asiye Ana hala gururla “Ben Devrimci Solcuyum” diyebilmişti.
*
‘93 Şubat’ında Buca Hapishanesi’nde Devrimci SoI tutsaklarının özgürlük eylemi açığa çıkmış, tutsaklar saldırıya uğramıştı. Denizli İnsan Hakları Derneği’nde tutsaklara destek olarak aileler ve öğrenciler açlık grevine başlamıştı. İçlerinde Asiye Ana da vardı.
Onun için her zaman önce devrimciler, en başta da Devrimci Sol’cular vardı. Onu hiçbir eyleme çağırmaya gerek yoktu. O mutlaka yanına bir kaç komşusunu da alarak geliyordu. Örgütlü bir insanın yapmadığı şeyleri yapıyordu Asiye Ana. Hiçbir eyleme elini kolunu sallayarak gelmiyordu. Yanında mutlaka birileri vardı. Çantasında da mutlaka bir makale, bir şiir olurdu. “Ben de okuyayım” derdi.
Bir 8 Mart’tı. Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlanacaktı. Asiye Ana da katılacaktı. Ancak bir karışıklıktan dolayı, devrimcilerin düzenlediği toplantı yerine yanlışlıkla CHP’nin 8 Mart toplantısının yapıldığı salona gitmişti. CHP’liler de daha önce “Yılın Annesi” seçip bir plaket verdikleri Asiye Ana’yı görünce hemen buyur etmişlerdi. Ortam oldukça resmi bir ortamdı. İçeride milletvekilleri, delegeler, belediye başkanı, bürokratlar vardı. Herşey protokole bağlıydı. Ancak Asiye Ana geldikten kısa süre sonra bozuldu protokol. Programın ortasında Asiye Ana birden ayağa kalkarak;
- Ben bir şeyler söylemek istiyorum. Şimdi biz devrimci-demokrat insanlar olarak bir araya gelmişiz, 8 Mart Dünya Kadınlar gününü kutluyoz demi? Madem bu kadar duyarlısınız, bugün hapishanelerde yatan bir sürü kızımız va. Hepsi de işkencelerden geçmişler, onlara yardım edelim. Şimdi burda para toplayalım, hapishaneye kadınlar koğuşuna yollayalım.”
Herkes şok olmuştu, toplantı yerel bir televizyondan naklen yayınlanıyordu. CHP’li görevliler Asiye Ana’yı apar topar dışarı çıkardılar.
*
Bir gün Denizli’ye gelen birisine kalacak bir yer lazım olduğu söylendiğinde “tamam” demişti. Gelen kişi evde bir süre kalınca çevrede merak konusu olmuştu. Asiye Ana bu meraklı sorulara mahal vermeden gelen kişinin İstanbul’dan bir akrabasının kızı olduğunu söylemişti. Hangi okulda okuduğundan, maharetlerine kadar herşeyi peşin peşin kendisi anlatmıştı ki, onlar soru sormasın. Mahalle halkı öyle tanımıştı ki bu misafiri, gittikten sonra bile uzun süre selam göndermişlerdi Asiye Ana’yla.
Şehitlere çok bağlıydı. Çevresindeki insanlara şehit isimleri takıyordu.
Biri uzun boyluysa onu Deniz’e benzetip öyle çağırırdı. Sivaslı biri, onun dilinde Pir Sultan’ın torunu olurdu. Şehitlerin yıldönümlerinde özel bir program yoksa bile Asiye Ana’nın mutlaka bir programı vardı. Evindeki arşivinden şehit düştükleri günlerde çıkan haberlerin resimlerini çıkarıp hem okur, hem ağlar, etrafında birileri varsa da anlatırdı. Bunu hiç aksatmazdı. Onlar gibi şehit olmak için illa bir eylem günü ölmek istiyordu. Rahatsız olduğu bir gün;
- Eğer ben hastalıktan ölürsem şehit olur muyum? İlla eylem günü mü ölmem lazım? diye sormuştu evine gelen çocuklarına.
*
Asiye Ana’yla konuşmak sohbet etmek bambaşka güzeldi onu tanıyanlar için.
Güneşli, güzel bir tatil günü Dev-Genç’liler dernekte toplanmışlardı. Asiye Ana’yı ziyaret edeceklerdi. Dev-Genç’liler için, Asiye Ana’yı ziyaret etmek ayrı bir zevkti... Kapıyı vurmalarıyla açılması bir oldu. Çünkü Asiye Ana hazırlıklı kapıda bekliyordu onları.
- Hoş geldiniz yavrum. Buyrun geçin geçin... Ev o kadar temiz ve düzenliydi ki, şaşırmıştı gençlik Asiye Ana’nın enerjisine.
- Nasılsınız yavrum, iyimisiniz? diye söze girdi hemen. Hastayım iki gündür de, gelemedim derneğe, bak eyi ettiniz de geldiniz. Zaten bana soruyorla kimin kimsen yok mu diye, ben de çok diyom. Bir sürü evladım va diyom şaşırıyo kadınla bana. Bilmiyorla yavrum devrimcileri... Gelin diyom sizi derneğe götürem. Devrimcileri tanıyın, gerçek insan nasıl oluyomuş görün. Iııh gelmiyola. Onlar da yoksul insanlar nasılsa bi gün anlıcaklar. Durun ben size bi kave yapanda içelim.
- Otur Ana sen zahmet etme, biz hallederiz dedilerse de Asiye Ana durdurdu onları.
Duvarlarda şehit resimleri, köşede bir kütüphane gözlerine çarptı. Her ikisi de çok değerliydi 0’nun için. Dev-Genç’liler hemen toplandılar kütüphanenin başına. Neler yoktu ki? Kütüphanede tarih vardı sanki. ‘60’lı yıllarda çıkan And dergileri göze çarpıyordu ilkin. Dergilerin eskiliği ancak fiyatından anlaşılıyordu. Üzerinde 50 kuruş yazıyordu ama hepsi ciltlenmiş tertemiz duruyordu. Dev-Genç’liler kendilerinin dergileri, gazeteleri, kitapları kullanırken yaptıkları dikkatsizlikleri, savurganlıkları düşündüler.
Kitaplar çok değerliydi Asiye Ana için. Her önüne gelene rastgele vermezdi kitaplarını. Dev-Genç’lilere kitap vereceği zaman da önce mutlaka birine teslim ederdi.
- Aman oğlum bak, kitap sana emanet. Sakın başına bir şey gelmesin. Bir hafta sonra ben senden isterim kitabı ona göre. Sen istersen bi kenara da yaz kitabı kime verdiğini.
Bir keresinde gençlik yine böyle bir kitap almıştı Asiye Ana’dan. İki hafta sonrasında da söz vermişlerdi kitabı getireceklerine. Kitabı verdikleri yoldaşları da bu süre içinde kitapla birlikte memleketi olan Adana’ya gidip gelmişti. İki hafta sonra bir de öğrenmişlerdi ki, kitap Adana’da kalmış. Asiye Ana ise daha bir kaç gün önceden sormaya başlamıştı kitabı. Bırakmamıştı işin peşini. Hergün “kitap ne oldu?” diye soruyordu. Aynı kitabı bulabilselerdi satın alacaklardı ama piyasada yoktu. Sonunda kitabı Adana’dan getirtmek zorunda kalmışlardı.
Kütüphanenin bir başka köşesinde yıllarca biriktirilmiş gazete arşivleri düzenli bir biçimde duruyordu. Gazetelerden kesilmiş makaleler, şiirler bir bir düzenlenmişti. Bu da önemli faaliyetlerden biriydi Asiye Ana için. Katıldığı etkinliklerde kullanırdı bu şiirleri.
Birgün Denizli’de İnsan Hakları Haftası nedeniyle düzenlenen bir panel yapılmıştı. Denizli’deki bir takım demokratik kuruluşlardan, Mücadele Gazetesi’nden konuşmacılar katılmıştı panele. Asiye Ana panelin düzenlenmesinde emeği geçenlerdendi. Panele de boş gelmemişti. Çantasında o çok sevdiği “işkenceci” şiiri vardı. Sırası geldiğinde sahnede yerini aldı. Öyle hiddetli okudu ki şiiri, dinleyenler karşısında gerçekten işkenceciler var sanmıştı. Karşısında gerçekten işkenceciler vardı. Şiirini okuduktan sonra anlatmıştı;
- Sahneye çıkınca bir baktım salonun en arkasına işkenceciler dizilmiş izliyorlar. Çok heyecanlandım, hep onların gözlerinin içine bakarak okudum. Ondan biraz hiddetlendim.
*
Tutsaklar görüş yerine çıktıklarında karşılarında kalın gözlükleri, pardesüsü, başörtüsüyle kendi halinde yaşlı bir kadın vardı. Tutsakların hepsi tanımıyordu Asiye Ana’yı. Asiye Ana konuşmaya başladığında çoğu şaşkın şaşkın birbirine baktı;
- Nasılsınız oğlum iyi misiniz? Aman kendinize iyi bakın yavrum. Sizler bambaşka insanlarsınız. Çok değerlisiniz. Sizler buradan dünyaya ışık saçıyorsunuz. Bize bilinç taşıyo, öncü oluyorsunuz yavrum. Siz yılmaz savaşçılarsınız. Bu duvala, zindanla sizi hiç teslim alabilir mi? Kimlere ne işkencele yapmışla da teslim alamamışla. Sen Sokrates’i bilir misin yavrum? Onun yaptığı savunmayı? Ya Bruno’yu, Bruno’nun nasıl bir direnişçi olduğunu bilir misin? İşte siz de onla gibisiniz.
Sohbet daha da uzayıp giti. Paris Komününden, Fransız Partizanlardan, Yunan direnişçilerinden örnekler peşi sıra geldi. Asiye Ana konuştukça daha bir şaşırdılar.
Asiye Ana’nın Aydın Hapishanesi’ne son ziyareti oldu bu ziyaret.
Yaşamının sonuna kadar hiç yorulmadı Asiye Ana. Kendisine nerede ihtiyaç varsa orada olmasını bildi. En son olarak Halk Meclisleriyle birlikte Ankara yollarındaydı. Gideceği akşam hapishaneye mektup yazmış,”sizin için Ankara’ya gidiyorum” demişti. Bu ondan aldıkları son mektup oldu.
Devrimciler dünyanın dört bir yanında açan çiçeklerdi 0’nun için. Şehitlerin kızıl karanfiller olup dağıldığını söylerdi. Son nefesini verinceye kadar devrimciliği dolu dolu yaşadı. İlerlemiş yaşına rağmen yoruldum demedi. Ve istediği gibi tam da bir eylem gününde, 1 Mayıs 1998 günü aramızdan ayrıldı.
"alıntıdır"
Onca yaşına rağmen hiçbir zaman “benden geçti” demedi. Yüreğini, bilincini, her şeyini devrim mücadelesine verdi. Yüreği genç, devrime sevdalı bir insandı.
*
‘60’lı yıllarda başlamıştı bu sevdası. 0 yıllarda giderek yükselen bir halk muhalefeti vardı. Ülkenin dört bir yanında grevler, boykotlar sürmekteydi. İktidardakiler devrimcilere karşı bir karalama kampanyası başlatmıştı. Bütün gazeteler, radyolar devrimcilerin ne kadar kötü, ahlaksız insanlar olduğunu anlatıyordu.
Bu karalama kampanyası Asiye Ana’nın çevresinde de yankısını buluyordu. Eşi, dostu bu kampanyadan etkilenmişlerdi. Asiye ana ise bu gencecik insanların her gün kan revan içinde yerlerde sürüklenmesine dayanamıyordu.
Bir gün eşiyle aralarında bir tartışmada eşi;
- Hep o sakallı domuzun yüzünden oluyor bu işler, dediğinde Asiye Ana;
- Dur be adam sen elin adamının günahını ne alıyon. Hem öyle olsa n’olur. Sende hiç mi vicdan yok? Hem bunca genç bilmiyomu senin gadar. Hepsi yüksek okul okuyan aydın kişiler bunlar. Vardır bi bildikleri. Neymiş “adam eve girince askıda yabancı bir şapka gördü mü dönüp gidiyomuş” tövbe tövbe... Hiç olumu böyle şey?
Böyle bir cevabı beklemeyen kocası şaşkın şaşkın tepki gösterip susturmaya çalışmıştı Asiye Ana’yı. Ama ne mümkün. Ölene kadar da hiç kimse susturamamıştı artık onu.
Bundan sonra devrimciler için şöyle böyle diyene köpürmüştü Asiye Ana. Açar ağzını, yumardı gözünü. Kim olduğu önemli değildi. Kocası, komşusu, arkadaşı... hiç fark etmezdi.
*
Ailesinden gelen aydın bir yapısı vardı Asiye Ana’nın. Bundan dolayı meraklıydı.
Herkese soruyordu devrimcileri. Acaba kimdir bunlar? Ne isterlerdi? Kocasının “hep o sakallının yüzünden oluyor” deyişi nedeniyle Marks’ı da özel olarak merak etmiş, sık sık çevresine onu da soruyordu. Bir gün bir kitapçıda Marks’ın resmini görmüştü. Eşiyle tartışmasını yaptığı sakallı adamın resmiydi gördüğü. Hemen kitapçıya girip sormalıydı bu adamın kim olduğunu.
Tezgahta duran kitapçıya sordu.
- Bu kim?
- Karl Marks
- Nerede yaşar?
- 0 öldü. Ama kitapları var. İstersen kitaplarından bir tane al, oku öğrenirsin. Marks sosyalizmin öncüsüydü. Sosyalizm eşitlik demektir...
Hemen kitaptan bir tane almıştı. Kafasına koymuştu ille de öğrenecekti.
Yaşı 30’a doğru geliyordu o yıllar. Gittiği kitapçı artık uğrak yeri olmuştu. Durmadan okuyor, sık sık gidip yeni kitaplar alıyordu. Ardından o dönem çıkan sosyalist dergileri takip etmeye başlamıştı.
Artık bulunduğu civarda zulme ve sömürüye karşı yapılan hemen her gösteride o da vardı. Çevresinden gelen tüm olumsuz tepkilere rağmen saflardaki yerini almıştı. 1968’de Vedat Demircioğlu’nun katledilmesine tepki gösteren, cenazesini sahiplenenler arasındaydı.
Bu süreç eşiyle arasında da kopuşun başladığı yıllardı. Eşi öğretmendi ancak Asiye Ana’nın kendi ifadesiyle bir öğretmende olması gereken aydın kişiliğe sahip değildi. Kopuş ayrılığa kadar gidecekti.
*
‘70’li yıllara gelindiğinde artık ülkedeki devrimci mücadele nitelik değiştirmişti. Ülkedeki ilk silahlı hareketin çıkışıyla birlikte yılların reformist geleneği sarsılmaya başlamıştı. Asiye Ana çok etkilenmişti bu çıkıştan. Hayranlıkla izliyordu Mahirleri. Mahir’in, Ulaş’ın, Deniz’in bir resmi çıkacak diye, onlardan bir haber yazılacak diye gazeteleri düzenli izlemeye başlamıştı. Cevahir şehit düştüğünde oturup ağlayacak kadar, Mahirler firar ettiğinde pasta-börek yapıp dağıtacak kadar bütünleşmişti onlarla.
‘70’li yıllar boyunca Asiye Ana’nın evi, DEV-GENÇ’lilerin uğrak yeri oldu. Kendisi de eylemden eyleme koşmaya devam ediyordu. Bu arada Mahir Çayan’ın bütün yazılarını okumuştu. Evine gelen DEV-GENÇ’lilere soruyordu herşeyi, tartışmaları derinliğine anlasa da anlamasa da pratik ona doğruları gösteriyordu. ‘78’de Devrimci Sol’un çıkışıyla kendini onlarla bütünleştirdi.
Artık o bir Devrimci Solcuydu. Gittiği her yerde önce bu kimliğini gururla söylerdi.
Bu arada çocuklarını da birer devrimci olarak yetiştirmişti Asiye Ana. Ne var ki her biri farklı siyasetten olmuştu o zamanlar. Tabii bu durum evde bir takım karışıklıklara yol açıyordu. Çocuklarından bir tanesi Halkın Kurtuluşu’ndan, biri Halkın Yolu’ndan, bir çocuğuyla Asiye Ana da Devrimci Solcuydu. Bir eylem olduğunda hep beraber gidiyorlar, oraya vardıklarında herkes kendi kortejine giriyordu. Akşam eve geldiklerinde hepsi kendi kortejini övüp da iş tartışmaya döküldüğünde Asiye Ana kızarak “Durun bakayım, devrimciler kavga eder mi hiç birbiriyle, bizim birlik olmamız lazım” diyordu.
12 Eylül’ün zorlu günlerinde de devrimcileri barındırmaktan geri durmadı. Hiçbir güç 0’nun devrime inancını, devrimci harekete bağlılığını silememişti. Bağlantıları kopmuştu ama o yine devrimcilere ulaşmak için elinden geleni yapmıştı. Mücadelenin yeniden geliştiği yıllarda tüm demokratik kurum ve kuruluşların müdavimleri arasındaydı. Umudunu hiç kaybetmeden, yaşlı bedeninden hiç beklenmeyecek bir enerjiyle koşturuyordu. Ve tekrar Devrimci Solcuları bulmayı da başarmıştı.
Yaşlı bedeninde genç bir yürek taşıyordu. Geçmişte devrimci olarak bildiği bir çok insan mücadeleyi bırakmış, kendi bencillikleri içinde boğulmuşken Asiye Ana hala gururla “Ben Devrimci Solcuyum” diyebilmişti.
*
‘93 Şubat’ında Buca Hapishanesi’nde Devrimci SoI tutsaklarının özgürlük eylemi açığa çıkmış, tutsaklar saldırıya uğramıştı. Denizli İnsan Hakları Derneği’nde tutsaklara destek olarak aileler ve öğrenciler açlık grevine başlamıştı. İçlerinde Asiye Ana da vardı.
Onun için her zaman önce devrimciler, en başta da Devrimci Sol’cular vardı. Onu hiçbir eyleme çağırmaya gerek yoktu. O mutlaka yanına bir kaç komşusunu da alarak geliyordu. Örgütlü bir insanın yapmadığı şeyleri yapıyordu Asiye Ana. Hiçbir eyleme elini kolunu sallayarak gelmiyordu. Yanında mutlaka birileri vardı. Çantasında da mutlaka bir makale, bir şiir olurdu. “Ben de okuyayım” derdi.
Bir 8 Mart’tı. Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlanacaktı. Asiye Ana da katılacaktı. Ancak bir karışıklıktan dolayı, devrimcilerin düzenlediği toplantı yerine yanlışlıkla CHP’nin 8 Mart toplantısının yapıldığı salona gitmişti. CHP’liler de daha önce “Yılın Annesi” seçip bir plaket verdikleri Asiye Ana’yı görünce hemen buyur etmişlerdi. Ortam oldukça resmi bir ortamdı. İçeride milletvekilleri, delegeler, belediye başkanı, bürokratlar vardı. Herşey protokole bağlıydı. Ancak Asiye Ana geldikten kısa süre sonra bozuldu protokol. Programın ortasında Asiye Ana birden ayağa kalkarak;
- Ben bir şeyler söylemek istiyorum. Şimdi biz devrimci-demokrat insanlar olarak bir araya gelmişiz, 8 Mart Dünya Kadınlar gününü kutluyoz demi? Madem bu kadar duyarlısınız, bugün hapishanelerde yatan bir sürü kızımız va. Hepsi de işkencelerden geçmişler, onlara yardım edelim. Şimdi burda para toplayalım, hapishaneye kadınlar koğuşuna yollayalım.”
Herkes şok olmuştu, toplantı yerel bir televizyondan naklen yayınlanıyordu. CHP’li görevliler Asiye Ana’yı apar topar dışarı çıkardılar.
*
Bir gün Denizli’ye gelen birisine kalacak bir yer lazım olduğu söylendiğinde “tamam” demişti. Gelen kişi evde bir süre kalınca çevrede merak konusu olmuştu. Asiye Ana bu meraklı sorulara mahal vermeden gelen kişinin İstanbul’dan bir akrabasının kızı olduğunu söylemişti. Hangi okulda okuduğundan, maharetlerine kadar herşeyi peşin peşin kendisi anlatmıştı ki, onlar soru sormasın. Mahalle halkı öyle tanımıştı ki bu misafiri, gittikten sonra bile uzun süre selam göndermişlerdi Asiye Ana’yla.
Şehitlere çok bağlıydı. Çevresindeki insanlara şehit isimleri takıyordu.
Biri uzun boyluysa onu Deniz’e benzetip öyle çağırırdı. Sivaslı biri, onun dilinde Pir Sultan’ın torunu olurdu. Şehitlerin yıldönümlerinde özel bir program yoksa bile Asiye Ana’nın mutlaka bir programı vardı. Evindeki arşivinden şehit düştükleri günlerde çıkan haberlerin resimlerini çıkarıp hem okur, hem ağlar, etrafında birileri varsa da anlatırdı. Bunu hiç aksatmazdı. Onlar gibi şehit olmak için illa bir eylem günü ölmek istiyordu. Rahatsız olduğu bir gün;
- Eğer ben hastalıktan ölürsem şehit olur muyum? İlla eylem günü mü ölmem lazım? diye sormuştu evine gelen çocuklarına.
*
Asiye Ana’yla konuşmak sohbet etmek bambaşka güzeldi onu tanıyanlar için.
Güneşli, güzel bir tatil günü Dev-Genç’liler dernekte toplanmışlardı. Asiye Ana’yı ziyaret edeceklerdi. Dev-Genç’liler için, Asiye Ana’yı ziyaret etmek ayrı bir zevkti... Kapıyı vurmalarıyla açılması bir oldu. Çünkü Asiye Ana hazırlıklı kapıda bekliyordu onları.
- Hoş geldiniz yavrum. Buyrun geçin geçin... Ev o kadar temiz ve düzenliydi ki, şaşırmıştı gençlik Asiye Ana’nın enerjisine.
- Nasılsınız yavrum, iyimisiniz? diye söze girdi hemen. Hastayım iki gündür de, gelemedim derneğe, bak eyi ettiniz de geldiniz. Zaten bana soruyorla kimin kimsen yok mu diye, ben de çok diyom. Bir sürü evladım va diyom şaşırıyo kadınla bana. Bilmiyorla yavrum devrimcileri... Gelin diyom sizi derneğe götürem. Devrimcileri tanıyın, gerçek insan nasıl oluyomuş görün. Iııh gelmiyola. Onlar da yoksul insanlar nasılsa bi gün anlıcaklar. Durun ben size bi kave yapanda içelim.
- Otur Ana sen zahmet etme, biz hallederiz dedilerse de Asiye Ana durdurdu onları.
Duvarlarda şehit resimleri, köşede bir kütüphane gözlerine çarptı. Her ikisi de çok değerliydi 0’nun için. Dev-Genç’liler hemen toplandılar kütüphanenin başına. Neler yoktu ki? Kütüphanede tarih vardı sanki. ‘60’lı yıllarda çıkan And dergileri göze çarpıyordu ilkin. Dergilerin eskiliği ancak fiyatından anlaşılıyordu. Üzerinde 50 kuruş yazıyordu ama hepsi ciltlenmiş tertemiz duruyordu. Dev-Genç’liler kendilerinin dergileri, gazeteleri, kitapları kullanırken yaptıkları dikkatsizlikleri, savurganlıkları düşündüler.
Kitaplar çok değerliydi Asiye Ana için. Her önüne gelene rastgele vermezdi kitaplarını. Dev-Genç’lilere kitap vereceği zaman da önce mutlaka birine teslim ederdi.
- Aman oğlum bak, kitap sana emanet. Sakın başına bir şey gelmesin. Bir hafta sonra ben senden isterim kitabı ona göre. Sen istersen bi kenara da yaz kitabı kime verdiğini.
Bir keresinde gençlik yine böyle bir kitap almıştı Asiye Ana’dan. İki hafta sonrasında da söz vermişlerdi kitabı getireceklerine. Kitabı verdikleri yoldaşları da bu süre içinde kitapla birlikte memleketi olan Adana’ya gidip gelmişti. İki hafta sonra bir de öğrenmişlerdi ki, kitap Adana’da kalmış. Asiye Ana ise daha bir kaç gün önceden sormaya başlamıştı kitabı. Bırakmamıştı işin peşini. Hergün “kitap ne oldu?” diye soruyordu. Aynı kitabı bulabilselerdi satın alacaklardı ama piyasada yoktu. Sonunda kitabı Adana’dan getirtmek zorunda kalmışlardı.
Kütüphanenin bir başka köşesinde yıllarca biriktirilmiş gazete arşivleri düzenli bir biçimde duruyordu. Gazetelerden kesilmiş makaleler, şiirler bir bir düzenlenmişti. Bu da önemli faaliyetlerden biriydi Asiye Ana için. Katıldığı etkinliklerde kullanırdı bu şiirleri.
Birgün Denizli’de İnsan Hakları Haftası nedeniyle düzenlenen bir panel yapılmıştı. Denizli’deki bir takım demokratik kuruluşlardan, Mücadele Gazetesi’nden konuşmacılar katılmıştı panele. Asiye Ana panelin düzenlenmesinde emeği geçenlerdendi. Panele de boş gelmemişti. Çantasında o çok sevdiği “işkenceci” şiiri vardı. Sırası geldiğinde sahnede yerini aldı. Öyle hiddetli okudu ki şiiri, dinleyenler karşısında gerçekten işkenceciler var sanmıştı. Karşısında gerçekten işkenceciler vardı. Şiirini okuduktan sonra anlatmıştı;
- Sahneye çıkınca bir baktım salonun en arkasına işkenceciler dizilmiş izliyorlar. Çok heyecanlandım, hep onların gözlerinin içine bakarak okudum. Ondan biraz hiddetlendim.
*
Tutsaklar görüş yerine çıktıklarında karşılarında kalın gözlükleri, pardesüsü, başörtüsüyle kendi halinde yaşlı bir kadın vardı. Tutsakların hepsi tanımıyordu Asiye Ana’yı. Asiye Ana konuşmaya başladığında çoğu şaşkın şaşkın birbirine baktı;
- Nasılsınız oğlum iyi misiniz? Aman kendinize iyi bakın yavrum. Sizler bambaşka insanlarsınız. Çok değerlisiniz. Sizler buradan dünyaya ışık saçıyorsunuz. Bize bilinç taşıyo, öncü oluyorsunuz yavrum. Siz yılmaz savaşçılarsınız. Bu duvala, zindanla sizi hiç teslim alabilir mi? Kimlere ne işkencele yapmışla da teslim alamamışla. Sen Sokrates’i bilir misin yavrum? Onun yaptığı savunmayı? Ya Bruno’yu, Bruno’nun nasıl bir direnişçi olduğunu bilir misin? İşte siz de onla gibisiniz.
Sohbet daha da uzayıp giti. Paris Komününden, Fransız Partizanlardan, Yunan direnişçilerinden örnekler peşi sıra geldi. Asiye Ana konuştukça daha bir şaşırdılar.
Asiye Ana’nın Aydın Hapishanesi’ne son ziyareti oldu bu ziyaret.
Yaşamının sonuna kadar hiç yorulmadı Asiye Ana. Kendisine nerede ihtiyaç varsa orada olmasını bildi. En son olarak Halk Meclisleriyle birlikte Ankara yollarındaydı. Gideceği akşam hapishaneye mektup yazmış,”sizin için Ankara’ya gidiyorum” demişti. Bu ondan aldıkları son mektup oldu.
Devrimciler dünyanın dört bir yanında açan çiçeklerdi 0’nun için. Şehitlerin kızıl karanfiller olup dağıldığını söylerdi. Son nefesini verinceye kadar devrimciliği dolu dolu yaşadı. İlerlemiş yaşına rağmen yoruldum demedi. Ve istediği gibi tam da bir eylem gününde, 1 Mayıs 1998 günü aramızdan ayrıldı.
"alıntıdır"
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz