Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
1 sayfadaki 1 sayfası
Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
Hasan Ocak
13 Nisan 1965 -21 Mart/17 Mayıs 1995
Hasan Ocak yoldaş, bir dava adamı, yiğit bir eylemci, gününün yirmi dört saatinde devrimin havasını soluyan bir inanç ve irade sembolüydü. Partimizin kurucu üyesiydi. Birlik devrimimizin hemen ardından, 12-15 Mart 1995 tarihlerinde İstanbul'un Gazi semtinde bir faşist katliama tepki olarak patlak veren Gazi ayaklanmasını yönetenlerden biriydi. Bundan dolayı Gazi Komutanı unvanını aldı. Hasan yoldaş, bu ayaklanmanın ardından 21 Mart'ta siyasi polis tarafından kaçırılıp, ağır işkencelerden sonra, 26 Mart'ta telle boğularak katledildi. İşkencehanelerde ser verip sır vermeyen bu yiğit savaşçıyı katledenler, onu gözaltında kayıplara kattılar. Partimiz, yoldaşımızın ailesi ve başka kayıp yakınlarını da içine alan dişe diş bir mücadele sonucu Hasan yoldaşımızı bularak, 19 Mayıs 1995'te 10 bin kişinin katıldığı görkemli bir cenaze gösterisiyle Gazi'de uğurladı. Sevgili Gazi komutanımız, gülümseyen resimleriyle gözaltında kayıplara karşı yürütülen mücadelede bayraklaştı.
MLKP-K'nın yönetici kadrolarından olan Hasan yoldaşımız çok yönlü özelliklere sahip bir komünistti. O, gelecek toplumun insanıydı. Militanlık, adanmışlık, baş eğmezlik, sınır tanımaz özveri, yaratıcılık ve komünist duygunun egemen olduğu coşkulu bir ruh hali, O'nun özelliklerinden bazılarıdır.
Hasan Ocak yoldaş başladığı devrimci mücadelesinde kısa süre sonra işkencecilerin eline düştü. Gizli basım işinin başındaydı. Düşmanın susturduğunu sandığı illegal gazetenin yeni bir sayısıyla yakalandı. Dozu gittikçe artan ve iki hafta boyunca süren işkencelerde Hasan yoldaş, adından başka hiç bir şey söylemedi. Kuduran kontrgerillacı tim şefi kıvranıp durdu, ininde yenilmişti.
İşkencecilerle ikinci muharebesi aynı yılın sonbaharında olmuştu. Sorguda, kendisine "bir adam vermesi" için yalvaran işkenceci tim şefi Bayram Kartal'ı "adam mı, ben varım ya" diye yanıtlamak O'na hastı. İşkencelerin 17 gün sürdüğü bu geceli gündüzlü savaşta, işkenceciler onun daha da bilenmiş olduğunu gördüler. Bu savaşı da sevgili yoldaşımız kazandı.
‘88 sonlarından itibaren Hasan yine gizli baskı görevinin başındadır. Son derece disiplinli, türkü söyler gibi keyifle yapıyordu işini. Sık sık onarım sorunu çıkaran baskı aletlerini tamir etmeye uğraşıyor, illegal gazeteyi, bildiri ve kuşları zamanında yetiştirebilmek için olağan üstü bir gayret ve büyük bir şevkle çalışıyordu. Baskı yapamaz hale geldiğinde çaresiz kollarını kavuşturup oturmadı. Devlete ve burjuvaziye ait baskı aletleri ne güne duruyordu. Bir yolunu bulup, gece girdiği, gerekli malzemeleri taşıdığı düşman mekanlarında sabah saatlerine değin gazete, bildiri kuş basıyor, sonra ağır mı ağır çantalarını yüklenip yoldaşlarına iletiyordu. Yıllarca sürdürdü bu görevini. İllegal basım işini Hasan yoldaş kadar uzun süre yapan, onun kadar yayın ve materyal basan-taşıyan komünist ve devrimcilerin sayısı azdır.
İstanbul'da önem verilen bir alanının yönetici komitesinde büyük başarılar kazanan Hasan yoldaş, Birlik Kongresine delege seçimleri yapıldığında yoldaşlarının tüm oylarını alarak kongreye katıldı. Kongre'de mütevazı, çalışkan ve sempatik bir yoldaş olarak dikkat çekti. Güvenlik işinde görevlendirilen ekipte yer aldı. Kurucu üyesi olduğu MLKP-K'nın ilan edildiği saati-dakikayı kaydedecek denli heyecan ve mutluluk dolu olarak birliği onayladı. Birlikten sonra, Birlikle ortaya çıkan tüm imkanları en iyi, en akılcı ve en tam kullanan yoldaşlardan biriydi. Partiyi yaratma, devrim yangınını büyütme hedefine kilitlenmişti. Eleştiriyi tedavi edici bir silah olarak kullanmakta örnek tutumların sahibiydi.
O, öncünün kavga azminin, kararlılığının savaş gücünün ve boyu eğmezliğinin bir ifadesi olarak düştü toprağa. Şimdi göndere çekilmiş bir bayrak ve zafer andıdır. Sözümüz var Gazi Komutanına, iktidar bilincinin parıldadığı, tüm mücadele biçimlerinin ustaca kullanıldığı, devrimin siyasal ordusunu yaratmayı ve savaştırmayı mümkün kılacak bir yolda yürümekteyiz. Sloganlarımız, şarkılarımız ve silahlarımız susmak bilmeyecek. Zafere dek.
13 Nisan 1965 -21 Mart/17 Mayıs 1995
Hasan Ocak yoldaş, bir dava adamı, yiğit bir eylemci, gününün yirmi dört saatinde devrimin havasını soluyan bir inanç ve irade sembolüydü. Partimizin kurucu üyesiydi. Birlik devrimimizin hemen ardından, 12-15 Mart 1995 tarihlerinde İstanbul'un Gazi semtinde bir faşist katliama tepki olarak patlak veren Gazi ayaklanmasını yönetenlerden biriydi. Bundan dolayı Gazi Komutanı unvanını aldı. Hasan yoldaş, bu ayaklanmanın ardından 21 Mart'ta siyasi polis tarafından kaçırılıp, ağır işkencelerden sonra, 26 Mart'ta telle boğularak katledildi. İşkencehanelerde ser verip sır vermeyen bu yiğit savaşçıyı katledenler, onu gözaltında kayıplara kattılar. Partimiz, yoldaşımızın ailesi ve başka kayıp yakınlarını da içine alan dişe diş bir mücadele sonucu Hasan yoldaşımızı bularak, 19 Mayıs 1995'te 10 bin kişinin katıldığı görkemli bir cenaze gösterisiyle Gazi'de uğurladı. Sevgili Gazi komutanımız, gülümseyen resimleriyle gözaltında kayıplara karşı yürütülen mücadelede bayraklaştı.
MLKP-K'nın yönetici kadrolarından olan Hasan yoldaşımız çok yönlü özelliklere sahip bir komünistti. O, gelecek toplumun insanıydı. Militanlık, adanmışlık, baş eğmezlik, sınır tanımaz özveri, yaratıcılık ve komünist duygunun egemen olduğu coşkulu bir ruh hali, O'nun özelliklerinden bazılarıdır.
Hasan Ocak yoldaş başladığı devrimci mücadelesinde kısa süre sonra işkencecilerin eline düştü. Gizli basım işinin başındaydı. Düşmanın susturduğunu sandığı illegal gazetenin yeni bir sayısıyla yakalandı. Dozu gittikçe artan ve iki hafta boyunca süren işkencelerde Hasan yoldaş, adından başka hiç bir şey söylemedi. Kuduran kontrgerillacı tim şefi kıvranıp durdu, ininde yenilmişti.
İşkencecilerle ikinci muharebesi aynı yılın sonbaharında olmuştu. Sorguda, kendisine "bir adam vermesi" için yalvaran işkenceci tim şefi Bayram Kartal'ı "adam mı, ben varım ya" diye yanıtlamak O'na hastı. İşkencelerin 17 gün sürdüğü bu geceli gündüzlü savaşta, işkenceciler onun daha da bilenmiş olduğunu gördüler. Bu savaşı da sevgili yoldaşımız kazandı.
‘88 sonlarından itibaren Hasan yine gizli baskı görevinin başındadır. Son derece disiplinli, türkü söyler gibi keyifle yapıyordu işini. Sık sık onarım sorunu çıkaran baskı aletlerini tamir etmeye uğraşıyor, illegal gazeteyi, bildiri ve kuşları zamanında yetiştirebilmek için olağan üstü bir gayret ve büyük bir şevkle çalışıyordu. Baskı yapamaz hale geldiğinde çaresiz kollarını kavuşturup oturmadı. Devlete ve burjuvaziye ait baskı aletleri ne güne duruyordu. Bir yolunu bulup, gece girdiği, gerekli malzemeleri taşıdığı düşman mekanlarında sabah saatlerine değin gazete, bildiri kuş basıyor, sonra ağır mı ağır çantalarını yüklenip yoldaşlarına iletiyordu. Yıllarca sürdürdü bu görevini. İllegal basım işini Hasan yoldaş kadar uzun süre yapan, onun kadar yayın ve materyal basan-taşıyan komünist ve devrimcilerin sayısı azdır.
İstanbul'da önem verilen bir alanının yönetici komitesinde büyük başarılar kazanan Hasan yoldaş, Birlik Kongresine delege seçimleri yapıldığında yoldaşlarının tüm oylarını alarak kongreye katıldı. Kongre'de mütevazı, çalışkan ve sempatik bir yoldaş olarak dikkat çekti. Güvenlik işinde görevlendirilen ekipte yer aldı. Kurucu üyesi olduğu MLKP-K'nın ilan edildiği saati-dakikayı kaydedecek denli heyecan ve mutluluk dolu olarak birliği onayladı. Birlikten sonra, Birlikle ortaya çıkan tüm imkanları en iyi, en akılcı ve en tam kullanan yoldaşlardan biriydi. Partiyi yaratma, devrim yangınını büyütme hedefine kilitlenmişti. Eleştiriyi tedavi edici bir silah olarak kullanmakta örnek tutumların sahibiydi.
O, öncünün kavga azminin, kararlılığının savaş gücünün ve boyu eğmezliğinin bir ifadesi olarak düştü toprağa. Şimdi göndere çekilmiş bir bayrak ve zafer andıdır. Sözümüz var Gazi Komutanına, iktidar bilincinin parıldadığı, tüm mücadele biçimlerinin ustaca kullanıldığı, devrimin siyasal ordusunu yaratmayı ve savaştırmayı mümkün kılacak bir yolda yürümekteyiz. Sloganlarımız, şarkılarımız ve silahlarımız susmak bilmeyecek. Zafere dek.
Geri: Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
Süleyman Yeter
1962 -7 Mart 1999
Süleyman Yeter, 1962 yılında Erzincan'ın Refahiye ilçesinde başlayan yaşam yolculuğunu bir işçi önderi olarak tamamladığında tarihler 7 Mart 1999'u gösteriyordu. Hayatını işçi sınıfının kurtuluş mücadelesiyle birleştirdiğinde yaşı henüz on altıydı. Yoksul, Kürt ve Alevi bir ailenin çocuğuydu ve babasını küçük yaşlarda kaybetmişti. Lise öğrenimini tamamlamak üzere, 1970'li yılların ortalarında İstanbul'a geldiğinde orada onu hızla yükselen devrimci mücadele bekliyordu.
Lise yıllarından sonra genç ve sosyalist bir işçi olarak fabrikalarda çalışmaya başladı. İşçilerle kısa zamanda kaynaştı ve onları daha yakından tanımaya başladı. Sosyalist kimliğiyle doğal özelliklerini birleştirmesi, onu bir işçi önderi durumuna getiren en önemli etkendi. Durmadan öğrendi, araştırdı, inceledi ve kendini her seferinde yeniden üretti. 1970'lerin doludizgin mücadele yılları sona erip yerini 1980'lerin yenilgi ve ihanet dolu yıllarına bıraktığında Süleyman Yeter'i ayakta tutan, mücadelesinden vazgeçirmeyen başlıca nedenler de bunlardı.
1980 yılı sonrası bir çok fabrikada çalışan Süleyman Yeter, işçi sınıfına sonsuz bir güven duyuyordu. Petrol-İş Sendikası'nın çalışmalarına aktif olarak katılıyor, mücadelenin yine en ön saflarında yerini alıyordu. Bulunduğu her alan bir tartışma ve öğrenme platformuydu. Eleştireldi, ama yıkıcı değildi. Hoşgörülüydü, ama uzlaşmacı değildi. Sorunlara çözüm üretmede son derece yapıcı ve verimliydi. 1980'li yılların sonlarına doğru kurulan Devrimci Sendikal İşçi Muhalefeti'nin (DSİM), örgütleyicileri arasında yer aldı. 3 Ocak 1991 genel grevine katılan Shaup Lorenz işçilerinin en önünde Süleyman Yeter vardı.
Sınıfın kurtuluş mücadelesinin, devrimci-komünist bir partiden geçtiğini çok iyi biliyordu. 1990'lı yılların ortaları, komünistlerin birlik devrimine tanıklık ederken, Süleyman Yeter de komünist bir işçi önderi olarak bu atılımın en önünde yer aldı. Artık görevleri daha da çoğalmıştı. Daha profesyonel bir mücadele yürütmesi gerekiyordu. 1995 yılında Parti tarihinin ilk "İşçi Konferansı"nın düşünsel ve pratik mimarlarından birisi oldu.
1997 yılı Şubat ayında gözaltına alındığında, işkencehanedeki kolektif direnişin de bir parçası oldu. Proletarya davasına bağlılığını işkencehanede de gösterdi. Cezaevinden çıktığında, çok daha donanımlı olarak yeniden işe koyuldu. DİSK'e bağlı Limter-İş'te eğitim uzmanı olarak çalışmaya başladı. Bir yandan sendikanın işkolu barajını aşması için çalışırken, bir yandan da işçilerin birliğini sağlamak için yoğun çaba harcadı.
Süleyman Yeter, tüm bu çalışmalarıyla hem sermayenin hem de sendika patronlarının korkulu rüyası oldu. 5 Mart 1999'da bir kez daha gözaltına alındı, 7 Mart günü, işkenceyle katledildiğinde, işçi sınıfı davasına ve yoldaşlarına olan bağlılığını, son kez, bu defa işkencecilerin yüzüne haykırdı. İşkencede karşısına çıkan komplocu MİT elemanına verdiği "Parti seni er geç açığa çıkartacak" yanıtı, onun pürüzsüz inancının, duru bilincinin, partiye, sınıfa ve sosyalizme olan güveninin, kısaca 39 yıllık dolu dolu yaşamının küçük, ama anlamlı bir özeti gibiydi.
Süleyman Yeter, komünist bir işçi önderiydi. Özgürlük düşünün onurlu taşıyıcısıydı. Sömürgeciliğe karşı Kürtçe bir isyan çağrısıydı. Sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için
1962 -7 Mart 1999
Süleyman Yeter, 1962 yılında Erzincan'ın Refahiye ilçesinde başlayan yaşam yolculuğunu bir işçi önderi olarak tamamladığında tarihler 7 Mart 1999'u gösteriyordu. Hayatını işçi sınıfının kurtuluş mücadelesiyle birleştirdiğinde yaşı henüz on altıydı. Yoksul, Kürt ve Alevi bir ailenin çocuğuydu ve babasını küçük yaşlarda kaybetmişti. Lise öğrenimini tamamlamak üzere, 1970'li yılların ortalarında İstanbul'a geldiğinde orada onu hızla yükselen devrimci mücadele bekliyordu.
Lise yıllarından sonra genç ve sosyalist bir işçi olarak fabrikalarda çalışmaya başladı. İşçilerle kısa zamanda kaynaştı ve onları daha yakından tanımaya başladı. Sosyalist kimliğiyle doğal özelliklerini birleştirmesi, onu bir işçi önderi durumuna getiren en önemli etkendi. Durmadan öğrendi, araştırdı, inceledi ve kendini her seferinde yeniden üretti. 1970'lerin doludizgin mücadele yılları sona erip yerini 1980'lerin yenilgi ve ihanet dolu yıllarına bıraktığında Süleyman Yeter'i ayakta tutan, mücadelesinden vazgeçirmeyen başlıca nedenler de bunlardı.
1980 yılı sonrası bir çok fabrikada çalışan Süleyman Yeter, işçi sınıfına sonsuz bir güven duyuyordu. Petrol-İş Sendikası'nın çalışmalarına aktif olarak katılıyor, mücadelenin yine en ön saflarında yerini alıyordu. Bulunduğu her alan bir tartışma ve öğrenme platformuydu. Eleştireldi, ama yıkıcı değildi. Hoşgörülüydü, ama uzlaşmacı değildi. Sorunlara çözüm üretmede son derece yapıcı ve verimliydi. 1980'li yılların sonlarına doğru kurulan Devrimci Sendikal İşçi Muhalefeti'nin (DSİM), örgütleyicileri arasında yer aldı. 3 Ocak 1991 genel grevine katılan Shaup Lorenz işçilerinin en önünde Süleyman Yeter vardı.
Sınıfın kurtuluş mücadelesinin, devrimci-komünist bir partiden geçtiğini çok iyi biliyordu. 1990'lı yılların ortaları, komünistlerin birlik devrimine tanıklık ederken, Süleyman Yeter de komünist bir işçi önderi olarak bu atılımın en önünde yer aldı. Artık görevleri daha da çoğalmıştı. Daha profesyonel bir mücadele yürütmesi gerekiyordu. 1995 yılında Parti tarihinin ilk "İşçi Konferansı"nın düşünsel ve pratik mimarlarından birisi oldu.
1997 yılı Şubat ayında gözaltına alındığında, işkencehanedeki kolektif direnişin de bir parçası oldu. Proletarya davasına bağlılığını işkencehanede de gösterdi. Cezaevinden çıktığında, çok daha donanımlı olarak yeniden işe koyuldu. DİSK'e bağlı Limter-İş'te eğitim uzmanı olarak çalışmaya başladı. Bir yandan sendikanın işkolu barajını aşması için çalışırken, bir yandan da işçilerin birliğini sağlamak için yoğun çaba harcadı.
Süleyman Yeter, tüm bu çalışmalarıyla hem sermayenin hem de sendika patronlarının korkulu rüyası oldu. 5 Mart 1999'da bir kez daha gözaltına alındı, 7 Mart günü, işkenceyle katledildiğinde, işçi sınıfı davasına ve yoldaşlarına olan bağlılığını, son kez, bu defa işkencecilerin yüzüne haykırdı. İşkencede karşısına çıkan komplocu MİT elemanına verdiği "Parti seni er geç açığa çıkartacak" yanıtı, onun pürüzsüz inancının, duru bilincinin, partiye, sınıfa ve sosyalizme olan güveninin, kısaca 39 yıllık dolu dolu yaşamının küçük, ama anlamlı bir özeti gibiydi.
Süleyman Yeter, komünist bir işçi önderiydi. Özgürlük düşünün onurlu taşıyıcısıydı. Sömürgeciliğe karşı Kürtçe bir isyan çağrısıydı. Sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için
Geri: Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
Ali Bugün
1956-13 Haziran 2004
13 Haziran 2004'de Partimiz MLKP yiğit bir militanını, neferini ve üyesini, Ali Bugün yoldaşı, Kürt ve Türk halkları komünist bir savaşçısını kaybetti. O, 48 yıllık yaşamının, 33 yılını devrime adamış, 14 yılı cezaevlerinde geçmiş, 24 yılı hiçbir resmi kimlik olmadan geçirmiş, kendini devrim ve sosyalizm davasına adamış, inançları uğruna birçok bedeller ödemiş, işkencelerden, zindanlardan geçmiş ama hiçbir zaman yılmamış olan enternasyonalist devrimci bir kişilikti.
Ali yoldaş militanlığını, daha 1980'lerde Çorum direnişinde barikatlarda savaşarak göstermişti. Boyun eğmezliğini, 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra devrimci mücadelenin gerilediği dönemlerde, o dönem saflarında mücadele yürüttüğü örgütte en üst düzeyde yönetici görevler ve komutanlıklar üstlenerek göstermiştir. Faşist diktatörlüğe karşı yürüttüğü örgütlü mücadelede düşmana esir düşmüş ve bir kısmı hücrelerde olmak üzere toplam 7 yıl İstanbul-Metris, Ankara-Mamak zindanlarında kalmıştır. Ardından Ortadoğu'da devrimci mücadelesine devam etti. Devrim ve sosyalizm kavgasının her yerde bedelleri olduğu bilinciyle toplam 7 yıl Suriye zindanlarında yattı, bunun uzunca bir kısmını dış dünyadan tecrit koşullarında geçirdi.
Ali yoldaş zindanlarda da boş durmadı. Dünyadaki, ülkemizdeki ve de Ortadoğu'daki gelişmeleri yakından takip etti, araştırdı, sonuçlar çıkarmaya çalıştı. Ortadoğu halklarının ve özellikle Filistin halkının mücadelesini sürekli yüreğinde hissetti ve bu nedenle altı dil öğrendi. Filistin halkının yaşadığı acıları, umutları, direnişleri anlatan "Kudüs Toprağı" romanının Türkçe'ye kazandırılmasında, Filistin İntifada'sını çok yönlü analiz eden ve önemli bir kaynak kitabı olan "İntifada Gerçeği" kitabının yazılmasında Ali yoldaşın emekleri vardır. Parti kendisiyle Suriye zindanlarında ilişki kurup, yayınlarını kendisine ulaştırdıktan sonra, o artık partinin gelişimini yakından takip eden, yorumlayan ve gözlemlerini partiye ileten örnek bir partili olmuştu. Suriye gericiliğinin zindanlarında uzun yıllar kayıplık olgusu yaşamış olan Ali yoldaş, içerden kendilerinin yürüttüğü kıyasıya mücadele, dışardan partinin çabalarıyla birleşince Suriye gericiliği kayıplık olgusuna son vermek ve onları göstermelik DGM‘lerine çıkarmak zorunda kalmıştı.
Ali yoldaş, Ağustos 2003'de özgürlüğüne kavuştuğunda Parti'yi Ortadoğu'ya taşımak için yoğun bir çaba içine girdi. Partinin uluslararası yayınlarını Arapça'ya çevirerek, Ortadoğu'daki örgütlere taşıdı. Toplam 14 yıllık tutsaklık onun iradesini sarsamamış, tersine kararlılığını bilemişti. Ancak ne yazık ki, ağır tutsaklık koşullarında yakalandığı hastalık artık vücudunu sarmış ve yaşamında etkili olmaya başlamıştı. O ana kadar kendisi hastalığını hiç önemsemediği gibi kimseye de hissettirmemiş ve hastalığı ağırlaşırken bile, partimizin uluslararası ilişkilerde görevli bir militanı olarak, Latin Amerika, Asya devrimlerine yönelik ilgisi ve üstlendiği Enternasyonal Büro görevi bilinciyle çalışmalarını yürütmüştür.
Ali yoldaşımız, tedavi amacıyla geldiği Hollanda'da 13 Haziran 2004'de yaşama veda ederken, geriye kavga dolu örnek bir yaşam bıraktı. O, Hitler faşizmine karşı savaşırken yaşamını yitirmiş antifaşistlerin ve komünistlerin anıtının yanı başına gömüldü. Onun da değerler kattığı, harcını yoğurduğu partimiz, devrim ve sosyalizm kavgasında ateş altında yürüyüşünü bugün daha da güçlü sürdürmektedir. Onun ve diğer şehitlerimizin idealleri mutlaka gerçekleşecek, partimizin kızıl bayrağı Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın dört bir tarafında mutlaka dalgalanacaktır. Partinle gurur duydun. Partin de seninle gurur duyuyor.
Ente Fi Nidaluna. (Sen mücadelemizdesin.)
1956-13 Haziran 2004
13 Haziran 2004'de Partimiz MLKP yiğit bir militanını, neferini ve üyesini, Ali Bugün yoldaşı, Kürt ve Türk halkları komünist bir savaşçısını kaybetti. O, 48 yıllık yaşamının, 33 yılını devrime adamış, 14 yılı cezaevlerinde geçmiş, 24 yılı hiçbir resmi kimlik olmadan geçirmiş, kendini devrim ve sosyalizm davasına adamış, inançları uğruna birçok bedeller ödemiş, işkencelerden, zindanlardan geçmiş ama hiçbir zaman yılmamış olan enternasyonalist devrimci bir kişilikti.
Ali yoldaş militanlığını, daha 1980'lerde Çorum direnişinde barikatlarda savaşarak göstermişti. Boyun eğmezliğini, 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra devrimci mücadelenin gerilediği dönemlerde, o dönem saflarında mücadele yürüttüğü örgütte en üst düzeyde yönetici görevler ve komutanlıklar üstlenerek göstermiştir. Faşist diktatörlüğe karşı yürüttüğü örgütlü mücadelede düşmana esir düşmüş ve bir kısmı hücrelerde olmak üzere toplam 7 yıl İstanbul-Metris, Ankara-Mamak zindanlarında kalmıştır. Ardından Ortadoğu'da devrimci mücadelesine devam etti. Devrim ve sosyalizm kavgasının her yerde bedelleri olduğu bilinciyle toplam 7 yıl Suriye zindanlarında yattı, bunun uzunca bir kısmını dış dünyadan tecrit koşullarında geçirdi.
Ali yoldaş zindanlarda da boş durmadı. Dünyadaki, ülkemizdeki ve de Ortadoğu'daki gelişmeleri yakından takip etti, araştırdı, sonuçlar çıkarmaya çalıştı. Ortadoğu halklarının ve özellikle Filistin halkının mücadelesini sürekli yüreğinde hissetti ve bu nedenle altı dil öğrendi. Filistin halkının yaşadığı acıları, umutları, direnişleri anlatan "Kudüs Toprağı" romanının Türkçe'ye kazandırılmasında, Filistin İntifada'sını çok yönlü analiz eden ve önemli bir kaynak kitabı olan "İntifada Gerçeği" kitabının yazılmasında Ali yoldaşın emekleri vardır. Parti kendisiyle Suriye zindanlarında ilişki kurup, yayınlarını kendisine ulaştırdıktan sonra, o artık partinin gelişimini yakından takip eden, yorumlayan ve gözlemlerini partiye ileten örnek bir partili olmuştu. Suriye gericiliğinin zindanlarında uzun yıllar kayıplık olgusu yaşamış olan Ali yoldaş, içerden kendilerinin yürüttüğü kıyasıya mücadele, dışardan partinin çabalarıyla birleşince Suriye gericiliği kayıplık olgusuna son vermek ve onları göstermelik DGM‘lerine çıkarmak zorunda kalmıştı.
Ali yoldaş, Ağustos 2003'de özgürlüğüne kavuştuğunda Parti'yi Ortadoğu'ya taşımak için yoğun bir çaba içine girdi. Partinin uluslararası yayınlarını Arapça'ya çevirerek, Ortadoğu'daki örgütlere taşıdı. Toplam 14 yıllık tutsaklık onun iradesini sarsamamış, tersine kararlılığını bilemişti. Ancak ne yazık ki, ağır tutsaklık koşullarında yakalandığı hastalık artık vücudunu sarmış ve yaşamında etkili olmaya başlamıştı. O ana kadar kendisi hastalığını hiç önemsemediği gibi kimseye de hissettirmemiş ve hastalığı ağırlaşırken bile, partimizin uluslararası ilişkilerde görevli bir militanı olarak, Latin Amerika, Asya devrimlerine yönelik ilgisi ve üstlendiği Enternasyonal Büro görevi bilinciyle çalışmalarını yürütmüştür.
Ali yoldaşımız, tedavi amacıyla geldiği Hollanda'da 13 Haziran 2004'de yaşama veda ederken, geriye kavga dolu örnek bir yaşam bıraktı. O, Hitler faşizmine karşı savaşırken yaşamını yitirmiş antifaşistlerin ve komünistlerin anıtının yanı başına gömüldü. Onun da değerler kattığı, harcını yoğurduğu partimiz, devrim ve sosyalizm kavgasında ateş altında yürüyüşünü bugün daha da güçlü sürdürmektedir. Onun ve diğer şehitlerimizin idealleri mutlaka gerçekleşecek, partimizin kızıl bayrağı Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın dört bir tarafında mutlaka dalgalanacaktır. Partinle gurur duydun. Partin de seninle gurur duyuyor.
Ente Fi Nidaluna. (Sen mücadelemizdesin.)
Geri: Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
Ahmet Metin Koyuncu
1959-22 Kasım 2000
Eskişehir'in Alpu ilçesine bağlı Kozan köyünde doğan Ahmet Yoldaş, 41 yıllık ömrünün üçte ikisini işçi sınıfının, halklarımızın ve dünya halklarının kurtuluş kavgasında güzelleştirerek ayrıldı aramızdan.
Ahmet yoldaş, devrimci mücadeleye katıldığı 70'li yılları, değişik örgütsel çalışmalar ve legal bir gençlik dergisinin yazı kurulu üyesi olarak geçirmiş, 12 Eylül faşist cuntası karşısında devrimci inanç, duygu ve kararlılığından hiçbir şey eksiltmemiştir. Faşist güçlere esir düşmesi ve sonra tiksintiyle bahsettiği tasfiyecilik sürecinde asla şoka girip demoralize olmamış, tam tersine kavgaya daha sıkı sarılmış, devrimci inancını ve proletaryanın davasına bağlılığını daha da pekiştirmiştir.
1986'da illegal bir merkezi yayın organının yazı kurulu üyesi olarak yer aldığı konferans sürecinde, düşmanın önünde diz çöken tasfiyecilerle, kolektif adına özeleştiri yapmayanlarla kopuşma yaşamış ve ayrılık sonrası ülkeye dönmeye, tüm varlığıyla özgürlük ve sosyalizm savaşımına atılmaya karar vermiştir.
Önce illegal bir dergi etrafında, sonrasında ise tüzüğe dayalı bir örgüt kurarak faaliyet sürdüren küçük bir grubu politik adanmışlıkla, devrim kararlılığıyla ve feda ruhuyla şekillendirdi. Aynı süreçte komünist gruplardan biriyle diyalog kurmuştu. Komünist dayanışma, paylaşım, komünistlerin devrimi örgütlemesi ve zafere önderlik etmesi gerektiği inancındaydı. Bu nedenle 1989'da resmen başlatılan komünistlerin birliği mücadelesine coşkuyla destek vermiş, Komünistlerin Birliği İçin Eşgüdüm Komitesi (KBEK) üyesi olarak görevler almıştır. Birlik Kongresinde MK'ya seçilen Ahmet yoldaş 1995 yazına kadar bu görevini sürdürmüştür.
Ahmet yoldaş, partinin İstanbul'da sergilediği politik atılıma, düşünce üreten, örgütleyen, parti organlarının önüne görevler koyan, inanç taşıyan nitelikli bir devrim işçisiydi. Erdal ve Hasan yoldaşlar için düzenlenen militan ve devrimci törenlerde, 1 Mayıs 95'in hazırlanıp gerçekleştirilmesi, Kayıplar Kampanyası'nın başlatılıp zenginleştirilmesinde, semtlerde faşist devlet kuvvetlerine karşı geliştirilen kararlı askeri duruşlarda onun katkıları unutulmazdır.
Ahmet yoldaş, 1996 başından sonraki süreçte parti üyesi olarak faaliyet yürüttü. Sultanbeyli ilçe baskınından, 96 ölüm Oruçları sürecindeki askeri vuruşlar ile sonraki dönemlerde bir dizi eylemde Kızıl Müfreze Komutanı olarak görev yaparken, aynı zamanda, politik mücadelenin ihtiyaçlarına cevap olabilmenin imkanlarını zorluyordu.
22 Kasım 2000'de, şehitlerimize bağlılığı ve yüreğini kalkan yaparak faşist devlet terörüne ve F tipi tecrit saldırısına karşı bombalar ve yıllardır taşıdığı silahıyla, sloganlar haykırarak polis karargahına yürüyen Ahmet Yoldaş, geride boyun eğmez bir komünistin, halka ve yoldaşlara bağlı bir militanın gerilla tarzı yaşam mirasını bırakmıştır. Bir partili ve sosyalizmin kahraman bir savaşçısı olan Ahmet Metin yoldaşın idealleri mutlaka zafere ulaştırılacaktır.
1959-22 Kasım 2000
Eskişehir'in Alpu ilçesine bağlı Kozan köyünde doğan Ahmet Yoldaş, 41 yıllık ömrünün üçte ikisini işçi sınıfının, halklarımızın ve dünya halklarının kurtuluş kavgasında güzelleştirerek ayrıldı aramızdan.
Ahmet yoldaş, devrimci mücadeleye katıldığı 70'li yılları, değişik örgütsel çalışmalar ve legal bir gençlik dergisinin yazı kurulu üyesi olarak geçirmiş, 12 Eylül faşist cuntası karşısında devrimci inanç, duygu ve kararlılığından hiçbir şey eksiltmemiştir. Faşist güçlere esir düşmesi ve sonra tiksintiyle bahsettiği tasfiyecilik sürecinde asla şoka girip demoralize olmamış, tam tersine kavgaya daha sıkı sarılmış, devrimci inancını ve proletaryanın davasına bağlılığını daha da pekiştirmiştir.
1986'da illegal bir merkezi yayın organının yazı kurulu üyesi olarak yer aldığı konferans sürecinde, düşmanın önünde diz çöken tasfiyecilerle, kolektif adına özeleştiri yapmayanlarla kopuşma yaşamış ve ayrılık sonrası ülkeye dönmeye, tüm varlığıyla özgürlük ve sosyalizm savaşımına atılmaya karar vermiştir.
Önce illegal bir dergi etrafında, sonrasında ise tüzüğe dayalı bir örgüt kurarak faaliyet sürdüren küçük bir grubu politik adanmışlıkla, devrim kararlılığıyla ve feda ruhuyla şekillendirdi. Aynı süreçte komünist gruplardan biriyle diyalog kurmuştu. Komünist dayanışma, paylaşım, komünistlerin devrimi örgütlemesi ve zafere önderlik etmesi gerektiği inancındaydı. Bu nedenle 1989'da resmen başlatılan komünistlerin birliği mücadelesine coşkuyla destek vermiş, Komünistlerin Birliği İçin Eşgüdüm Komitesi (KBEK) üyesi olarak görevler almıştır. Birlik Kongresinde MK'ya seçilen Ahmet yoldaş 1995 yazına kadar bu görevini sürdürmüştür.
Ahmet yoldaş, partinin İstanbul'da sergilediği politik atılıma, düşünce üreten, örgütleyen, parti organlarının önüne görevler koyan, inanç taşıyan nitelikli bir devrim işçisiydi. Erdal ve Hasan yoldaşlar için düzenlenen militan ve devrimci törenlerde, 1 Mayıs 95'in hazırlanıp gerçekleştirilmesi, Kayıplar Kampanyası'nın başlatılıp zenginleştirilmesinde, semtlerde faşist devlet kuvvetlerine karşı geliştirilen kararlı askeri duruşlarda onun katkıları unutulmazdır.
Ahmet yoldaş, 1996 başından sonraki süreçte parti üyesi olarak faaliyet yürüttü. Sultanbeyli ilçe baskınından, 96 ölüm Oruçları sürecindeki askeri vuruşlar ile sonraki dönemlerde bir dizi eylemde Kızıl Müfreze Komutanı olarak görev yaparken, aynı zamanda, politik mücadelenin ihtiyaçlarına cevap olabilmenin imkanlarını zorluyordu.
22 Kasım 2000'de, şehitlerimize bağlılığı ve yüreğini kalkan yaparak faşist devlet terörüne ve F tipi tecrit saldırısına karşı bombalar ve yıllardır taşıdığı silahıyla, sloganlar haykırarak polis karargahına yürüyen Ahmet Yoldaş, geride boyun eğmez bir komünistin, halka ve yoldaşlara bağlı bir militanın gerilla tarzı yaşam mirasını bırakmıştır. Bir partili ve sosyalizmin kahraman bir savaşçısı olan Ahmet Metin yoldaşın idealleri mutlaka zafere ulaştırılacaktır.
Geri: Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
Abuzer Çat
1968 -26 Eylül 1996
Malatya'nın Haçova köyünde 1968 yılında dünyaya gelen Abuzer ÇAT, emekçi bir ailenin çocuğuydu. Çok zor şartlar altında orta öğrenimini tamamladı. Hacettepe Psikoloji bölümünde okuyan ve bu bölümden mezun olan yoldaşımız Abuzer ÇAT, bu yıllarda mücadele içinde giderek daha aktifleşen bir biçimde yer alır.
15 Ekim 1995'te gözaltına alınıp ağır işkencelerden geçirildi ve bu gözaltı sonrası serbest bırakıldı. Ancak 6 Mart 1996'daki gözaltısı, onun için uzun bir tutsaklık döneminin de başlangıcıydı.
21 Mart'ta Ulucanlar Hapishanesi'ne gönderildi. 1996 Ölüm Orucu direnişinde o da ölüm orucu gönüllüsüydü. Devlet, F tiplerini yaşama geçirmek için, 26 Eylül 1999'da Ankara Ulucanlar Cezaevi'ne yapacağı saldırıda katledeceği tutsakları daha önceden tespit etmişti. Yani kim öldürüleceği belliydi. Koğuşlarda başlatılan ve hapishanenin hamamında devam eden saldırıda 10 devrimci tutsak vahşice katledildi.
Bu katliamda şehit olan Abuzer yoldaş, devrimci disiplini ve zindan yaşamında hızlı gelişimiyle her devrimciye örnek olabilecek bir prototipti. Ulucanlar zindan çarpışmasında, partimizin temsilcisi, sıra neferi, sosyalizm mücadelesine kendini adayan, komünizm bayrağını yükseklerde dalgalandıran Abuzer Çat yoldaşı, Parti, MK kararıyla MLKP onur üyesi yapmıştır.
Abuzer yoldaş, günlük yaşamı örgütlemede disiplin ve iradesiyle örnekti. En sorunlu işler onunla yoluna girerdi. Gerek insanlarla sohbetlerinde olsun, gerekse yoldaşlarıyla tartışmalarda olsun Abuzer, her zaman karşısındakinin insani özelliklerini alır ve konuşmalarını ona göre şekillendirirdi. Karşısındakini dinleyerek anlamaya, tüm bilgi ve becerisini karşısındakinin problemini birlikte aşmaya harcardı. Konu ne olursa olsun, onun karşısında anlamını yitirir, konuşması ve olaylara yaklaşımı karşısında problemler eriyip giderdi.
Abuzer yoldaş, yaşamı diyalektik materyalist açıdan yorumlamasını ve onu yaşamda teorize etmesini bilen bir yoldaşımızdı. Olaylara insani yaklaşımın yaşamdaki tüm çelişkileri gidereceğine inanıyordu ve yaşama geçirmeye çalışıyordu. Yaşamı eleştirel kavramasını, kime ne öğreteceğini, kimden ne öğreneceğini bilen ve kendini mücadelede öyle konumlandıran bir neferdi. Yaşamda her şeye hazırlıklı olması gerektiğini söyler, yaşamda insani olan her şeyi yadsımaz, kendisini buna göre konumlandırır ve bu nedenle hiçbir şey karşısında hazırlıksız yakalanmazdı. Yoldaş, hepimiz gibi insan olmanın koşullarını yerine getiren ve onun için devrimciliği, komünistliği seçen, bunun mücadelesini veren bir yoldaştı. Onun için devrim ordusunun bir sıra neferi olmak en büyük gurur ve mutluluk kaynağıydı.
Abuzer yoldaşın kahramanlığı, bir yıldız gibi önümüzü aydınlatıyor. [/B]
1968 -26 Eylül 1996
Malatya'nın Haçova köyünde 1968 yılında dünyaya gelen Abuzer ÇAT, emekçi bir ailenin çocuğuydu. Çok zor şartlar altında orta öğrenimini tamamladı. Hacettepe Psikoloji bölümünde okuyan ve bu bölümden mezun olan yoldaşımız Abuzer ÇAT, bu yıllarda mücadele içinde giderek daha aktifleşen bir biçimde yer alır.
15 Ekim 1995'te gözaltına alınıp ağır işkencelerden geçirildi ve bu gözaltı sonrası serbest bırakıldı. Ancak 6 Mart 1996'daki gözaltısı, onun için uzun bir tutsaklık döneminin de başlangıcıydı.
21 Mart'ta Ulucanlar Hapishanesi'ne gönderildi. 1996 Ölüm Orucu direnişinde o da ölüm orucu gönüllüsüydü. Devlet, F tiplerini yaşama geçirmek için, 26 Eylül 1999'da Ankara Ulucanlar Cezaevi'ne yapacağı saldırıda katledeceği tutsakları daha önceden tespit etmişti. Yani kim öldürüleceği belliydi. Koğuşlarda başlatılan ve hapishanenin hamamında devam eden saldırıda 10 devrimci tutsak vahşice katledildi.
Bu katliamda şehit olan Abuzer yoldaş, devrimci disiplini ve zindan yaşamında hızlı gelişimiyle her devrimciye örnek olabilecek bir prototipti. Ulucanlar zindan çarpışmasında, partimizin temsilcisi, sıra neferi, sosyalizm mücadelesine kendini adayan, komünizm bayrağını yükseklerde dalgalandıran Abuzer Çat yoldaşı, Parti, MK kararıyla MLKP onur üyesi yapmıştır.
Abuzer yoldaş, günlük yaşamı örgütlemede disiplin ve iradesiyle örnekti. En sorunlu işler onunla yoluna girerdi. Gerek insanlarla sohbetlerinde olsun, gerekse yoldaşlarıyla tartışmalarda olsun Abuzer, her zaman karşısındakinin insani özelliklerini alır ve konuşmalarını ona göre şekillendirirdi. Karşısındakini dinleyerek anlamaya, tüm bilgi ve becerisini karşısındakinin problemini birlikte aşmaya harcardı. Konu ne olursa olsun, onun karşısında anlamını yitirir, konuşması ve olaylara yaklaşımı karşısında problemler eriyip giderdi.
Abuzer yoldaş, yaşamı diyalektik materyalist açıdan yorumlamasını ve onu yaşamda teorize etmesini bilen bir yoldaşımızdı. Olaylara insani yaklaşımın yaşamdaki tüm çelişkileri gidereceğine inanıyordu ve yaşama geçirmeye çalışıyordu. Yaşamı eleştirel kavramasını, kime ne öğreteceğini, kimden ne öğreneceğini bilen ve kendini mücadelede öyle konumlandıran bir neferdi. Yaşamda her şeye hazırlıklı olması gerektiğini söyler, yaşamda insani olan her şeyi yadsımaz, kendisini buna göre konumlandırır ve bu nedenle hiçbir şey karşısında hazırlıksız yakalanmazdı. Yoldaş, hepimiz gibi insan olmanın koşullarını yerine getiren ve onun için devrimciliği, komünistliği seçen, bunun mücadelesini veren bir yoldaştı. Onun için devrim ordusunun bir sıra neferi olmak en büyük gurur ve mutluluk kaynağıydı.
Abuzer yoldaşın kahramanlığı, bir yıldız gibi önümüzü aydınlatıyor. [/B]
Geri: Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
Ali Haydar Göçer
1971-7 Ağustos 1996
Ali Haydar Göçer yoldaş, 1971'de Dersim'in Nazmiye ilçesinde dünyaya geldi. Beş kardeşi vardı. Küçük yaşlardayken ailesi çocuklarını okutmak için İstanbul'a taşındı. Ali Haydar bir yandan okula gidiyor, diğer yandan da çalışıyor, okul çıkışlarında boyacılık yapıyordu. Okumayı çok istemesine rağmen, ekonomik sıkıntılar bu emekçi ailenin yakasını bırakmadı ve lise birinci sınıfta okulu bırakmak zorunda kaldı.
Olgun ve ölçülü tavırları, mütevazı ve sade yaşamı, disiplini ve çalışkanlığıyla mahallede, fabrikada, herkesin sevdiği, saygı duyduğu bir insandı.
Devrimci mücadeleyle işçilik yaşamı esnasında tanıştı.
Ali Haydar yoldaş, MLKP kurucu üyesi ve Kızıl Müfreze komutanıydı.
Adanmış bir devrimci, partimizin gelişip güçlenmesi ve bir savaş örgütü olarak kendi tarihsel rolünü oynaması için sorumluluk bilincini en üst düzeyde yasayan bir yoldaştı.
Kızıl Müfrezelerin düşmana yönelik saldırılarında Ali Haydar yoldaş daima en önde yer alarak savaşçılığın en iyi örneklerini verdi. Kızıl Müfreze'nin bütün saldırılarında, varoş barikatlarında, direnişlerde Ali Haydar yoldaş vardı. O savaşçılığı, militanlığı ve disipliniyle örnek teşkil eden bir parti üyesiydi.
Şehit düştüğü çatışmada da, feda ruhunun, daima en önde savaşma pratiğinin, militanlığının en ileri örneğini verdi. Nasıl yaşadıysa, öyle düştü savaşta.
7 Ağustos 1996'da komuta ettiği Müfreze birliği, İstanbul'un Bahçelievler ilçesinde, Mahmutbey'de polis pususuna düştü. Yoldaşlarına geri çekilme talimatı veren Ali Haydar yoldaş, çatışmada yaralı olarak esir düştü. 8 Ağustos günü doktorların, yakınları ve yoldaşlarına durumunun iyi olduğu bilgisini vermesine rağmen, aynı çatışmada yaralanan polisin ölmesinin ardından onun intikamını almak isteyen işkenceciler, kaldırıldığı hastanede tedavi edilmesine engel oldu ve 9 Ağustos günü yoldaşımıza yaralıyken işkence yaparak katletti.
Mahallesinde herkes tarafından sevilen, ve çocukluk arkadaşlarınca, "Onun ölene dek devrimci olacağı belliydi" diye tarif edilen Ali Haydar yoldaşın hem en önde savaşıp hem bir sıra neferi olma, kahramanca bir yaşamın destansılığında, mütevazı ve yalın bir emekçi yaşamı sürdürme onuru, emekçi kahramanlığı yolumuzu aydınlatıyor.
1971-7 Ağustos 1996
Ali Haydar Göçer yoldaş, 1971'de Dersim'in Nazmiye ilçesinde dünyaya geldi. Beş kardeşi vardı. Küçük yaşlardayken ailesi çocuklarını okutmak için İstanbul'a taşındı. Ali Haydar bir yandan okula gidiyor, diğer yandan da çalışıyor, okul çıkışlarında boyacılık yapıyordu. Okumayı çok istemesine rağmen, ekonomik sıkıntılar bu emekçi ailenin yakasını bırakmadı ve lise birinci sınıfta okulu bırakmak zorunda kaldı.
Olgun ve ölçülü tavırları, mütevazı ve sade yaşamı, disiplini ve çalışkanlığıyla mahallede, fabrikada, herkesin sevdiği, saygı duyduğu bir insandı.
Devrimci mücadeleyle işçilik yaşamı esnasında tanıştı.
Ali Haydar yoldaş, MLKP kurucu üyesi ve Kızıl Müfreze komutanıydı.
Adanmış bir devrimci, partimizin gelişip güçlenmesi ve bir savaş örgütü olarak kendi tarihsel rolünü oynaması için sorumluluk bilincini en üst düzeyde yasayan bir yoldaştı.
Kızıl Müfrezelerin düşmana yönelik saldırılarında Ali Haydar yoldaş daima en önde yer alarak savaşçılığın en iyi örneklerini verdi. Kızıl Müfreze'nin bütün saldırılarında, varoş barikatlarında, direnişlerde Ali Haydar yoldaş vardı. O savaşçılığı, militanlığı ve disipliniyle örnek teşkil eden bir parti üyesiydi.
Şehit düştüğü çatışmada da, feda ruhunun, daima en önde savaşma pratiğinin, militanlığının en ileri örneğini verdi. Nasıl yaşadıysa, öyle düştü savaşta.
7 Ağustos 1996'da komuta ettiği Müfreze birliği, İstanbul'un Bahçelievler ilçesinde, Mahmutbey'de polis pususuna düştü. Yoldaşlarına geri çekilme talimatı veren Ali Haydar yoldaş, çatışmada yaralı olarak esir düştü. 8 Ağustos günü doktorların, yakınları ve yoldaşlarına durumunun iyi olduğu bilgisini vermesine rağmen, aynı çatışmada yaralanan polisin ölmesinin ardından onun intikamını almak isteyen işkenceciler, kaldırıldığı hastanede tedavi edilmesine engel oldu ve 9 Ağustos günü yoldaşımıza yaralıyken işkence yaparak katletti.
Mahallesinde herkes tarafından sevilen, ve çocukluk arkadaşlarınca, "Onun ölene dek devrimci olacağı belliydi" diye tarif edilen Ali Haydar yoldaşın hem en önde savaşıp hem bir sıra neferi olma, kahramanca bir yaşamın destansılığında, mütevazı ve yalın bir emekçi yaşamı sürdürme onuru, emekçi kahramanlığı yolumuzu aydınlatıyor.
Geri: Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
Ali Karahan
1965 -9 Nisan 1995
Proletaryanın kültürüyle yetişmiş devrimci ve mütevazı yaşamıyla örnek olan, hukuk cephesinin militan savunucularından, devrimci ve yurtseverlerin avukatı, parti işçisi Ali Karahan yoldaş, kavgaya sessizce girmiş, ama kendini ortaya koyuşu ve gelişimiyle gücü ve yankısı yüksek bir ses olmuştur. Bu nedenledir ki Ali yoldaş, başta Kürdistan illeri olmak üzere çalıştığı bütün yerlerde devrimci, yurtsever ve emekçiler üzerinde derin ve kalıcı izler bırakmıştır.
12 Eylül yıllarında ilk gençliğini yaşayan Ali, koşulların gerici ve tasfiyeci etkilerinin aksine bir tutum sergilemiştir. Kuşağının şanssızlığına ve yitirilmeye yüz tutmuş haline rağmen o, bilincini ve belleğini faşizme teslim etmez. Duyarlı ve dinamik bilinci onu okumaya, kavramaya ve bir nitelik oluşturmaya yöneltir. Ankara Hukuk Fakültesi'nde öğrenim gördüğü dönem, mücadele üzerindeki ölü toprağın atılmaya başladığı bir dönemdir. Daha o dönemde Ali yoldaş, devrimci savaşa hangi cepheden katılacağına dair bir karara varır: O, devrimin ve mücadelenin avukatı olacaktır. Devletin devrimci ve yurtsever harekete karşı kullandığı burjuva hukuk alanını devlete karşı bir silah ve devrimi savunmanın bir mevzisi haline getirmenin hazırlıklarına başlar. Bu dönemde burjuva devlet niteliğinin irdelendiği "anayasalar", "siyasi davalarda savunma" ve "ceza hukukunda savunma teknikleri" gibi konularda tezler hazırlayarak bunları kitle toplantılarının konusu haline getirir. Bu dönemdeki faaliyetleriyle düzenin kendisine sunduğu olanaklardan, küçük burjuva aydın özlemlerinden fiili ve düşünsel bir kopuş gerçekleştiren Ali yoldaş, artık devrimin avukatıdır.
Ankara'da başlayıp, asıl olarak Kürdistan'da devam eden mücadelesi tam bir devrim avukatı vasfına uygun olarak seyretmiştir. Önceden sağladığı akademik ve politik birikimi, kavganın günlük ve sıcak gerçekleriyle ustaca yoğurarak DGM salonlarını faşist yasalara dar edecek bir nitelik oluşturmuştur. Kürdistan'ın ağır koşullarında, her baskın ve operasyonda emniyetin, savcılığın yakasına yapışan, faşist katliamlar sonrası devrim şehitlerinin bedenlerini devletten almak için dişe diş savaşan O'dur. Devrimci değerleri cezaevinde, işkencede ve yaşamın her kesitinde korumuş ve o değerleri koruyanlara derin bir sevgiyle bağlanmıştır. Devrimin bilimselliği ve onu yaşamda hissetmenin romantizmi, Ali yoldaşın kişilik bütünlüğünü oluşturur.
9 Nisan 1995'te, gözaltında olduğu kabul edilmeyen bir yoldaşını faşizmin elinden almaya çalıştığı esnada geçirdiği kalp krizi sonucu şehit düşen Ali yoldaş bize, hukuk alanında nasıl parti militanı olunacağını gösterdi. Yeteneklerini ve erdemlerini olgun, gösterişsiz, ama etki gücü yüksek olarak partinin, işçi sınıfı ve emekçi yığınların hizmetine sokan Ali yoldaş, bir doğal kitle önderi özellikleriyle yüklüydü. Aydın komünist bir militan olarak daima kitlelerin önünde, ama onlara asla uzak olmayan Ali yoldaşın yaşamına rehber diye bakmak gerekir.
Ve biz hala ona bakıyoruz. Her baktığımızda yeni erdemlerin, yeni kazanımların kıvılcımlarını görüyoruz. Hukuk mücadelesini devrim mücadelesi ile kaynaştırarak, faşizmin mahkemelerine yoldaşlarının ve devrimcilerin mücadelesinin meşruluğunu taşıyan Ali Karahan yoldaş, devrimin avukatı olarak partili yüreklerde yaşamaya devam ediyor.
1965 -9 Nisan 1995
Proletaryanın kültürüyle yetişmiş devrimci ve mütevazı yaşamıyla örnek olan, hukuk cephesinin militan savunucularından, devrimci ve yurtseverlerin avukatı, parti işçisi Ali Karahan yoldaş, kavgaya sessizce girmiş, ama kendini ortaya koyuşu ve gelişimiyle gücü ve yankısı yüksek bir ses olmuştur. Bu nedenledir ki Ali yoldaş, başta Kürdistan illeri olmak üzere çalıştığı bütün yerlerde devrimci, yurtsever ve emekçiler üzerinde derin ve kalıcı izler bırakmıştır.
12 Eylül yıllarında ilk gençliğini yaşayan Ali, koşulların gerici ve tasfiyeci etkilerinin aksine bir tutum sergilemiştir. Kuşağının şanssızlığına ve yitirilmeye yüz tutmuş haline rağmen o, bilincini ve belleğini faşizme teslim etmez. Duyarlı ve dinamik bilinci onu okumaya, kavramaya ve bir nitelik oluşturmaya yöneltir. Ankara Hukuk Fakültesi'nde öğrenim gördüğü dönem, mücadele üzerindeki ölü toprağın atılmaya başladığı bir dönemdir. Daha o dönemde Ali yoldaş, devrimci savaşa hangi cepheden katılacağına dair bir karara varır: O, devrimin ve mücadelenin avukatı olacaktır. Devletin devrimci ve yurtsever harekete karşı kullandığı burjuva hukuk alanını devlete karşı bir silah ve devrimi savunmanın bir mevzisi haline getirmenin hazırlıklarına başlar. Bu dönemde burjuva devlet niteliğinin irdelendiği "anayasalar", "siyasi davalarda savunma" ve "ceza hukukunda savunma teknikleri" gibi konularda tezler hazırlayarak bunları kitle toplantılarının konusu haline getirir. Bu dönemdeki faaliyetleriyle düzenin kendisine sunduğu olanaklardan, küçük burjuva aydın özlemlerinden fiili ve düşünsel bir kopuş gerçekleştiren Ali yoldaş, artık devrimin avukatıdır.
Ankara'da başlayıp, asıl olarak Kürdistan'da devam eden mücadelesi tam bir devrim avukatı vasfına uygun olarak seyretmiştir. Önceden sağladığı akademik ve politik birikimi, kavganın günlük ve sıcak gerçekleriyle ustaca yoğurarak DGM salonlarını faşist yasalara dar edecek bir nitelik oluşturmuştur. Kürdistan'ın ağır koşullarında, her baskın ve operasyonda emniyetin, savcılığın yakasına yapışan, faşist katliamlar sonrası devrim şehitlerinin bedenlerini devletten almak için dişe diş savaşan O'dur. Devrimci değerleri cezaevinde, işkencede ve yaşamın her kesitinde korumuş ve o değerleri koruyanlara derin bir sevgiyle bağlanmıştır. Devrimin bilimselliği ve onu yaşamda hissetmenin romantizmi, Ali yoldaşın kişilik bütünlüğünü oluşturur.
9 Nisan 1995'te, gözaltında olduğu kabul edilmeyen bir yoldaşını faşizmin elinden almaya çalıştığı esnada geçirdiği kalp krizi sonucu şehit düşen Ali yoldaş bize, hukuk alanında nasıl parti militanı olunacağını gösterdi. Yeteneklerini ve erdemlerini olgun, gösterişsiz, ama etki gücü yüksek olarak partinin, işçi sınıfı ve emekçi yığınların hizmetine sokan Ali yoldaş, bir doğal kitle önderi özellikleriyle yüklüydü. Aydın komünist bir militan olarak daima kitlelerin önünde, ama onlara asla uzak olmayan Ali yoldaşın yaşamına rehber diye bakmak gerekir.
Ve biz hala ona bakıyoruz. Her baktığımızda yeni erdemlerin, yeni kazanımların kıvılcımlarını görüyoruz. Hukuk mücadelesini devrim mücadelesi ile kaynaştırarak, faşizmin mahkemelerine yoldaşlarının ve devrimcilerin mücadelesinin meşruluğunu taşıyan Ali Karahan yoldaş, devrimin avukatı olarak partili yüreklerde yaşamaya devam ediyor.
Geri: Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
Erdal Balcı
1976-4 Kasım 1994
Erdal yoldaş, Malatyalı yoksul bir emekçi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk okuldan sonra okuyamadı, çünkü ekmek kavgası, milyonlarca yaşıtı gibi O'nu da bekliyordu. İstanbul'a göç ettiklerinde elinde fırçasıyla genç bir boyacı ustası oldu ve ailesinin geçim yükünü omuzladı. Çok sayıda işte çalışan Erdal, tam bir proleter kişiliğe sahipti. Komünistlerle tanıştı, bilinçlendikçe kavgaya daha güçlü sarıldı.
Birlik Devrimi, Erdal yoldaşın yaşamında da bir devrim yarattı. Proletaryanın iktidar mücadelesindeki en büyük silahı olan komünist partisi, coğrafyamızda yetmiş yıl aradan sonra yeniden yaratılıyordu. Erdal yüzünü partiye, devrim ateşine döndü. Eylemlere ve çalışmalara tüm enerjisiyle katıldı. MLKP-K'nin ilanını emekçi semtlerinden biri olan Gülsuyu ve çevresinde yürütüyordu. Pankart asacaklardı ve tüm risklere rağmen eylemi gerçekleştirmede kararlıydılar. Zira haftalardır devam eden MLKP-K tanıtım kampanyası siyasi polisi deliye çevirmişti ve katiller kan istiyordu.
Pankartın asılacağı yer, Maltepe Esenkent'teki üstgeçitti. Eylem yerine geldiler, güvenliği aldılar. Pankart asılıyordu. O sırada ateş edilmeye başladı. Bir başka yerdeki bombalı pankartı indirmekten dönen katil polislerle karşılaşmışlardı. Kısa süreli bir çatışma yaşandı ve katiller sokak infazlarına bir yenisini daha eklediler. Böylece MLKP, Birlik Devrimi'nin ürünü olarak tarih sahnesine çıkışının ardından kısa bir süre sonra, 3 Kasım 1994'de kavga alanlarında ilk şehidini veriyordu.
Tüm engellemelere rağmen yoldaşları, ölümsüzlüğe yolculuğunda Erdal'ı yalnız bırakmadı ve O'nu türkülerle uğurladılar. Çünkü ölümünden bir kaç yıl önce yoldaşlarına "Şehit düşersem eğer, beni gözyaşlarıyla değil, türkülerle uğurlayın" demişti.
O, Birlik Devrimi'nin yeni bir formda yarattığı örgütün coşku ve atılımını kuşanmış, proleter bir parti neferiydi. Büyük bir davaya, büyük bir kavgaya Birlik Devrimi ve onun ürünü partiyle koyulurken, ilk ölümsüzler kervanına katılma onuru Erdal yoldaşın olmuştu. Bir köprüde durduğu yiğit ama mütevazı pankart nöbetinde, proleter kimliğine yakışır şekilde ölümsüzleşti. Erdal Balcı yoldaşın MLKP'nin ilk şehidi olarak ölümsüzleştiği Kasım ayı, "Şehitler ayı" olarak yazıldı tarihe ve yüreklerimize!..
Şimdi yaratılan her değerde ve kazanılan her zaferde 18 yaşındaki o genç ve yiğit devrimcinin emeği vardır. Binler, on binlere ve umudun ordusu devrime vardığında Erdal yoldaşa verilen sözler tutulmuş olacaktır. Ve O'nun için en güzel türkülerimizi o zaman söyleyeceğiz. Her pankart nöbetinde, her eylemde, her türküde Erdal yoldaşa olan sevgi ve bağlılığımız dile gelecek. Çünkü artık O, doğmakta olan bir umudun silahından fırlayan ilk kurşun olarak saplanmıştır düşmanın kokuşmuş gövdesine.
1976-4 Kasım 1994
Erdal yoldaş, Malatyalı yoksul bir emekçi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk okuldan sonra okuyamadı, çünkü ekmek kavgası, milyonlarca yaşıtı gibi O'nu da bekliyordu. İstanbul'a göç ettiklerinde elinde fırçasıyla genç bir boyacı ustası oldu ve ailesinin geçim yükünü omuzladı. Çok sayıda işte çalışan Erdal, tam bir proleter kişiliğe sahipti. Komünistlerle tanıştı, bilinçlendikçe kavgaya daha güçlü sarıldı.
Birlik Devrimi, Erdal yoldaşın yaşamında da bir devrim yarattı. Proletaryanın iktidar mücadelesindeki en büyük silahı olan komünist partisi, coğrafyamızda yetmiş yıl aradan sonra yeniden yaratılıyordu. Erdal yüzünü partiye, devrim ateşine döndü. Eylemlere ve çalışmalara tüm enerjisiyle katıldı. MLKP-K'nin ilanını emekçi semtlerinden biri olan Gülsuyu ve çevresinde yürütüyordu. Pankart asacaklardı ve tüm risklere rağmen eylemi gerçekleştirmede kararlıydılar. Zira haftalardır devam eden MLKP-K tanıtım kampanyası siyasi polisi deliye çevirmişti ve katiller kan istiyordu.
Pankartın asılacağı yer, Maltepe Esenkent'teki üstgeçitti. Eylem yerine geldiler, güvenliği aldılar. Pankart asılıyordu. O sırada ateş edilmeye başladı. Bir başka yerdeki bombalı pankartı indirmekten dönen katil polislerle karşılaşmışlardı. Kısa süreli bir çatışma yaşandı ve katiller sokak infazlarına bir yenisini daha eklediler. Böylece MLKP, Birlik Devrimi'nin ürünü olarak tarih sahnesine çıkışının ardından kısa bir süre sonra, 3 Kasım 1994'de kavga alanlarında ilk şehidini veriyordu.
Tüm engellemelere rağmen yoldaşları, ölümsüzlüğe yolculuğunda Erdal'ı yalnız bırakmadı ve O'nu türkülerle uğurladılar. Çünkü ölümünden bir kaç yıl önce yoldaşlarına "Şehit düşersem eğer, beni gözyaşlarıyla değil, türkülerle uğurlayın" demişti.
O, Birlik Devrimi'nin yeni bir formda yarattığı örgütün coşku ve atılımını kuşanmış, proleter bir parti neferiydi. Büyük bir davaya, büyük bir kavgaya Birlik Devrimi ve onun ürünü partiyle koyulurken, ilk ölümsüzler kervanına katılma onuru Erdal yoldaşın olmuştu. Bir köprüde durduğu yiğit ama mütevazı pankart nöbetinde, proleter kimliğine yakışır şekilde ölümsüzleşti. Erdal Balcı yoldaşın MLKP'nin ilk şehidi olarak ölümsüzleştiği Kasım ayı, "Şehitler ayı" olarak yazıldı tarihe ve yüreklerimize!..
Şimdi yaratılan her değerde ve kazanılan her zaferde 18 yaşındaki o genç ve yiğit devrimcinin emeği vardır. Binler, on binlere ve umudun ordusu devrime vardığında Erdal yoldaşa verilen sözler tutulmuş olacaktır. Ve O'nun için en güzel türkülerimizi o zaman söyleyeceğiz. Her pankart nöbetinde, her eylemde, her türküde Erdal yoldaşa olan sevgi ve bağlılığımız dile gelecek. Çünkü artık O, doğmakta olan bir umudun silahından fırlayan ilk kurşun olarak saplanmıştır düşmanın kokuşmuş gövdesine.
Geri: Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
Hasan Albayrak
1978 -1 Mayıs 1996
Hasan Albayrak 1 Mayıs ‘96'da vurulduğunda, henüz 20 yaşlarında gencecik bir parti neferiydi. Birlik devrimi O'nun harcını karmıştı: Her şey devrim için ilkesi yaşamını, can bedeli üstlendiği görevini yapmaya yöneltti. Birliğin O'nda yarattığı coşkuyu, heyecanı, arkadaşlarına, ailesine, Tuzla deri işçilerine taşıdı. Partinin olduğu her yerde O vardı. Partiye dair her türlü iş, artık O'na aitti. Birliğin coşkusuyla, ‘95'in devrimci ruhuyla parti saflarına katılan, umudu, geleceği parti bilen yüzlerce parti neferinden biriydi. Tuzla'daki işçiliği parti işçiliğinde vücut buldu.
‘96 1 Mayıs'ı kimilerine göre bir mahşer günüydü ve İstanbul'un göbeğini Kadıköy'ü soksak sokak kuşatıyordu. Polis barikatı, panzer sirenleri, coplar, kalkanlar çaresizdi. Devrimci 1 Mayıs, devrimci kalacaktı. ‘77 1 Mayıs'ında panzere, kurşuna siper bedenler, 100 bin yürek ‘96 devrimci atılımını boğmaya çalışanlara karşı yine oradaydı.
Ancak ne ölüm, ne kurşun...Tek gerçek, tek tarihsel görev: Pankart alana sokulacak. Polis alana girmek isteyen ilk grubun üzerine ateş açtı. Bir Hasan'ımız daha düştü. Elinde, ne koşulda olursa olsun alana sokmaya yemin ettiği partinin, partisinin pankartı vardı. Kanı daha soğumadan, yine bir pankarta sarıldı. Huzurlu bir gülümseyiş vardı yüzünde.
Sıra neferliği Hasan'ın yaşamında ve ölümünde somutlaşıyordu. Mütevazı yaşamı, mütevazı ama bir o kadar da militan ve tarihsel değeri olan bir ölümle sonlandı. Devrimin gerçekliği, savaşın yalınlığıyla örtüşen ölümdü bu.
Şimdi Hasan Albayrak yoldaşı O'nunla birlikte şehit düşen iki siper yoldaşıyla beraber tarih defterine yazdık. ‘96 1 Mayıs'ını onların adıyla anıyoruz. Tüm şehitlerimizin olduğu gibi Hasan yoldaşın da yaşamı ve mücadelesi, bayrağı kendisinden sonra taşıyacak olanlara bir mesajdır. Kavganın bütün kesitlerinde bu mesajı yeniden keşfetmek geride kalanların boyun borcudur.
1978 -1 Mayıs 1996
Hasan Albayrak 1 Mayıs ‘96'da vurulduğunda, henüz 20 yaşlarında gencecik bir parti neferiydi. Birlik devrimi O'nun harcını karmıştı: Her şey devrim için ilkesi yaşamını, can bedeli üstlendiği görevini yapmaya yöneltti. Birliğin O'nda yarattığı coşkuyu, heyecanı, arkadaşlarına, ailesine, Tuzla deri işçilerine taşıdı. Partinin olduğu her yerde O vardı. Partiye dair her türlü iş, artık O'na aitti. Birliğin coşkusuyla, ‘95'in devrimci ruhuyla parti saflarına katılan, umudu, geleceği parti bilen yüzlerce parti neferinden biriydi. Tuzla'daki işçiliği parti işçiliğinde vücut buldu.
‘96 1 Mayıs'ı kimilerine göre bir mahşer günüydü ve İstanbul'un göbeğini Kadıköy'ü soksak sokak kuşatıyordu. Polis barikatı, panzer sirenleri, coplar, kalkanlar çaresizdi. Devrimci 1 Mayıs, devrimci kalacaktı. ‘77 1 Mayıs'ında panzere, kurşuna siper bedenler, 100 bin yürek ‘96 devrimci atılımını boğmaya çalışanlara karşı yine oradaydı.
Ancak ne ölüm, ne kurşun...Tek gerçek, tek tarihsel görev: Pankart alana sokulacak. Polis alana girmek isteyen ilk grubun üzerine ateş açtı. Bir Hasan'ımız daha düştü. Elinde, ne koşulda olursa olsun alana sokmaya yemin ettiği partinin, partisinin pankartı vardı. Kanı daha soğumadan, yine bir pankarta sarıldı. Huzurlu bir gülümseyiş vardı yüzünde.
Sıra neferliği Hasan'ın yaşamında ve ölümünde somutlaşıyordu. Mütevazı yaşamı, mütevazı ama bir o kadar da militan ve tarihsel değeri olan bir ölümle sonlandı. Devrimin gerçekliği, savaşın yalınlığıyla örtüşen ölümdü bu.
Şimdi Hasan Albayrak yoldaşı O'nunla birlikte şehit düşen iki siper yoldaşıyla beraber tarih defterine yazdık. ‘96 1 Mayıs'ını onların adıyla anıyoruz. Tüm şehitlerimizin olduğu gibi Hasan yoldaşın da yaşamı ve mücadelesi, bayrağı kendisinden sonra taşıyacak olanlara bir mesajdır. Kavganın bütün kesitlerinde bu mesajı yeniden keşfetmek geride kalanların boyun borcudur.
Geri: Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
Hasan Arslan
1952-25 Ocak 2006
Hasan Arslan yoldaş, yakalandığı kanser illetinden dolayı yaşama gözlerini yumduğunda tarih 25 Ocak 2006'yı gösteriyordu. Yaşamı boyunca devrimci onuru koruyan, yükseklerde tutan Hasan yoldaş, sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için yürütülen amansız kavgada bize ışık tutuyor.
1952 yılında Elbistan'ın Tapkıran köyünde yoksul Kürt emekçisi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Hasan yoldaş, Minehöyük köyünde büyüdü. İlkokulu köyünde, ortaokulu Türkoğlu'nda okuyan yoldaş Osmaniye'de liseye başladı, ancak olanaksızlıklar nedeniyle tamamlayamadı. Uzun yıllar değişik yerlerde ve çok farklı işlerde çalışan Hasan yoldaşın yaşamı büyük yoksulluklar ve acılar içerisinde geçti. Yaşamın zorlukları Hasan yoldaşa müthiş bir emekçi direngenliği kazandırdı. O, faşist rejime ve kapitalist sömürü düzenine karşı derin soylu sınıf kinini de buradan alıyordu.
Yaşam koşullarıyla olan mücadelesi ve ezilmişliği ile genç yaşlarda, ‘70'li yılların ilk yarısında devrimci mücadele saflarına katıldı ve sınıf düşmanına karşı derin bir kine sahip oldu. 1980 faşist askeri darbesi sonrası defalarca gözaltına alınan, yoğun işkencelerden geçen Hasan yoldaş, iki yıla yakın bir tutsaklık süreci yaşadı.
O, birlik öncesinde ve partili dönemde hep örgütlü kimliğiyle mücadele saflarındaydı. 1991'de İsviçre'ye politik sürgün olarak yerleşen Hasan yoldaş, Avrupa'daki 15 yıllık yaşamı boyunca devrimci çalışmada değişik görev ve sorumluluklar üstlendi, ama özellikle de Özgür Tutsaklarla Dayanışma Komitesi'nin İsviçre bölümünde aktif bir üye olarak görev yaptı. O, kelimenin tek anlamıyla özgürlük tutsaklarıyla dayanışma çalışmasının örnek bir militanıydı.
İsviçre'deki parti çalışmalarımızın sağlam bir tuğlası olan Hasan yoldaş, Avrupa'nın çürütücü, yozlaştırıcı ortamından etkilenmeyen, mütevazı bir devrimci kişilik olarak çevresine örnek oldu. O, kapitalizmin bütün kir ve pisliklerine karşı temiz devrimciliğin simgesi olarak kalmayı başardı.
Hasan yoldaş, kanser illetiyle mücadele ederken, 2005'in Haziran ayında, Merkez Komitesinin özel kararıyla doğrudan MLKP üyesi yapılarak onurlandırıldı. Bunu çoktan hak eden Hasan yoldaş, ölüm döşeğinde parti üyeliğini öğrendiğinde, büyük bir mutlulukla "desene yeniden doğdum" diyerek bir kez daha partili yaşamla ne denli bütünleştiğini gösterdi.
Hasan yoldaş gelecek özgür, sömürüsüz ve sınıfsız bir dünyanın, sosyalizmin ve komünizmin yılmaz savaşçısı olarak ölümsüzleşenler kervanında yer alarak tarihteki yerini altın harflerle yazdı. O, kapitalist barbarlığa karşı ilerici insanlığın enternasyonalist devrimci kavgasında hep yaşayacaktır.
1952-25 Ocak 2006
Hasan Arslan yoldaş, yakalandığı kanser illetinden dolayı yaşama gözlerini yumduğunda tarih 25 Ocak 2006'yı gösteriyordu. Yaşamı boyunca devrimci onuru koruyan, yükseklerde tutan Hasan yoldaş, sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için yürütülen amansız kavgada bize ışık tutuyor.
1952 yılında Elbistan'ın Tapkıran köyünde yoksul Kürt emekçisi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Hasan yoldaş, Minehöyük köyünde büyüdü. İlkokulu köyünde, ortaokulu Türkoğlu'nda okuyan yoldaş Osmaniye'de liseye başladı, ancak olanaksızlıklar nedeniyle tamamlayamadı. Uzun yıllar değişik yerlerde ve çok farklı işlerde çalışan Hasan yoldaşın yaşamı büyük yoksulluklar ve acılar içerisinde geçti. Yaşamın zorlukları Hasan yoldaşa müthiş bir emekçi direngenliği kazandırdı. O, faşist rejime ve kapitalist sömürü düzenine karşı derin soylu sınıf kinini de buradan alıyordu.
Yaşam koşullarıyla olan mücadelesi ve ezilmişliği ile genç yaşlarda, ‘70'li yılların ilk yarısında devrimci mücadele saflarına katıldı ve sınıf düşmanına karşı derin bir kine sahip oldu. 1980 faşist askeri darbesi sonrası defalarca gözaltına alınan, yoğun işkencelerden geçen Hasan yoldaş, iki yıla yakın bir tutsaklık süreci yaşadı.
O, birlik öncesinde ve partili dönemde hep örgütlü kimliğiyle mücadele saflarındaydı. 1991'de İsviçre'ye politik sürgün olarak yerleşen Hasan yoldaş, Avrupa'daki 15 yıllık yaşamı boyunca devrimci çalışmada değişik görev ve sorumluluklar üstlendi, ama özellikle de Özgür Tutsaklarla Dayanışma Komitesi'nin İsviçre bölümünde aktif bir üye olarak görev yaptı. O, kelimenin tek anlamıyla özgürlük tutsaklarıyla dayanışma çalışmasının örnek bir militanıydı.
İsviçre'deki parti çalışmalarımızın sağlam bir tuğlası olan Hasan yoldaş, Avrupa'nın çürütücü, yozlaştırıcı ortamından etkilenmeyen, mütevazı bir devrimci kişilik olarak çevresine örnek oldu. O, kapitalizmin bütün kir ve pisliklerine karşı temiz devrimciliğin simgesi olarak kalmayı başardı.
Hasan yoldaş, kanser illetiyle mücadele ederken, 2005'in Haziran ayında, Merkez Komitesinin özel kararıyla doğrudan MLKP üyesi yapılarak onurlandırıldı. Bunu çoktan hak eden Hasan yoldaş, ölüm döşeğinde parti üyeliğini öğrendiğinde, büyük bir mutlulukla "desene yeniden doğdum" diyerek bir kez daha partili yaşamla ne denli bütünleştiğini gösterdi.
Hasan yoldaş gelecek özgür, sömürüsüz ve sınıfsız bir dünyanın, sosyalizmin ve komünizmin yılmaz savaşçısı olarak ölümsüzleşenler kervanında yer alarak tarihteki yerini altın harflerle yazdı. O, kapitalist barbarlığa karşı ilerici insanlığın enternasyonalist devrimci kavgasında hep yaşayacaktır.
Geri: Şehitlerimizin Açtığı Yoldan Zafere, Devrime
Hüseyin Demircioğlu
1960-25 Temmuz 1996
"En önde çarpışan ben olmalıyım. Fedakarlıkta ve can fedalıkta sıranın başında yer almalı, yapamayacağım bir işi asla başkasından istememeliyim.''
Hüseyin yoldaşımıza ait bu sözler, onun komünist ve önder kişiliğinin özetidir. Onun şahsında MLKP'de önderlik anlayışının ve yoldaşlık duygularının ifadesidir. Sınıf mücadelesinin her alanında en önlerde savaştı o. Devrim ve sosyalizm davasını en önlerde çarpışarak savundu. Hiç tereddütsüz ölümü kucakladı. Haklı olarak partimizde "devrimin öğretmeni" unvanını aldı.
Hüseyin Demircioğlu yoldaş, 1960 yılında Bingöl'ün Kığı ilçesinin Sütlüce köyünde yoksul bir Kürt ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Devrimci düşüncelerle lise yıllarında tanışır. Daha o yıllarda ailesi ve çevresinde sevilen, ağırbaşlı, çalışkan ve kavgacı kişiliğiyle tanınır. Okuldaki boykot, işgal ve gösterilerde hep o vardır. Bu kavgacı kişiliği daha sonra şehit oluşuna kadarki yaşamına da yansır.
1976 yılında katıldığı devrimci mücadelesini bütün yaşamı boyunca kesintisiz sürdürdü.
Komünist bir militan olarak, mücadelede sebat, kararlılık ve yaratıcılık özellikleriyle öne çıktı. 1981'de İstanbul'da gözaltına alınarak 45 gün ağır işkencelerden geçti. Alemdağ, Sultanahmet ve Sağmalcılar Hapishanelerinde kaldı. ‘87'de tahliye olduktan sonra duraksamadan mücadelesini sürdürdü. Önder ve yönetici kişiliği, örgütçülüğü, disiplinliliği, teorik ve siyasal sorunlara ilgisi, okuma ve araştırma, yapamayacağı hiçbir işi başkasından istememe gibi özellikleri, onu, sürekli yoldaşlarıyla omuz omuza kavganın içinde ve en önünde kıldı. Komünistlerin birliği tartışmalarına aktif, partinin inşasına özveriyle katılan bir komünistti.
1995 yılında gerçekleştirilen MLKP 1. (Parti ve Birlik) Konferansı'ndan sonra MK üyesi ve İl Komitesi Sekreteri olarak, parti çalışmalarının ağır darbeler aldığı ve zayıfladığı başkent Ankara'da görev aldı. Kısa zamanda partiyi daha üst bir düzeyde örgütlemeyi başarmıştı. ‘96 Mart-Mayıs sürecinin yoğun hazırlıkları içerisindeyken, düşmanın 6 Mart ‘96'da partimize karşı gerçekleştirdiği bir operasyonda tekrar tutsak düştü. Düşmanın yoğun, öldüresiye işkencelerine karşın, partimize, devrime ve sosyalizme bağlılığın gereği olarak komünist direniş geleneğini sürdürdü.
‘96 yılında faşist Türk devletinin zindanlara yönelik saldırısı olan F Tipi tecrit cezaevleri uygulamasına karşı cezaevlerinde geliştirilen Ölüm Orucu Direnişi'nin birinci ekibinde yer aldı. O, devrimci inanç, kararlılık ve feda ruhuyla donanmış, önder bir komünist olarak, yoldaşlarının en önünde çarpışan olmayı bir kez daha pratiğe geçirerek, komünist feda ruhu geleneğini büyüttü. Cezaevinde ölüm orucu sırasında bile yoldaşlarının eğitimi ile ilgilendi. Yoldaşları cezaevinde onun bıraktığı mirası Hüseyin DEMİRCİOĞLU Akademisi diye adlandırdılar. Ölümle yüzyüzeyken bile yoldaşlarına ve partiye olan bağlılığını şu sözlerle ifade ediyordu: "Bizler devrimin ve partinin onurunu burada koruyacağız". Hüseyin yoldaşı, 24 Temmuz 1996'da Ölüm Orucu direnişinin 67. gününde şehit verdik. Canını feda ettiği devrim ve sosyalizm davasını mutlaka zaferle taçlandıraracağız. Onun taşıdığı kızıl bayrak, bugün daha yükseklerde dalgalanmaktadır.
1960-25 Temmuz 1996
"En önde çarpışan ben olmalıyım. Fedakarlıkta ve can fedalıkta sıranın başında yer almalı, yapamayacağım bir işi asla başkasından istememeliyim.''
Hüseyin yoldaşımıza ait bu sözler, onun komünist ve önder kişiliğinin özetidir. Onun şahsında MLKP'de önderlik anlayışının ve yoldaşlık duygularının ifadesidir. Sınıf mücadelesinin her alanında en önlerde savaştı o. Devrim ve sosyalizm davasını en önlerde çarpışarak savundu. Hiç tereddütsüz ölümü kucakladı. Haklı olarak partimizde "devrimin öğretmeni" unvanını aldı.
Hüseyin Demircioğlu yoldaş, 1960 yılında Bingöl'ün Kığı ilçesinin Sütlüce köyünde yoksul bir Kürt ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Devrimci düşüncelerle lise yıllarında tanışır. Daha o yıllarda ailesi ve çevresinde sevilen, ağırbaşlı, çalışkan ve kavgacı kişiliğiyle tanınır. Okuldaki boykot, işgal ve gösterilerde hep o vardır. Bu kavgacı kişiliği daha sonra şehit oluşuna kadarki yaşamına da yansır.
1976 yılında katıldığı devrimci mücadelesini bütün yaşamı boyunca kesintisiz sürdürdü.
Komünist bir militan olarak, mücadelede sebat, kararlılık ve yaratıcılık özellikleriyle öne çıktı. 1981'de İstanbul'da gözaltına alınarak 45 gün ağır işkencelerden geçti. Alemdağ, Sultanahmet ve Sağmalcılar Hapishanelerinde kaldı. ‘87'de tahliye olduktan sonra duraksamadan mücadelesini sürdürdü. Önder ve yönetici kişiliği, örgütçülüğü, disiplinliliği, teorik ve siyasal sorunlara ilgisi, okuma ve araştırma, yapamayacağı hiçbir işi başkasından istememe gibi özellikleri, onu, sürekli yoldaşlarıyla omuz omuza kavganın içinde ve en önünde kıldı. Komünistlerin birliği tartışmalarına aktif, partinin inşasına özveriyle katılan bir komünistti.
1995 yılında gerçekleştirilen MLKP 1. (Parti ve Birlik) Konferansı'ndan sonra MK üyesi ve İl Komitesi Sekreteri olarak, parti çalışmalarının ağır darbeler aldığı ve zayıfladığı başkent Ankara'da görev aldı. Kısa zamanda partiyi daha üst bir düzeyde örgütlemeyi başarmıştı. ‘96 Mart-Mayıs sürecinin yoğun hazırlıkları içerisindeyken, düşmanın 6 Mart ‘96'da partimize karşı gerçekleştirdiği bir operasyonda tekrar tutsak düştü. Düşmanın yoğun, öldüresiye işkencelerine karşın, partimize, devrime ve sosyalizme bağlılığın gereği olarak komünist direniş geleneğini sürdürdü.
‘96 yılında faşist Türk devletinin zindanlara yönelik saldırısı olan F Tipi tecrit cezaevleri uygulamasına karşı cezaevlerinde geliştirilen Ölüm Orucu Direnişi'nin birinci ekibinde yer aldı. O, devrimci inanç, kararlılık ve feda ruhuyla donanmış, önder bir komünist olarak, yoldaşlarının en önünde çarpışan olmayı bir kez daha pratiğe geçirerek, komünist feda ruhu geleneğini büyüttü. Cezaevinde ölüm orucu sırasında bile yoldaşlarının eğitimi ile ilgilendi. Yoldaşları cezaevinde onun bıraktığı mirası Hüseyin DEMİRCİOĞLU Akademisi diye adlandırdılar. Ölümle yüzyüzeyken bile yoldaşlarına ve partiye olan bağlılığını şu sözlerle ifade ediyordu: "Bizler devrimin ve partinin onurunu burada koruyacağız". Hüseyin yoldaşı, 24 Temmuz 1996'da Ölüm Orucu direnişinin 67. gününde şehit verdik. Canını feda ettiği devrim ve sosyalizm davasını mutlaka zaferle taçlandıraracağız. Onun taşıdığı kızıl bayrak, bugün daha yükseklerde dalgalanmaktadır.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz