Yolumuz Devrim Aşkımız Devrim | DevrimForum |
Forumumuzda Daha İyi Vakit Geçirip Devrim ... İle İlgili Konular Hakkında Bilgi Alıp "Ulusal Kurtuluş Örgütü (UKÖ) " Ne Katılıp Burada Okuduğumuz Ve Aldığımız Bigileri Gerçek Hayatta da Yapabilmemiz İçin Sitemize Kayıt Olup "Ulusal Kurtuluş Örgütü (UKÖ) " Ne Katılmak İsterseniz "Ulusal Kurtuluş Örgütü (UKÖ) " Konusuna Gelip Başvuru Yapabilirsiniz İyi Forumlar Wink

Join the forum, it's quick and easy

Yolumuz Devrim Aşkımız Devrim | DevrimForum |
Forumumuzda Daha İyi Vakit Geçirip Devrim ... İle İlgili Konular Hakkında Bilgi Alıp "Ulusal Kurtuluş Örgütü (UKÖ) " Ne Katılıp Burada Okuduğumuz Ve Aldığımız Bigileri Gerçek Hayatta da Yapabilmemiz İçin Sitemize Kayıt Olup "Ulusal Kurtuluş Örgütü (UKÖ) " Ne Katılmak İsterseniz "Ulusal Kurtuluş Örgütü (UKÖ) " Konusuna Gelip Başvuru Yapabilirsiniz İyi Forumlar Wink
Yolumuz Devrim Aşkımız Devrim | DevrimForum |
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer

Aşağa gitmek

Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer Empty Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer

Mesaj  Mustafa Alacı Paz Nis. 19, 2009 4:42 pm

Georges Politzer
Felsefenin Başlangıç İlkeleri

. FELSEFEYİ NİÇİN ÖĞRENMELİYİZ?


Bu kitapta, materyalist felsefenin başlangıç ilkelerini sunmak ve açıklamak amacındayız.
Niçin? Çünkü marksizm, bir felsefeye ve bir yönteme, diyalektik materyalizmin felsefesine ve yöntemine sıkısıkıya bağlıdır. Şu halde, marksizmi iyi anlamak için ve burjuva teorilerinin kanıtlarını çürütmek için olduğu kadar, etkin bir siyasal savaşımı üstlenmek için de bu felsefeyi ve bu yöntemi incelemek zorunludur.
Gerçekten de Lenin, şöyle demişti; Devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz.[1] Bu, her şeyden önce, teoriyi pratiğe bağlamak gerekir, demektir.
Pratik nedir? Pratik; gerçekleştirme işidir. Örneğin, sanayi, tarım, bazı teorileri (kimyasal, fiziksel ya da biyolojik teorileri), gerçekleştirirler (yani gerçeğe geçirirler).
Teori nedir? Teori, gerçekleştirmeyi istediğimiz şeylerin bilgisidir.
Yalnızca pratik olabilir - ama o zaman yalnızca göreneğe dayanarak gerçekleştirilir. Yalnızca teori olabilir - ama o zaman da tasarlanan, kafada tasarlanan şey çoğu kez gerçekleşemez. Demek ki, teori ile pratik arasında bağlantı olması gerekir. Bugün sorun, bu teorinin ne olması gerektiğini ve pratik ile bağlantısının nasıl olması gerektiğini bilmektir.
Doğru bir devrimci eylemi gerçekleştirebilmek için işçi militana, doğru bir tahlil yöntemi ve doğru bir düşünme yönteminin gerekli olduğunu düşünüyoruz. Ona, bütün olguların çözümünü verecek bir dogma değil, ama hiçbir zaman aynı olmayan koşulları ve olguları hesaba katan bir yöntem, teoriyi pratikten, düşünceyi yaşamdan hiçbir zaman ayırmayan bir yöntem gerektiğini düşünüyoruz. İşte açıklamaya, anlatmaya niyetlendiğimiz bu yöntem, marksizmin temeli olan diyalektik materyalizm felsefesinin içerdiği yöntemdir.



II. FELSEFE ÖĞRENMEK ZOR BİR ŞEY MİDİR?


Felsefe öğreniminin, işçiler için, özel bilgileri gerektiren, güçlüklerle dolu bir şey olduğu genellikle düşünülür. Açıklamak gerekir ki, burjuva elkitapları, bu görüşleri onları inandırmak için ve onları ancak yıldırabilecek biçimde kaleme alınmıştır.
Genel olarak öğrenmenin, özellikle de felsefe öğrenmenin güçlükler taşıdığını yadsımıyoruz; ama bu güçlükler elbette yenilebilir güçlüklerdir ve özellikle, ok***arımızın çoğunluğu için yeni şeyler olmasından ileri gelir.
Biz de zaten, daha sözün başında, şeylere bellilik, açıklık kazandırarak, ok***arımızı, günlük dilde anlamı bozulmuş sözlerin bazı tanımlarını yeniden gözden geçirmeye, irdelemeye çağıracağız.



III. FELSEFE NEDİR?


Halk dilinde, filozof denince, ya bulutlarda yaşayan bir kimse, ya her şeyi hoşgören, hiçbir şeye aldırmayan kimse anlaşılır. Oysa tam tersine, filozof, bazı sorunlara, kesin, açık yanıtlar getirmek isteyen kişidir ve eğer felsefenin, evrenin (dünya nereden geliyor? nereye gidiyoruz? vb.) sorunlarına bir açıklama bulmak istediği dikkate alınırsa, elbette ki, filozofun pek çok şeyle uğraştığı ve, söylenenin tersine, çok şeye aldırdığı görülür.
Öyleyse, felsefeyi tanımlamak için, felsefenin, evreni, doğayı açıklamak istediğini, en genel sorunları incelediğini söyleyeceğiz. Daha az genel olan sorunlar, bilimlerce incelenir. Öyleyse felsefe, bilimlerin bir uzantısıdır, şu anlamda ki, felsefe, bilimlere dayanır ve onlara bağlıdır.
Burada hemen ekleyelim ki, marksist felsefe, bütün sorunların çözümüne bir yöntem getirir ve bu yöntem, materyalizm denen şeye ilişkin olan bir yöntemdir.



IV. MATERYALİST FELSEFE NEDİR?


Burada da, gene hemen belirtmemiz gereken bir anlam karışıklığı vardır; halk dilinde, materyalist denince, maddi zevkleri tatmaktan başka birşey düşünmeyen kimse anlaşılıyor. Madde (mattiere) sözünü içeren materyalizm sözcüğü üzerinde sözcük oyunu yapılarak, ona baştan aşağı yanlış bir anlam verme yoluna gidiliyor.
Biz, materyalizmi incelerken, ona, -sözcüğün bilimsel anlamında- gerçek anlamını geri vereceğiz; göreceğiz ki, materyalist olmak, bir ülküye sahip olmaya ve bu ülküyü zafere ulaştırmak için savaşım vermeye engel değildir.
Dedik ki, felsefe, dünyanın en genel sorunlarına bir açıklama bulmak ister. Ama, insanlığın tarihi boyunca, bu açıklama, her zaman aynı olmadı.
İlk insanlar da doğayı, dünyayı açıklamak istediler, ama bunu başaramadılar. Gerçekten de, dünyayı ve bizi çevreleyen olayları açıklama olanağını bize veren, bilimlerdir; oysa bilimlerin ilerlemelerine olanak sağlayan buluşlar çok yenidir.
Demek ki, ilk insanların bilgisizliği, onların araştırmalarına bir engeldi. Bunun içindir ki tarih boyunca, bu bilgisizlik nedeniyle, dünyayı olağanüstü güçlerle açıklamak isteyen dinlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu, bilime aykırı bir açıklamadır. Sonra yavaş yavaş, yüzyıllar boyunca, bilim gelişecek, insanlar, bilimsel deneyimlerden yola çıkarak maddi olgularla dünyayı açıklamayı deneyecektir - buradan, şeyleri bilimlerle açıklama iradesinden, materyalist felsefe doğdu.
Sonraki bölümlerde, materyalizmin ne olduğunu inceleyeceğiz, ama şimdiden, şunu aklımızda tutalım ki, materyalizm, evrenin bilimsel açıklamasından başka bir şey değildir.
Materyalist felsefenin tarihini incelerken, bilgisizliğe karşı savaşımın ne kadar çetin ve güç olduğunu göreceğiz. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, materyalizm ve bilgisizlik, yanyana, birarada varlıklarını sürdürdüklerine göre zamanımızda da, bu savaşım, henüz son bulmamıştır.
Marx ve Engels, işte bu savaşımın ortasında işe karıştılar. 19. yüzyılın büyük buluşlarının önemini anlayarak, materyalist felsefeye, evrenin bilimsel açıklamasında çok büyük ilerlemeler yapma olanağını sağladılar. Böylece diyalektik materyalizm doğdu. Sonra, ilkin, onlar, dünyayı yöneten yasaların, toplumların gelişmesini açıklamaya yaradığını anladılar; böylece ünlü tarihsel materyalizm teorisini dile getirdiler.
Bu kitapta, ilkin materyalizmi, sonra diyalektik materyalizmi, daha sonra da tarihsel materyalizmi inceleyeceğiz. Ama her şeyden önce, materyalizm ile marksizm arasındaki ilişkileri ortaya koymak istiyoruz.



V. MATERYALİZM İLE MARKSİZM ARASINDAKİ İLİŞKİLER NELERDİR?


Bu ilişkileri şöyle özetleyebiliriz:
1. Materyalizmin felsefesi, marksizmin temelini oluşturur.[2]
2. Dünyanın sorunlarına bilimsel bir açıklama getirmek isteyen bu materyalist felsefe, tarih boyunca, bilimlerle birlikte aynı zamanda ilerler. Dolayısıyla, marksizm de bilimlerden çıkmıştır, bilimlere dayanır ve bilimlerle birlikte evrim gösterir.
3. Marx ve Engels'ten önce de, birçok kez ve değişik biçimlerde materyalist felsefeler ortaya çıktı. Ama, 19. yüzyılda bilimler ileriye doğru büyük bir adım attıklarından, Marx ve Engels, çağdaş bilimlerden yola çıkarak, bu eski materyalizmi yenilediler ve bize, diyalektik materyalzim denilen ve marksizmin temelini oluşturan çağdaş materyalizmi sundular.
Bu birkaç açıklama ile görüyoruz ki, materyalist felsefenin, söylenenin tersine, bir tarihi vardır. Bu tarih, bilimlerin tarihine sıkısıkıya bağlıdır. Materyalizm üzerine kurulmuş olan marksizm, tek bir adamın kafasından çıkmamıştır. O, daha Diderot'da çok ilerlemiş bulunan eski materyalizmin uzantısı ve sonucudur. Marksizm, 18. yüzyıl ansiklopedicilerinin geliştirdiği ve 19. yüzyılın büyük buluşlarının zenginleştirdiği materyalizmin açılıp gelişmesidir. Marksizm, canlı, yaşayan bir teoridir ve hemen burada, marksizmin, sorunları nasıl ele aldığını göstermek için herkesin bildiği sınıf savaşımı sorununu bir örnek olarak alacağız.
İnsanlar bu sorun üzerinde ne düşünürler? Bazıları, ekmeği savunmanın, siyasal savaşımdan ayrı bir şey olduğunu düşünür. Diğer bazıları, örgütlenme zorunluluğunu yadsıyarak, sokakta yumruklaşmanın yeterli olduğu görüşündedirler. Daha başkaları ise, yalnızca siyasal savaşımın bu soruna çözüm getireceğini önü sürerler.
Mustafa Alacı
Mustafa Alacı
Administrator
Administrator

Mesaj Sayısı : 488
Puanları : 5034
+ Rep : 0
Kayıt tarihi : 15/04/09
Nerden : İzmir

https://devrim.all-up.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer Empty Geri: Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer

Mesaj  Mustafa Alacı Paz Nis. 19, 2009 4:42 pm

Marksist için, sınıf savaşımı, şunları içerir:
a. Bir ekonomik savaşımı,
b. Bir siyasal savaşımı,
c. Bir ideolojik savaşımı,
Şu halde sorun, bu üç alana birlikte yerleştirilmelidir.
a. Barış uğruna savaşım verilmeksizin, özgürlüğü savunmaksızın ve bu amaçlar için savaşıma yarayan bütün fikirleri savunmaksızın, ekmek için savaşım verilemez.
b. Marx'tan beri gerçek bir bilim haline gelmiş olan siyasal savaşım için de durum aynıdır: Böyle bir savaşım yürütmek için, hem ekonomik durumu, hem de ideolojik akımları, aynı zamanda hesaba katmak zorunludur.
c. Propaganda ile kendini gösteren ideolojik savaşıma gelince, bu savaşımın etkili olması için, ekonomik ve siyasal durumu hesaba katmak gerekir.
Demek ki, bütün bu sorunlar, birbirlerine sımsıkı bağlıdır ve bu bakımdan, sınıf savaşımı denilen bu büyük sorunun herhangi bir görünümü -örneğin bir grev- karşısında, sorunun bütün verilerini ve bütünüyle sorunun kendisini dikkate almadan bir karar alınamaz.
Şu halde, bütün bu alanlarda savaşım verme yeteneğinde olan, harekete en iyi yönü verecektir.
Bir marksist, bu sınıf savaşımı sorununu işte böyle anlar. Oysa, her gün sürdürmek zorunda olduğumuz ideolojik savaşımda, ruhun ölümsüzlüğü, tanrının varlığı, evrenin başlangıcı gibi çözümlenmesi güç sorunlarla karşı karşıya bulunuruz. İşte diyalektik materyalizm, bize, bir uslamlama yöntemi verecek, bütün bu sorunları çözümlememize ve aynı zamanda marksizmi tamamlamak ve yenilemek iddiası ile marksizmi bozmaya çalışanların gerçek yüzünü ortaya çıkarmamıza olanak sağlayacaktır.



VI. BURJUVAZİNİN MARKSİZME KARŞI KAMPANYALARI


Marksizmi, böyle tahrife kalkışmak, çok çeşitli temellere dayanır. Marksizm-öncesi (Marx'tan önceki) dönemin sosyalist yazarlarını, marksizmin karşısına dikmeye çalışırlar. Böylece, ütopyacıların, Marx'a karşı, sık sık kullanıldığı görülür. Başkaları Proudhon'u kullanırlar; bazıları, (Lenin tarafından ustaca çürütüldükleri halde) 1914 öncesinin revizyonistlerinden kaynaklanırlar. Ama, burjuvazinin marksizme karşı yürüttüğü susma kampanyasını özellikle belirtmek gerekir. Burjuvazi, ayrıca materyalist felsefenin marksist biçimiyle bilinmesini engellemek için her şeyi yapmıştır. Fransa'da yapılan felsefe öğretimi özellikle bu bakımdan çarpıcıdır.
Orta dereceli öğretim kuruluşlarında felsefe öğretilir. Ama bu öğretimin tümü, Marx ve Engels tarafından hazırlanıp geliştirilmiş materyalist bir felsefe olduğu hiçbir zaman öğrenilmeden, baştan sona izlenebilir. Felsefe elkitaplarında, marksizm ve materyalizm sorunu birbirinden daima ayrıymış gibi, materyalizmden (çünkü ondan sözetmek gereklidir) sözedilir. Marksizm, genellikle, yalnızca, siyasal bir öğreti olarak sunulur ve tarihsel materyalizmden sözedildiğinde de, bu konuyla ilgili olarak, materyalizm felsefesinden sözedilemez; diyalektik materyalizmin tümü ise, hiç bilinmiyor.
Bu durum, yalnızca ortaokullarda ve liselerde böyle (sayfa 33) değildir; üniversitelerde de tamamen aynıdır. En belirleyici olgu şudur: Fransa'da, marksizmin bir felsefesi bulunduğu, bunun da materyalizm olduğu bilinmeden, ve geleneksel materyalizmin çağdaş bir biçimi bulunduğu, bunun da diyalektik materyalizm ya da marksizm olduğu bilinmeden, Fransız üniversitelerinin verdikleri en yüksek dereceli diplomalarla donanmış olarak, bir felsefe uzmanı olunabilir.
Biz, marksizmin, yalnızca toplum hakkında değil, ama aynı zamanda evrenin kendisi hakkında genel bir anlayışı içerdiğini belirtmek istiyoruz. Demek ki, bazılarının ileri sürdüklerinin tersine, marksizmin, bir felsefeden yoksun oluşu gibi büyük bir kusuru bulunduğundan yakınmak ve marksizmin yoksun bulunduğu bu felsefeyi, işçi hareketinin bazı teorisyenleri gibi, orda burda yeniden aramak, yersizdir. Çünkü marksizmin bir felsefesi vardır ve bu da diyalektik materyalizmdir.
Zaten, bu susma kampanyasına, yönetici sınıfların yaptıkları bütün kalpazanlıklara ve aldıkları bütün önlemlere karşın, marksizm ve felsefesi, gittikçe daha çok tanınmaya, bilinmeye başlamıştır. (sayfa 34)
Mustafa Alacı
Mustafa Alacı
Administrator
Administrator

Mesaj Sayısı : 488
Puanları : 5034
+ Rep : 0
Kayıt tarihi : 15/04/09
Nerden : İzmir

https://devrim.all-up.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer Empty Geri: Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer

Mesaj  Mustafa Alacı Paz Nis. 19, 2009 4:42 pm

FELSEFE ÖĞRENMEYE NASIL BAŞLAMALIYIZ?


Giriş kısmında birkaç kez belirttik ki, diyalektik materyalizm felsefesi, marksizmin temelidir.
Amacımız, bu felsefenin incelenmesi, öğrenilmesidir; ama bu amaca varmak için, aşama aşama ilerlememiz gerekir.
Diyalektik materyalizmden sözettiğimiz zaman önümüzde iki sözcük vardır: materyalizm ve diyalektik; bu demektir ki, materyalizm, diyalektiktir. Biliyoruz ki, Marx ve Engels'ten önce de materyalizm vardı, ama onlar, 19. yüzyılın buluşlarının yardımıyla, bu materyalizmin şeklini değiştirdiler (sayfa 35) ve "diyalektik" materyalizmi yarattılar.
Materyalizmin çağdaş biçimini belirten "diyalektik" sözcüğünü, daha ilerde inceleyeceğiz.
Ama, mademki Marx ve Engels'ten önce de materyalist filozoflar varolmuştu (örneğin 18. yüzyılda Diderot), ve mademki bütün materyalistler için ortak olan noktalar vardır, öyleyse, diyalektik materyalizmi ele almadan önce, materyalizmin tarihini öğrenmemiz gerekir. Aynı şekilde, materyalizme karşı çıkarılan anlayışları da bilmemiz gerekir.



II. EVRENİ AÇIKLAMANIN İKİ BİÇİMİ


Felsefenin "en genel sorunların öğrenilmesi" demek olduğunu ve felsefenin amacının, evreni, doğayı; insanı açıklamak olduğunu gördük.
Eğer bir burjuva felsefe elkitabını açıp bakarsak, içindeki felsefelerin çokluğu, çeşitliliği ile şaşırıp kalırız. Bu felsefeler, "izm" ile biten, az ya da çok karmaşık, çok çeşitli sözcüklerle donatılır, örneğin kritisizm (eleştiricilik), evolüsyonizm (evrimcilik), entelektüalizm (anıkçılık) ve benzerleri gibi. Bu çokluk, bir karışıklık yaratır. Zaten burjuvazi de durumu aydınlatmak için hiçbir şey yapmamış, tam tersini yapmıştır. Ama biz, bütün bu sistemler arasında bir seçim yapacak, iki büyük akımı, kesim olarak birbirine karşı iki anlayışı, ayırdedebilecek durumdayız. Dünyanın
a) bilimsel anlayışı,
b) bilimsel olmayan anlayışı.



III. MADDE VE RUH


Filozoflar, dünyayı, doğayı, insanı, yani sonuç olarak bizi kuşatan her şeyi açıklamak işine giriştikleri zaman, şeyleri ayırdetmek gerekli olmuştu. Biz, kendimiz de, gördüğümüz, dokunduğumuz maddi şeyler, nesneler bulunduğunu (sayfa 36) saptıyoruz. Ayrıca göremediğimiz, dokunamadığımız, ölçemediğimiz, örneğin fikirler gibi, başka gerçekler olduğunu da saptıyoruz.
Demek ki, şeyleri şöyle sınıflandırıyoruz: bir yanda maddi olan şeyler; öte yanda, ruh, düşünce ve fikirler alanında kalan, maddi olmayan şeyler.
İşte böylece, filozoflar, madde ve ruh ile karşı karşıya geldiler.



IV. MADDE NEDİR? RUH NEDİR?


Az önce, şeylerin madde ya da ruh oluşlarına göre nasıl sınıflandırıldığını, genel olarak gördük.
Ama bu ayrımın, çeşitli biçimlerde ve çeşitli sözcüklerle yapıldığını belirtmeliyiz.
Böylece, ruhtan sözedilirken, düşünceden, fikirlerimizden, bilincimizden. sözediyoruz; gene aynı şekilde, doğadan, dünyadan, yeryüzünden, varlıktan sözedilirken, maddeden sözedilmiş olunuyor.
Gene bunun gibi, Engels, Ludwig Feuerbach ue Klasik Alman Felsefesinin Sonu adlı kitabında, varlık ve düşünceden sözettiği zaman, varlığa madde, düşünceye ruh demektedir.
Düşünce ya da ruhun, varlık ya da maddenin ne olduğunu tanımlamak için şöyle diyeceğiz:
Düşünce, bizim şeylerden edindiğimiz, şeyler hakkındaki fikrimizdir; bu fikirlerin bazıları, bize, alışıldığı üzere, duyumlarımızdan gelir ve maddi nesneleri karşılarlar; tanrı fikri gibi, felsefe, sonsuzluk ve bizzat düşünce gibi diğer bazı fikirler ise maddi nesneleri karşılamazlar. Burada, aklımızda tutmamız gereken esas şudur ki, biz, duygulara, düşüncelere, fikirlere, gördüğümüz ve duyduğumuz için sahibiz.
Madde ya da varlık, duyumlarımızın, algılarımızın bize (sayfa 37) gösterdiği, bize sunduğu, genel anlamda, bizi çevreleyen ve "dış dünya" dediğimiz her şeydir. Örnek: Elimdeki kağıt beyazdır. Bu kağıdın beyaz olduğunu bilmek, bir fikirdir, ve bu fikri bana veren benim duyularımdır. Ama madde, kağıdın kendisidir.
Bunun içindir ki, filozoflar, varlık ile düşünce arasındaki, ya da ruh ile madde arasındaki, ya da bilinç ile beyin. arasındaki vb. ilişkilerden sözettikleri zaman, bunların soruları hep aynıdır: Madde ya da ruhtan, varlık ya da düşünceden hangisi daha önemlidir? Hangisi, diğerinden öncedir? İşte felsefenin temel sorusu budur.



V. FELSEFENİN TEMEL SORUSU YA DA SORUNU


Her birimiz, öldükten sonra ne olacağımızı, dünyanın nereden geldiğini, yeryüzünün nasıl oluştuğunu kendi kendimize sormuşuzdur. Ve bizim için herhangi bir şeyin her zaman varolduğunu kabul etmek, güç bir şeydir. [İnsanın] belli bir zamanda, hiçbir şeyin varolmadığını düşünmeye eğilimi vardır. Onun içindir ki, "Ruh, karanlıklar üzerinde yüzüyordu... sonra madde geldi" şeklindeki, dinin öğrettiğine inanmak daha kolaydır. Gene aynı biçimde, insan kendi kendine, bizim düşüncelerimizin nerede olduğunu sorar ve böylece, ruh ile madde arasında, beyin ile düşünce arasında bulunan ilişkiler sorunu, bize göre konmuş olur. Ayrıca sorunu, daha başka türlü koyuş biçimleri de vardır. Örneğin, irade ile güç arasındaki ilişkiler nelerdir? İrade burada ruhtur, düşüncedir; güç ise olanaklı olandır, varlıktır, maddedir. "Toplumsal bilinç" ile "toplumsal varlık" arasındaki ilişkiler sorunuyla da aynı derecede sık karşılaşırız.
Demek ki, felsefenin temel sorusu, çeşitli görünümler altında kendini ortaya koyar ve bu, madde ile ruh arasındaki ilişkiler sorununun konuluş biçimini her zaman tanımanın ne kadar önemli olduğunu gösterir. Çünkü biz biliyoruz ki, (sayfa 38) bu soruya yalnız iki yanıt verilebilir:
1. bilimsel bir yanıt,
2. bilimsel olmayan bir yanıt.



VI. İDEALİZM YA DA MATERYALİZM


Böylece, filozoflar, bu önemli sorun üzerinde, tutum takınmak durumuna geldiler. İlk insanlar, büsbütün bilgisiz oldukları, gerek dünya, gerek kendileri hakkında hiçbir bilgileri olmadığı, dünya üzerinde etki yaratabilmek için ancak pek güçsüz araçlardan yararlanabildikleri için, kendilerini şaşkınlığa uğratan bütün olayların sorumluluğunu, doğaüstü varlıklara yüklüyorlardı. Soydaşlarını ve bizzat kendilerini canlı gördükleri düşlerinin etkisiyle, imgelemlerinde; herkesin çifte varlığı olduğu gibi bir anlayışa vardılar. Bu "çift" olma fikrinin verdiği rahatsızlık ve tedirginlikle, kendi düşüncelerinin ve kendi duyumlarının, "kendi öz bedenlerinin bir eylemi olmadığı, ama bu bedende oturan ve ölüm anında bu bedenden ayrılan ayrı bir ruhun işi olduğu düşüncesine varmışlardır".[3]
Daha sonra, ruhun ölmezliği ve ruhun madde dışında yaşayabileceği fikri doğdu.
Gene, tekniğin yenmeye elverişli olmadığı ve anlayamadıkları bütün bu (filizlenme, fırtınalar, seller vb.) olaylar karşısındaki, doğa güçleri karşısındaki kaygıları ve güçsüzlükleri, onları, bu güçlerin arkasında sonsuz bir güce sahip, iyilikçi ya da kötülükçü, ama her iki halde de kaprisli birtakım "ruhlar" ya da "tanrılar" bulunduğunu varsaymaya götürdü.
Gene, onlar, insanlardan daha güçlü olan varlıklara, tanrılara inanıyorlardı; ama onları, insan ya da hayvan biçiminde, maddi cisimler gibi tasarlıyorlardı. Ancak daha (sayfa 39) sonradır ki, ruhlar ve tanrılar (sonra da tanrıların yerini alan bir tek tanrı), salt ruhlar halinde kavrandılar. Bunun üzerine, gerçekte, bütünüyle kendilerine özgü, bedenlerinden büsbütün bağımsız bir yaşamları olan ve varolmak için bedenlere gereksinme duymayan ruhlar olduğu fikri doğdu.
Daha sonra bu soru, dindeki değişikliğe uygun olarak, şu şekilde, daha kesin, belirli bir biçimde soruldu:
"Dünya, tanrı tarafından mı yaratılmıştır, yoksa bütün öncesizlik boyunca var mıydı?
"Filozoflar, bu soruyu yanıtlayışlarına göre iki büyük kampa ayrılıyorlardı."[4]
Bilimsel olmayan açıklamayı benimseyerek, dünyanın tanrı tarafından yaratıldığını kabul edenler, yani ruhun maddeyi yarattığını söyleyenler, idealizm kampını oluşturuyorlardı.
Ötekiler, dünyayı bilimsel olarak açıklamaya çalışanlar, doğanın, maddenin başlıca öğe olduğunu düşünenler, materyalizmin çeşitli okullarında yeralıyorlardı.
Başlangıçta, bu iki deyimin, yani idealizmin ve materyalizmin, başka bir anlamı yoktu.
Demek ki, idealizm ve materyalizm, felsefenin temel sorununa karşıt ve çelişik iki yanıt verirler.
İdealizm, bilimsel olmayan anlayıştır. Materyalizm ise, bilimsel dünya anlayışıdır.
Daha ilerde bu doğrulamanın kanıtları görülecektir, ama şimdiden, taşlar, ****ller, toprak gibi, düşünceye sahip bulunmayan cisimlerin varolduğu deneyle yeterince saptanırsa da, tersine, bedensiz, yani cisimsiz ruhun varlığının hiçbir zaman saptanmadığını söyleyebiliriz.
Bu bölümü, çeşitli yorumlara yer vermeyen tek anlamlı bir vargı ile tamamlamak istersek, görürüz ki, nasıl oluyor da insan düşünüyor sorusuna yanıt vermek için, ancak, (sayfa 40) baştanbaşa farklı ve bütünüyle birbirine karşıt iki yanıt vardır:
Birinci yanıt: İnsan düşünüyor çünkü bir ruhu vardır.
İkinci yanıt: İnsan düşünüyor çünkü bir beyni vardır.
Bu yanıtlardan birini ya da ötekini vereceğimize göre, bu sorudan doğan sorunlara da, farklı çözümler bulmaya çalışacağız. Yanıtımıza göre, idealist ya da materyalist olacağız. (sayfa 41)
Mustafa Alacı
Mustafa Alacı
Administrator
Administrator

Mesaj Sayısı : 488
Puanları : 5034
+ Rep : 0
Kayıt tarihi : 15/04/09
Nerden : İzmir

https://devrim.all-up.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer Empty Geri: Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer

Mesaj  Mustafa Alacı Paz Nis. 19, 2009 4:43 pm

I. AHLAKİ İDEALİZM VE FELSEFİ İDEALİZM


Materyalizm konusunda, günlük konuşma dilinde, nasıl bir anlam karışıklığı yaratıldığını göstermiştik. İdealizm konusunda da aynı karışıklık vardır.
Gerçekten de ahlaki idealizm ile felsefi idealizmi birbirine karıştırmamak gerekir.
Ahlaki idealizm, insanın kendisini bir davaya, bir ülküye adaması demektir. Tüm dünyadaki işçi hareketinin tarihinden öğreniyoruz ki, sayılamayacak kadar çok devrimci ve marksist, yaşamlarını feda edecek kadar, kendilerini manevi bir ülküye (sayfa 42) adamışlardı ve bununla birlikte gene de felsefi idealizm denilen şeye karşıydılar.
Felsefı idealizm, dünyanın ruh ile açıklanmasını temel alan bir öğretidir.
Bu öğreti, felsefenin temel sorusuna, "en önemli, başlıca ve ilk öğe, düşüncedir" diye yanıt veren öğretidir. Ve idealizm, düşüncenin birinci derecede önemli olduğunu ileri sürerken, varlığı, düşüncenin yarattığını ya da başka bir deyişle maddeyi, ruhun yarattığını ileri sürmektedir.
İdealizmin ilk görünüşü böyledir; ve idealizm, dinlerde, salt ruhun, yani tanrının, maddenin yaratıcısı olduğunu ileri sürerek, tam gelişmesini bulmuştur.
Bugün de felsefe tartışmalarının dışında olduğunu ileri süren ve sözde dışında olan din, gerçekte, tersine, idealist felsefenin dolaysız ve mantıklı sunuluşudur.
Oysa, yüzyıllar boyunca işe karışan bilim, kısa zamanda, maddeyi, dünyayı, şeyleri, yalnızca tanrı ile açıklamaktan başka bir açıklama biçimini, zorunlu hale getirdi. Çünkü, daha 14. yüzyılda, bilim, doğa olaylarını, tanrıyı hesaba katmaksızın ve yaradılış varsayımından vazgeçerek açıklamaya başladı.
Bilimsel, materyalist ve tanrıtanımaz bu açıklamalarla daha iyi savaşabilmek için elbette ki idealizmi daha ilerilere götürmek, maddenin varlığınz bile yadsımak gerekti.
İşte 18. yüzyılın başlarında, bir İngiliz piskoposu olan ve idealizmin babası diye adlandırılan Berkeley'in dört elle sarıldığı şey budur.



II. BERKELEY'İN İDEALİZMİNİ NİÇİN ÖĞRENMELİYİZ?


Demek ki, Berkeley'in felsefe sisteminin amacı, (sayfa 43) materyalizmi yıkmak, maddi varlığın varolmadığını bize tanıtlamaya çalışmak olacaktır. O, Hylas ile Philonoüs'ün Söyleyişleri adlı kitabının önsözünde şöyle yazar:

"Eğer bu ilkeler kabul edilir ve bunlara gerçek gözüyle bakılırsa, bundan şu sonuç çıkar: Tanrıtanımazlık ve kuşkuculuk, ikisi birden, bir çırpıda tamamıyla yenilmiş, karanlık sorular aydınlanmış, hemen hemen çözümlenmez güçlükler çözümlenmiş ve paradokslardan hoşlanan insanlar sağduyuya kavuşturulmuş olur."[5]

O halde, Berkeley'e göre, doğru olan, maddenin varolmadığıdır ve tersini iddia etmek, aykırı bir tutumdur, yanılsamalı bir davranıştır.
Bunu bize nasıl tanıtlamaya çalıştığını göreceğiz. Ama felsefe öğrenmek isteyenlerin, Berkeley teorisini büyük bir özenle incelemelerinde direnmelerinin yersiz olmayacağını düşünüyorum.
İyi biliyorum ki, Berkeley'im tezleri, bazılarını güldürecektir, ama bizim 20. yüzyılda yaşadığımızı ve geçmişte yapılan bütün incelemelerden, çalışmalardan yararlandığımızı unutmamak gerekir. Ayrıca materyalizmi ve materyalizmin tarihini okuduğumuz zaman, eskinin materyalistlerinin de zaman zaman insanı güldürdüklerini göreceğiz.
Bununla birlikte, Marx ve Engels'ten önce, materyalist düşünürlerin en büyüğü olan Diderot'nun, Berkeley'in sistemini, "İnsan aklı ve felsefe için ne utanılacak bir şeydir ki, hepsinin en saçması olduğu halde, savaşım verilmesi en güç bir sistem"[6] olarak tanımlarken, onu biraz da olsa önemsediğini bilmemiz gerekiyor.
Bizzat Lenin de, Berkeley'in felsefesine sayfalar ayırmıştı ve, modern idealist filozoflar, "materyalistlere karşı (sayfa 44) piskopos Berkeley'de bulunamayacak hiçbir... kanıt ortaya koymamışlardır"[7] diye yazıyordu.
Son olarak, işte liselerde yararlanılan bir felsefe tarihi kitabında, Berkeley'in maddesizciliği (immaterialisme) üzerine yapılan bir değerlendirme:

"Kuşkusuz, henüz tamamlanmamış, ama hayran olmaya değer ve filozofların kafalarında bir maddi tözün varlığına olan inancı ebediyen yıkacak bir teori."[8]

Demek ki, bu felsefi düşünüş tarzı -her ne kadar yukardaki aktarmalardan da görüldüğü gibi başka başka nedenlerle de olsa- herkes için önem taşımaktadır.



III. BERKELEY'İN İDEALİZMİ


Demek ki, bu sistemin amacı, bize, maddenin varolmadığını tanıtlamaktan ibarettir.
Berkeley diyordu ki:

"Ruhumuzun dışında, düşünerek varolduğunu sandığımız, madde değildir, onları gördüğümüz için, onlara dokunduğumuz için, şeylerin varolduğunu düşünüyoruz; bu duyumları bize verdikleri için, onların varlığına inanıyoruz.
"Ama duyumlarımız, bizim, ruhumuzda sahip olduğumuz fikirlerdir. Öyleyse, duyularımızla algıladığımız nesneler, fikirlerden başka bir şey değildir ve fikirler ise bizim ruhumuzun dışında varolamazlar."

Berkeley'e göre, şeyler vardır; o, onların doğasını ve onların varlığını yadsımıyor, ama onların, ancak, duyumlarımızın bir yargısı sonucu ve onları bize tanıtan duyumlar biçiminde varolduklarını ve nesnelerin ancak aynı ve tek bir şey olduğunu ileri sürüyor.
Şeyler vardır, bu kesindir, diyor, ama bizde, bizim (sayfa 45) ruhumuzda, ve şeylerin ruh dışında hiçbir gerçekliği yoktur.
Biz şeyleri, görme duyusunun yardımıyla kavrıyoruz; biz, onları, dokunma duyusunun yardımıyla algılıyoruz; koklama duyusu, bize, koku hakkında bilgi veriyor; tatma duyusu, tat hakkında, ses alma duyusu, sesler hakkında bilgi veriyor bize. Bu çeşitli duyumlar, bize fikirler veriyor; birbirleriyle bağdaşan bu fikirler dolayısıyla, onlara ortak bir ad veriyoruz ve onları nesneler gibi sayıyoruz.

"Örneğin, belli bir düzenleniş içersinde, belli bir renk, bir tat, bir koku, bir biçim, bir kıvam gözlemlenir; elma sözcüğüyle belirlenen ayrı bir şey olarak tanınır; öteki fikir dermeleri, taş, ağaç, kitap ve öteki duyumlanabilir şeyleri oluştur***ar..."[9]

Demek ki, dünyayı ve şeyleri, dıştaki şeyler olarak tanıdığımızı düşündüğümüz zaman, bunlar, yalnızca bizim zihnimizde varolduğuna göre, öyleyse, biz, yanılsamaların kurbanıyız.
Mustafa Alacı
Mustafa Alacı
Administrator
Administrator

Mesaj Sayısı : 488
Puanları : 5034
+ Rep : 0
Kayıt tarihi : 15/04/09
Nerden : İzmir

https://devrim.all-up.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer Empty Geri: Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer

Mesaj  Mustafa Alacı Paz Nis. 19, 2009 4:43 pm

Hylas ile Philonoüs'ün Söyleşileri adlı kitabında Berkeley, bu tezi, bize, şöyle tanıtlıyor:

"Aynı bir şeyin, aynı zamanda, farklı olabileceğine inanmak, bir saçmalık değil midir? Örneğin aynı anda soğuk ve sıcak. Düşününüz ki, ellerinizden biri sıcak, öteki soğuk olsun ve her ikisini de aynı zamanda orta sıcaklıkta su ile dolu kaba daldırsanız, su, bir elinize sıcak, ötekine soğuk gelmeyecek midir?"[10]

Mademki, bir şeyin kendisinin aynı anda farklı olabilmesi saçma bir şeydir, bundan, o şeyin ancak bizim ruhumuzda varolduğu sonucunu çıkarmalıyız.
Peki kendi uslamlama ve tartışma yönteminde ne yapıyor Berkeley'? Nesneleri, şeyleri, tüm özelliklerinden soyuyor.

"Siz diyorsunuz ki, nesneler vardır, çünkü onların bir renkleri, bir kokuları, bir tatları vardır; çünkü onlar, küçük ya da büyük, hafif ya da ağırdır. Ben, size, bunun, (sayfa 46) nesnelerde varolmadığını, ama bizim kafamızda varolduğunu tanıtlayacağım.
"İşte bir kumaş parçası. Siz, bana, onun kırmızı olduğunu söylüyorsunuz. Bütünüyle doğru mu bu? Siz, kırmızının, kumaşın kendisinde olduğunu düşünüyorsunuz. Kesin mi bu? Biliyorsunuz ki, gözleri bizimkilerden farklı olan ve bu kumaşı kırmızı olarak görmeyecek hayvanlar vardır; aynı şekilde sarılığı olan bir insan da, onu, sarı görecektir. Öyleyse bu kumaşın rengi nedir? Bu, duruma bağlı mı diyorsunuz? Şu halde, kırmızı, kumaşın kendinde değil, ama gözde, yani bizdedir.
"Bu kumaş hafif midir diyorsunuz? Bırakın bakalım bir karıncanın üzerine düşsün, karınca elbette ki ağır bulacak onu. Öyleyse kim haklı? Onun sıcak olduğunu düşünüyorsunuz? Ateşiniz olsaydı, soğuk bulacaktınız! Öyleyse sıcak mı, yoksa soğuk mu?
"Bir sözcükle, aynı şeyler, aynı anda, bazıları için kırmızı, ağır ve sıcak, başkaları için tam tersi olabiliyorsa, bu demektir ki, biz yanılsamaların kurbanıyız ve şeyler, yalnızca bizim zihnimizde vardır."

İşte böyle, nesnelerin tüm özelliklerini kaldırıp atarak, bunlar yalnızca bizim düşüncemizde vardır, yani madde bir fikirdir demeye kadar götürürsünüz işi.
Daha Berkeley'den önce de Yunan filozofları, tat, ses gibi bazı niteliklerin, şeylerin kendilerinde olmadıklarını, bizde olduklarını söylüyorlardı ki, bu doğruydu.
Ama, Berkeley'in teorisinde yeni olan, bu gözlemi, nesnelerin tüm niteliklerini içine alacak kadar genişletmesidir.
Yunan filozofları, gerçekten de şeylerin nitelikleri arasında şöyle bir ayrım yapmışlardı:
Bir yanda, nesnelerin kendilerinde olan ağırlık, büyüklük, dayanıklılık gibi ilk nitelikler.
Öte yanda, koku, tat, sıcaklık, vb. gibi bizde olan ikincil nitelikler. (sayfa 47)
Oysa Berkeley, ikincil niteliklere ait tezi, ilk niteliklere aynen uygular, şöyle ki, bütün nitelikler, bütün özellikler, nesnelerde değil, ama bizdedir.
Güneşe bakarsak, biz, onu, yuvarlak, düz ve kırmızı görürüz. Bilim, bize, yanıldığımızı, güneşin düz ve kırmızı olmadığını öğretir. Öyleyse, bilimin yardımıyla, güneşe atfettiğimiz bazı yanlış nitelikleri bir yana bırakıyoruz, ama bu yüzden güneşin varolmadığı sonucunu da çıkarmıyoruz. Oysa Berkeley, böyle bir sonuca varıyor.
Berkeley, elbette ki, eskilerin yaptıkları ayrımın bilimsel çözümlemeye dayanmadığını gösterirken haksız değildi, ama kendisi, bu gözlemlerden onların sahip olmadıkları sonuçlar çıkararak bir uslamlama yanlışı yapıyor, safsata yapıyor. Şeylerin niteliklerinin, gerçekten de, duyularımızın bize gösterdiği gibi olmadığını, yani duyularımızın maddi gerçeği bozduğunu gösteriyor ve o, bundan, hemen maddi gerçeğin varolmadığı sonucunu çıkarıyor.



IV. İDEALİST USLAMLAMANIN SONUÇLARI


Tez, "Her şey, ancak bizim zihnimizde vardır." olduğuna göre, bundan dış dünyanın varolmadığı sonucunu çıkarmak gerekir. Bu düşünüş tarzını sonuna kadar götürerek, "Mademki öteki insanları ancak benim fikirlerimle tanıyorum, mademki öteki insanlar benim için ancak, maddi nesneler gibi, fikir dermelerinden başka bir şey değildir, varolan yalnızca benim." demeye kadar vardırırız işi. Buna, felsefede (yalnızca kendim demek olan) tekbencilik (solipsisme) denir.
Lenin, daha önce andığımız kitabında, bize diyor ki, Berkeley, böyle bir teoriyi savunduğu suçlamasına karşı, kendisini, içgüdüyle savunuyor. Hatta görüyoruz ki, idealizmin aşırı biçimi olan tekbencilik, hiçbir filozof tarafından savunulmamıştır. (sayfa 48)
Bunun için, idealistlerle tartışırken, maddeyi gerçekten yadsıyan uslamlamaların; mantıklı ve tutarlı olmak için, tekbencilik (solipsisme) denen bu saçma aşırılığa varmaları gerektiğini ortaya çıkarmaya özen göstermeliyiz.



V. İDEALİST KANITLAR


Berkeley'in teorisini, elden geldiği kadar yalın bir biçimde özetlemeye önem verdik, çünkü felsefi idealizmin ne olduğunu en açık yüreklilikle ortaya koyan Berkeley'dir.
Ama bizim için yeni olan bu düşünüş tarzlarını iyi kavramak için, onları ciddiye almak ve anlamaya çalışmak artık kaçınılmaz olmuştur. Niçin?
Çünkü, daha ilerde göreceğiz ki, idealizm, yeni sözlerin ve deneyimlerin ardına gizlenerek, daha üstü örtülü bir biçimde karşımıza çıkarsa da, bütün idealist filozoflar, "eski Berkeley'in" (Lenin) kanıtlarını yeniden ele almaktan başka bir şey yapmazlar.
Çünkü, gene göreceğiz ki, resmi felsefe tarihine egemen olmuş ve hala egemen olan idealist felsefe, kendisiyle birlikte, içimize işlemiş bulunan bir düşünce yöntemi kullanarak, bütünüyle laik bir eğitime karşın, kafamıza yerleşmeyi başarabilmiştir.
Bütün idealist filozofların kanıtlarının temeli, piskopos Berkeley'in düşünüş tarzında bulunduğundan, bu bölümü özetlemek için, bu kanıtların başlıcalarının neler olduğunu ve bize, neyi tanıtlamaya yönelik bulunduklarını belirtmeye çalışacağız.



1. Ruh maddeyi yaratır.


Bu, artık biliyoruz, felsefenin temel sorusuna verilen idealist yanıttır; bu, ruhun dünyayı yarattığını kabul eden çeşitli dinlerde yansısını bulan idealizmin ilk biçimidir. (sayfa 49)
Bu iddia, iki anlama gelebilir.
Ya, tanrı dünyayı yaratmıştır ve o, bizim dışımızda, gerçekten vardır. Bu, teolojinin[11] görülegelen idealizmidir.
Ya, tanrı, bize, hiçbir maddi gerçeğe tekabül etmeyen fikirler vererek, bizde, dünya yanılsamasını yaratır. Bu madde bizim ruhumuz tarafından oluşturulmuş bir ürün olduğundan, ruhun tek gerçek olduğunu bize tanıtmak isteyen Berkeley'in "maddesizci idealizmidir".
Bunun için idealistler ileri sürerler ki:



2. Dünya bizim düşüncemiz dışında mevcut değildir.


İşte bu, Berkeley'in, şeyler ancak bizim ruhumuzda mevcut olduğu halde, biz, onlara, kendilerine özgü olabilecek özellikler ve nitelikler yükleyerek yanılgıya düştüğümüzü kesin olarak söylerken, bize tanıtlamak istediği şeydir.
İdealistlere göre, sıralar ve masalar pekala vardır, ama bizim dışımızda değil, yalnızca bizim düşüncemizde, çünkü:



3. Şeyleri yaratan bizim fikirlerimizdir.


Başka bir deyişle, şeyler, düşüncemizin yansısıdır. Gerçekten de, mademki madde yanılsamasını yaratan ruhtur, mademki bizim düşüncemize madde fikrini veren ruhtur, mademki şeyler karşısında duyduğumuz duyumlar şeylerin kendilerinden değil; ama yalnız bizim düşüncemizden ileri gelir, dünyanın ve şeylerin gerçekliğinin kaynağı bizim düşüncemizdir, ve buna göre, bizi kuşatan her şey, bizim ruhumuzun dışında mevcut değildir ve ancak bizim düşüncemizin yansısı olabilir. Ama, Berkeley'e göre, bizim ruhumuz kendi başına, bu fikirleri yaratmak yeteneğinde olamayacağından ve zaten her istediği fikri (onları kendi kendine yaratabilseydi, bunu başarabileceği için) yaratamadığından, (sayfa 50) daha güçlü başka bir ruhun bu fikirlerin yaratıcısı olduğunu kabul etmek gerekir. Şu halde, bizim ruhumuzu yaratan ve ruhumuzda karşılaştığımız dünya hakkındaki bütün fikirleri bize buyuran tanrıdır.
İşte idealist öğretilerin dayandıkları başlıca tezler ve felsefenin temel sorusuna verdikleri yanıtlar bunlardır. Şimdi de materyalist felsefenin bu soruya ve bu tezlerin ortaya çıkardığı sorunlara verdiği yanıtın ne olduğunu görmeye sıra geldi. (sayfa 51)
Mustafa Alacı
Mustafa Alacı
Administrator
Administrator

Mesaj Sayısı : 488
Puanları : 5034
+ Rep : 0
Kayıt tarihi : 15/04/09
Nerden : İzmir

https://devrim.all-up.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer Empty Geri: Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer

Mesaj  Mustafa Alacı Paz Nis. 19, 2009 4:43 pm

NİÇİN MATERYALİZMİ ÖĞRENMEMİZ GEREKİR?


Gördük ki, "Varlık ile düşünce arasındaki ilişkiler nelerdir?" sorusuna, ancak karşıt ve çelişik iki yanıt olabilir.
Bundan önceki bölümde, idealist yanıtı ve idealist felsefeyi savunmak için sunulan kanıtları inceledik.
Şimdi de, bu temel soruna (yineleyelim, her felsefenin temelinde bulunan soruna) verilen ikinci yanıtı incelemek ve materyalizmin savunma kanıtlarının neler olduğunu görmek gerekir. Materyalizm, marksizmin felsefesi (sayfa 52) olduğu için, bizim açımızdan ne kadar önemli ise, bunu öğrenmek de o kadar önemlidir.
Öyleyse, bu bakımdan, materyalizmi iyi tanımak zorunludur. İyi tanımak özellikle zorunludur, çünkü bu felsefe anlayışları, çok az bilinmektedir ve tahrif edilmişlerdir. Gene zorunludur, çünkü, eğitimimizle -ilk ya da en yükseği olsun- gördüğümüz öğretimle, yaşayış ve düşünüş alışkanlıklarımızla, idealist anlayışlar, farkında olmaksızın hepimizin içine az ya da çok işlemiştir. (Zaten başka bölümlerde, bu olumlamanın birçok örneklerini ve niçin böyle olduğunu göreceğiz.)
Demek ki, marksizmi öğrenmek isteyenler için, onun temelini, yani materyalizmi bilmek bir zorunluluktur.



II. MATERYALİZM NEREDEN GELİR?


Felsefeyi, genel bir biçimde, dünyayı, evreni açıklama çabası olarak tanımladık. Ama biliyoruz ki, insanlığın bilgi düzeyine göre, bu açıklamalar değişmiştir ve insanlık tarihi boyunca dünyayı açıklamak için iki tutum benimsenmiştir: bunlardan biri, bir ya da birkaç üstün ruha, doğaüstü güçlere başvuran bilime karşı tutumdur; öteki ise olgulara ve deneylere dayanan bilimsel tutumdur.
Bu tutumlardan biri idealist filozoflarca, öteki ise materyalistlerce savunulur.
Bunun içindir ki, bu kitabın daha başında, materyalizm hakkında edinilecek ilk fikrin, bu felsefenin evrenin bilimsel açıklanışı olduğunu söyledik.
İdealizm, nasıl insanların bilgisizliğinden doğmuşsa - bilgisizliğin, idealist anlayışları paylaşan siyasal ve kültürel güçler tarafından, toplumlar tarihinde, nasıl korunduğunu ve sürdürüldüğünü göreceğiz-, materyalizm de bilisizliğe ya da bilmesinlerciliğe karşı savaşımdan doğmuştur.
Bunun içindir ki, bu felsefe uzun süre önlenmeye çalışıldı ve bunun içindir ki, resmi üniversite dünyasında, çağdaş (sayfa 53) biçimiyle (diyalektik materyalizm), ya değeri bilinmedi, ya hiç bilinmedi ya da pek az tanındı.



III. MATERYALİZM NASIL VE NİÇİN GELİŞTİ?


Bu felsefeye karşı savaşım verenlerin ve bu öğretinin yirmi yüzyıldan beri hep aynı yerde durduğunu söyleyenlerin iddialarının tersine, materyalizmin tarihi, bize, bu felsefede canlı bir şeyin ve her zaman hareket halinde olan bir şeyin varlığını gösteriyor.
Yüzyıllar boyunca insanların bilimsel bilgileri ilerledi. Düşünce tarihinin başlangıcında, Yunan antikçağında, bilimsel bilgiler, hemen hemen hiç yok denecek gibiydi; ilk bilginler, aynı zamanda filozof idiler; çünkü o çağda, felsefe ve doğmakta olan bilimler, bir bütün oluşturuyordu, biri ötekilerin uzantısı oluyordu.
Zamanla, bilimler, dünya olaylarının açıklanmasına, idealist filozofların dogmaları ile çelişen ve tedirginlik yaratan bir açıklık getirince, felsefe ile bilimler arasında bir çatışma başladı.
Bu çağın resmi felsefesi ile çelişmekte olan bilimlerin, felsefeden ayrılmaları zorunlu oldu. Böylece, "...onların, geleceğin yakın bir çözümü için olgunlaşmış bulunan daha sınırlı sorunları ele almak üzere, felsefenin karmaşık şeyler yığınından kendilerini kurtarmak ve derin varsayımları filozoflara bırakmak ilk işleri oldu. Böylece, felsefe ve ... bilimler arasında bu ayrılma oluştu."[12]
Ama, bilimlerle birlikte doğan, onlara bağlı ve bağımlı olan materyalizm, çağdaş materyalizm ile, yani Marx ve Engels'in materyalizmi ile, bilim ve felsefeyi, diyalektik materyalizm içinde yeniden birleştirmek üzere, bilimlerle birlikte ilerledi ve gelişti. (sayfa 54)
Uygarlığın ilerleyişine bağlı olan bu gelişmeyi ve bu tarihi daha ilerde inceleyeceğiz, ama şimdiden, materyalizm ile bilimlerin birbirine bağlı olduklarını ve materyalizmin mutlak olarak bilime bağımlı olduğunu belirtiyoruz, ki bunu akılda tutmak çok önemlidir.
Şimdi, materyalizmin esaslarını, çeşitli biçimler altında materyalist olduğunu ileri süren bütün felsefeler için ortak olan esasları, yerlerine yerleştirmek ve tanımlamak gerekiyor.



IV. MATERYALİSTLERİN İLKELERİ VE KANITLARI NELERDİR?


Bunu yanıtlayabilmek için, felsefenin temel sorusuna, varlık ile düşünce arasındaki ilişkilere, yani bunlardan hangisinin daha önemli olduğu sorusuna dönmemiz gerekir.
Materyalistler, her şeyden önce, varlık ile düşünce arasında, madde ile ruh arasında belirli bir ilişkinin varolduğunu öne sürerler. Onlara göre, ilk gerçek, ilk şey varlıktır, maddedir ve ruh ise ikinci gerçektir, sonradan gelendir, maddeye bağımlıdır.
Şu halde, materyalistlere göre, dünyayı ve maddeyi yaratmış olan tanrı ya da ruh değildir, ama ruhu yaratmış olan dünyadır, maddedir, doğadır:
"Tinin kendisi, maddenin en üstün bir ürününden başka birşey değildir."[13]
Bunun içindir ki, ikinci bölümde sorduğumuz soruyu tekrar ele alırsak ve "düşünme, insana nereden gelir?" dersek, materyalistler, insan düşünüyor çünkü onun bir beyni vardır ve düşünce beynin ürünüdür, diye yanıt verirler. Onlara göre, maddesiz, cisimsiz düşünce olamaz.
"Bize ne kadar yüce görünürlerse görünsünler, bilincimiz ve düşüncemiz, maddi, bedensel bir organın, beynin ürünlerinden (sayfa 55) başka bir şey değildir."[14]
Buna göre materyalistler için, madde, varlık, bizim düşüncemizin dışında varolan gerçek şeylerdir ve varolmak için düşünceye ya da ruha gereksinme duymazlar. Aynı şekilde, ruh maddesiz varolamayacağına göre, ölümsüz ve bedenden bağımsız bir ruh da yoktur.
İdealistlerin söylediklerinin tersine, bizi kuşatan şeyler bizden bağımsız olarak mevcutt***ar, bize düşüncelerimizi veren onlardır; ve bizim fikirlerimiz, şeylerin bizim beynimizdeki yansısından başka bir şey değildir.
Bunun içindir ki, varlık ile düşünce arasındaki ilişkiler sorusunun ikinci yönü -"Bizim çevremizdeki dünya hakkındaki düşüncelerimiz ile bu dünya arasında nasıl bir bağıntı vardır? Bizim düşüncemiz, gerçek dünyayı bilebilecek durumda mıdır? Gerçek dünyaya ilişkin tasarımlarımızda ve kavramlarımızda gerçekliğin doğru bir yansısını verebilir miyiz? Bu soru, felsefe dilinde, düşünce ile varlığın özdeşliği. sorunu diye adlandırılır."[15]- karşısında, materyalistler, şu olumlamada bulunur: Evet, biz dünyayı tanıyabiliriz, ve bizim bu dünyaya ilişkin edindiğimiz fikirler, gittikçe daha doğru olmaktadır, çünkü biz, dünyayı bilimlerin yardımıyla inceleyip öğrenebiliyoruz, çünkü bilimler, sürekli olarak deney yoluyla bizi çevreleyen şeylerin kendilerine özgü ve bizden bağımsız bir gerçekleri olduğunu tanıtlamaktadır ve insanlar daha şimdiden bu şeylerin bir bölümünü yeniden üretebilmekte ve yapay olarak yaratabilmektedirler.
Şu halde, özetlemek için şöyle diyeceğiz: materyalistler, felsefenin temel sorunu karşısında:
1. Ruhu yaratan maddedir ve bilimsel olarak, asla maddesiz ruh görülmedi.
2. Madde, her ruhun dışında vardır ve maddenin kendine özgü bir varlığı olduğundan, varolmak için ruha (sayfa 56) gereksinme duymaz, dolayısıyla idealistlerin söylediklerinin tersine, şeyleri yaratanlar, bizim fikirlerimiz değildir, biz fikirlerimizi şeylerden alırız.
3. Biz, dünyayı tanımak yeteneğindeyiz, maddeden ve dünyadan edindiğimiz fikirler, giderek daha doğru oluyorlar, çünkü bilimlerin yardımıyla daha önce bildiklerimizi kesinleştirebildiğimizi ve bilmediklerimizi de bulabildiğimizi doğrularlar.
Mustafa Alacı
Mustafa Alacı
Administrator
Administrator

Mesaj Sayısı : 488
Puanları : 5034
+ Rep : 0
Kayıt tarihi : 15/04/09
Nerden : İzmir

https://devrim.all-up.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer Empty Geri: Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer

Mesaj  Mustafa Alacı Paz Nis. 19, 2009 4:44 pm

I. SORUNU NASIL KOYMALIYIZ?


Şimdi, idealistlerin ve materyalistlerin tezlerini bildiğimize göre, kimin haklı olduğunu bulmaya çalışacağız.
Anımsayalım ki, her şeyden önce, bu tezler, mutlak olarak birbirine karşı ve birbiriyle çelişiktirler; diğer yandan bu tezlerden birini ya da ötekini savunduğumuz an, savunduğumuz tez, bizi, sonuçları dolayısıyla, çok önemli olan vargılara götürecektir. (sayfa 58)
Kimin haklı olduğunu bilmek için, iki tarafın kanıtlarını özetlediğimiz üç noktaya başvuracağız.
İdealistler ileri sürüyorlar:
1. Maddeyi yaratan ruhtur;
2. Madde bizim dışımızda mevcut değildir, o halde bizim için bir yanılsamadan başka bir şey değildir;
3. Şeyleri yaratan bizim fikirlerimizdir.
Materyalistler ise bunun tam tersini ileri sürüyorlar.
İşimizi kolaylaştırmak için, ilkin, ortak görüneni ve bizi en çok şaşırtanı incelemek gerekir.
1. Dünyanın yalnızca bizim düşüncemizde varolduğu doğru mudur?
2. Şeyleri bizim fikirlerimizin yarattığı doğru mudur?
İşte Berkeley'in "maddesizci" idealizminin savunduğu iki kanıt, bundan çıkan sonuçlar, bütün tanrıbilimlerde olduğu gibi üçüncü sorumuzla sonuçlanır:
3. Ruhun maddeyi yarattığı doğru mudur?
Bu üç soru, felsefenin temel sorununa dayandığından, çok önemlidir. Öyleyse, kimin haklı olduğunu, ancak bu soruları tartışarak bulacağız ve bu sorular, materyalistler için özellikle ilginçtir, şu anlamda ki, bu sorulara verilen materyalistçe yanıtlar, bütün materyalist felsefeler için -bu bakımdan diyalektik materyalizm için de- ortak olan yanıtlardır.



II. DÜNYANIN YALNIZCA BİZİM DÜŞÜNCEMİZDE
VAROLDUĞU DOĞRU MUDUR?


Bu soruyu incelemeden önce, okumalarımızda sık sık karşılaşacağımız ve kullanacağımız iki felsefe terimini iyice öğrenmeliyiz.
Öznel gerçek (yalnızca bizim düşüncemizde varolan gerçek anlamına gelir.)
Nesnel gerçek (düşüncemizin dışında varolan gerçek anlamına gelir). (sayfa 59)
İdealistler, dünya nesnel bir gerçek değil, ama öznel bir gerçektir, derler.
Materyalistler ise, dünya nesnel bir gerçektir, derler.
Dünyanın ve şeylerin yalnızca bizim düşüncemizde varolduğunu bize tanıtlamak için piskopos Berkeley, onları (renk, büyüklük, yoğunluk gibi) özelliklerine ayrıştırır. Ve bireylere göre değişen bu özelliklerin, şeylerin kendilerinde değil, ama bizim her birimizin ruhunda olduğunu iddia eder. Bundan, maddenin nesnel değil, ama öznel olan bir özellikler kümesi olduğu, dolayısıyla varolmadığı sonucunu çıkarır.
Eğer güneş örneğini tekrar ele alırsak, Berkeley, kırmızı, yuvarlak nesnel gerçeğine inanıp inanmadığımızı bize sorar; ve özellikleri, tartışma yöntemi ile, kendi yöntemi ile, güneşin, kırmızı ve yuvarlak olmadığını bize gösterir. Demek ki, güneş nesnel bir gerçek değildir, çünkü, kendi kendine var değildir; ama ancak öznel bir gerçektir, çünkü yalnızca bizim düşüncemizde vardır.
Materyalistler, güneşin, kırmızı, düz bir yuvarlak olarak gördüğümüz için varolduğunu ileri sürmezler, -çünkü bu, çocukların ve gerçeği denetlemek için duyularından başka şeyleri olmayan ilk insanların safça, çocuksu gerçekçiliğidir- ama onlar, güneşin varolduğunu, bilimin yardımıyla doğrularlar. Bilim, gerçekten de, duyularımızın bizi düşürdüğü yanılgıları düzeltmemize olanak verir.
Ama, bu güneş örneğinde, sorunu açıkça koymalıyız. Berkeley'le birlikte, biz de, güneşin yuvarlak olmadığını, kırmızı olmadığını söyleyeceğiz, ama onun çıkardığı sonuçları, güneşi nesnel gerçek olarak yadsımasını kabul etmeyeceğiz.
Şeylerin özelliklerini değil, onların varlığını tartışıyoruz.
Duyularımızın bizi yanıltıp yanıltmadığını, maddi gerçeği bozup bozmadığını anlamak için değil, ama bu gerçeğin bizim duyularımızın dışında varolup olmadığını bilmek için tartışıyoruz. (sayfa 60)
Peki, materyalistler, bu gerçeğin bizim dışımızdaki varlığını kesin olarak söylüyorlar ve onlar kanıtlarını doğrudan doğruya bilimden alıyorlar.
İdealistler haklı olduklarını bize göstermek için ne yapıyorlar? Sözcükler üzerinde tartışıyorlar, büyük söylevler veriyorlar, sayısız sayfalar dolduruyorlar.
Bir an haklı olduklarını varsayalım. Dünya, yalnızca bizim düşüncemizde var ise, insanlardan önce var değildi demektir. Biliyoruz ki, bu yanlıştır, çünkü bilim, insanın yeryüzünde çok sonradan ortaya çıktığını bize tanıtlıyor. O zaman, bazı idealistler bize diyecekler ki, insandan önce hayvanlar vardı ve düşünce, hayvanlarda eğleşebiliyordu. Ama biz, hayvanlardan önce hiçbir organik yaşamın olanaklı olmadığı, üzerinde oturulmaz bir yeryüzü olduğunu biliyoruz. Daha başkaları da diyecekler ki, yalnız güneş sistemi var idiyse ve insanlar mevcut değil idiyse de, ruh, tanrıda mevcuttu. Böylece idealizmin en yüksek biçimine varıyoruz. Tanrı ile bilim arasında bir seçim yapmamız gerekiyor. İdealizm tanrısız tutunamaz, desteklenemez, tanrı ise, idealizmsiz varolamaz.
İdealizm ve materyalizm sorununu, tam şöyle koymak gerekir: Kim haklı? Tanrı mı, bilim mi?
Tanrı, maddenin yaratıcısı salt bir ruhtur, tanıtsız bir iddiadır.
Bilim, pratikle ve deneyle dünyanın nesnel bir gerçek olduğunu bize tanıtlayacak ve şu soruya yanıt vermemize olanak sağlayacaktır:
Mustafa Alacı
Mustafa Alacı
Administrator
Administrator

Mesaj Sayısı : 488
Puanları : 5034
+ Rep : 0
Kayıt tarihi : 15/04/09
Nerden : İzmir

https://devrim.all-up.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer Empty Geri: Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer

Mesaj  Mustafa Alacı Paz Nis. 19, 2009 4:44 pm

III. ŞEYLERİ BİZİM FİKİRLERİMİZİN YARATTIĞI
DOĞRU MUDUR?


Örneğin, şeylerin nesnel bir gerçek mi, yoksa öznel bir gerçek mi olduğunu, şeyleri yaratanın bizim fikirlerimiz olduğunun doğru olup olmadığını tartıştığımız bir idealistle birlikte, yolun karşısına geçerken, yoldan gelen bir otobüsü (sayfa 61) alalım. Elbette ki, eğer ezilmek istemiyorsak, her ikimiz de çok dikkatli olacağız, demek ki, pratikte, idealist, otobüsün varlığını tanımak zorundadır. Ona göre, pratikte nesnel bir otobüs ile öznel bir otobüs arasında bir ayrım yoktur ve bu, o kadar doğrudur ki, pratik, idealistlerin yaşamda materyalist olduklarını tanıtlar.
Bu konuda, idealist filozofların ve bu felsefeyi tutanların, kendilerine göre öznel gerçekten başka bir şey olmayan şeyleri elde edebilmek için, bazı "nesnel" bayağılıklara tenezzül ettiklerini görebileceğimiz sayısız örnekler sayabilirdik.
Zaten bunun içindir ki, artık kimsenin, Berkeley gibi, dünyanın varolmadığını ileri sürdüğü görülmüyor. Kanıtlar artık çok daha ince, kurnazca, çok daha gizli-kapaklı. (İdealistlerin kanıtlama biçimlerine örnek olarak Lenin'in Materyalizm ve Ampiryokritisizm adlı kitabının, "Dünya Öğelerinin Bulunması" bölümüne bakınız.)[16]
Demek ki, Lenin'in söylediği gibi, "pratiğin ölçütü" ile idealistleri susturmamız olanaklı olacaktır.
Zaten idealistler teori ile pratiğin birbirine denk olmadıklarını, birbirinden apayrı iki şey olduklarını söylemekten geri durmayacaklardır. Bu, doğru değildir. Bir anlayışın, yanlış ya da doğru olduğunu, bize, yalnızca pratik gösterecektir.
Otobüs örneği, bize dünyanın nesnel bir gerçekliği olduğunu ve ruhumuz tarafından yaratılmış bir düş olmadığını gösteriyor.
Berkeley'in maddesizcilik teorisi, bilimlerin karşısında tutunamadığına ve pratiğin ölçütüne karşı duramadığına göre, şimdi de, idealist felsefelerin, dinlerin, tanrıbilimlerin hepsinin vardığı sonucu, ruh maddeyi yaratır savını görmek kalıyor. (sayfa 62)



IV. RUHUN MADDEYİ YARATTIĞI DOĞRU MUDUR?


Daha yukarda da gördüğümüz gibi, idealistlere göre, ruh, en üstün, en yüce biçimini tanrıda bulmuştur. Tanrı, onların teorisinin son sözü, son yanıtı, vardığı sonuçtur, ve bunun içindir ki, ruh-madde sorunu, son tahlilde, idealist mi, yoksa materyalist mi, kim haklı, "tanrı mı, bilim mi?" biçimine konur.
İdealistler, tanrının bütün sonsuzluk boyunca varolmuş olduğunu ve hiçbir değişikliğe uğramadığı için her zaman aynı kaldığını söylerler. Tanrı, salt ruhtur, tanrı için zaman ve uzay (mekan) mevcut değildir. O, maddenin yaratıcısıdır.
İdealistler; tanrı hakkındaki savlarını savunmak için de herhangi bir kanıt göstermezler.
Maddenin yaratıcısını savunmak için bilimsel bir aklın kabul edemeyeceği bir yığın gizeme başvur***ar.
Bilimin kaynaklarına inildiği zaman, görülür ki, ilk insanlar, tanrı fikrini, kafalarında, büyük bilgisizliklerinden dolayı, ve bu bilgisizlik ortasında uydurdular. 20. yüzyıl idealistleri ise, sabırlı ve direşken bir çalışmanın bilinmesini olanaklı hale getirdiği tüm şeylerden, ilk insanlar gibi tamamen habersiz kalmaya devam ettiler. Çünkü, ensonu, tanrı, idealistlere göre, açıklanamıyor ve onlar için, geriye hiçbir kanıtı bulunmayan bir inanç kalıyor. İdealistler, dünyanın bir yaradılışı olması zorunluluğunu "tanıtlamak" istedikleri zaman, bize, maddenin her zaman varolmadığını aşağı yukarı bir başlangıcı olması gerektiğini söylerken, asla bir başlangıcı olmamış olan bir tanrıya başvuruyorlar. Bu açıklamanın neresi daha aydınlıktır?
Materyalistler ise kanıtlarını savunmak için, insanların "bilgisizliklerinin sınırlarını" geride bırakarak gitgide geliştirdikleri bilimden yararlanacaklardı.
Peki, bilim, ruhun maddeyi yaratmış olmasını düşünmemize (sayfa 63) izin verir mi? Hayır.
Salt bir ruh tarafından yaradılış fikri, anlaşılmaz bir şeydir, çünkü biz, deney ve gözlemimizde böyle bir şey tanımıyoruz. Bunun olanaklı olabilmesi için, idealistlerin dedikleri gibi, ruhun maddeden önce yalnız başına varolması gerekecekti, oysa bilim bunun olanak-dışı olduğunu ve hiçbir zaman maddesiz bir ruh olmadığını bize tanıtlıyor. Tersine, ruh (akıl) her zaman maddeye bağlıdır ve özellikle insan ruhu (aklı), fikirlerimizin ve düşünmemizin kaynağı olan beyne bağlıdır. Bilim, fikirlerin boşluk içinde varolduklarını kavramamıza izin vermiyor...
Şu halde, tanrı ruhunun varolabilmesi için bir beyin olması gerekecekti. Bunun içindir ki, maddeyi, dolayısıyla insanı yaratan tanrı değildir, ama ruh-tanrıyı yaratmış olan insan beyni biçimindeki maddedir, diyebiliriz.
Daha ilerde, bilimin, bize, bir tanrıya ya da onun üzerinde zamanın etkisiz olacağı ve kendisinin, sürenin, hareketin ve değişikliğin dışında kalacağı herhangi bir şeye inanmak olanağını verip vermediğini göreceğiz.
Bundan sonra, bir yargıya varabiliriz. Felsefenin temel sorununa verdikleri yanıtta:



V. MATERYALİSTLER HAKLIDIRLAR VE
BİLİM ONLARIN İDDİALARINI TANITLAR


Materyalistler şunları ileri sürmekte haklıdırlar:
1. Berkeley'in idealizmine ve onun maddesizciliği ardına gizlenen filozoflara karşı, bir yandan dünyanın ve şeylerin bizim düşüncemiz dışında da pekala varolduğunu ve varolmak için bizim düşüncemize gereksinmeleri bulunmadığını; öte yandan, şeyleri, bizim düşüncelerimizin yaratmadığını, tersine, bize fikirlerimizi şeylerin verdiklerini ileri sürerken,
2. Maddenin ruh tarafından yaratıldığını ileri sürmekle, yani son ısrarda, tanrının varlığını ileri sürmekle ve tanrıbilimleri (sayfa 64) savunmakla sonuçlanan bütün idealist felsefelere karşı, materyalistler, bilimlere dayanarak, ruhu, maddenin yarattığını, maddenin yaradılışını açıklamak için tanrı varsayımına gereksinme bulunmadığını ileri sürer ve kanıtlarlar.



Not- İdealistlerin sorunları koyuş biçimine dikkat etmeliyiz. Tanrıyı insanın yaratmış olduğunu gördüğümüz halde, onlar, insanı tanrının yarattığını ileri sürerler. Gene biz, gerçekte, tam tersinin doğru olduğunu görürken, onlar, maddeyi, ruhun yarattığını iddia ederler. İşte burada, şeylere bakışı, bakış açısını öylesine tersine çeviriş vardır ki, bunu belirtmek zorundayız. (sayfa 65)
Mustafa Alacı
Mustafa Alacı
Administrator
Administrator

Mesaj Sayısı : 488
Puanları : 5034
+ Rep : 0
Kayıt tarihi : 15/04/09
Nerden : İzmir

https://devrim.all-up.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer Empty Geri: Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer

Mesaj  Mustafa Alacı Paz Nis. 19, 2009 4:44 pm

I. NİÇİN ÜÇÜNCÜ BİR FELSEFE?


Bu ilk bölümlerden sonra, bize öyle gelebilir ki, bütün teorileri, iki büyük akım, yani idealizm ve materyalizm paylaştığına göre, bütün bu felsefi düşünüş biçimleri ortasında kendi yerimizi bulmak, oldukça kolaydır. Ve gitgide, kanıtların, materyalizm lehine savaştığı kanısı kesinlik kazanıyor.
Öyle görünüyor ki, birkaç incelemeden sonra, bizi, usun (aklın) felsefesine, yani materyalizme doğru götüren yolu yeniden bulduk.
Ama işler bu kadar basit değil. Daha önce de belirttiğimiz (sayfa 66) gibi, zamanımızın idealistleri, piskopos Berkeley kadar açık yürekli değiller. Onların düşünceleri, "çok daha kurnazca bir biçime sokulmuş, ve 'yeni' terminolojiyle bulanıklaştırılmış böylece, saf kişiler, bu fikirleri, 'modern' bir felsefe olarak kabul etmişlerdir."[17]
Gördük ki, felsefenin temel sorusuna, ancak birbirine tamamıyla karşıt, birbiriyle çelişik ve uzlaşmaz iki yanıt verilebilir. Bu iki yanıt, çok açıktır ve hiçbir karışıklığa meydan vermez.
Gerçekten de, aşağıyukarı 1710'a kadar, sorun şöyle konuyordu: bir yanda, düşüncemizin dışında maddenin varolduğunu ileri sürenler - bunlar materyalistlerdi; öte yanda, Berkeley ile birlikte maddenin varlığını yadsıyanlar, maddenin yalnızca bizde, bizim ruhumuzda varolduğunu ileri sürenler - bunlar idealistlerdi.
Ama bu dönemde, bilimler ilerlerken, başka filozoflar da işin içine karıştı; bunlar, bu iki teori arasına bir karışıklık sokan bir felsefe akımı yaratarak, idealistler ile materyalistler arasındaki oy dengesini bozmaya çalıştılar; bir üçüncü felsefenin aranması, bu karışıklığın kaynağı oldu.



II. BU ÜÇÜNCÜ FELSEFENİN İLERİ
SÜRDÜĞÜ KANITLAR


Berkeley'den sonra geliştirilerek hazırlanan bu felsefenin esasına göre, şeylerin gerçek doğasını bilmeye çalışmak yararsızdır ve biz, görünüşlerden başka bir şeyi bilemeyiz.
Onun içindir ki, bu felsefeye, bilinemezcilik (agnostisizm) denir. (Yunancada: a, olumsuzluk bildirir; gnostikos, bilinirlik, bilinebilir anlamına gelir; agnostisizm ise, bilinemezcilik demektir.)
Bilinemezcilere göre, dünyanın, gerçekte, ruh mu, yoksa (sayfa 67) doğa mı olduğu bilinemez. Şeylerin dış görünüşlerini tanımak, bizim için olanaklıdır, ama gerçeği tanıyamayız, bilemeyiz.
Güneş örneğini alalım. Daha önce gördük ki, güneş ilk insanların düşündükleri gibi, düz ve kırmızı bir daire değildir. Demek ki, bu daire, bir yanılsamadan, bir görünüşten başka bir şey değildir (görünüş, bizim şeyler hakkında sahip olduğumuz yüzeysel fikirdir, onun gerçeği değildir).
Bunun içindir ki, idealistler ile materyalistlerin, şeylerin madde mi, ruh mu olduklarını, şeylerin bizim düşüncemizin dışında varolup olmadıklarını; bizim için onları tanıyıp bilmenin olanaklı olup olmadığını anlamak için tartıştıklarını dikkate alarak, bilinemezciler, görünüşler pekala bilinebilir, ama gerçek hiçbir zaman bilinemez diyorlar.
Onlar diyorlar ki, duyularımız bizim şeyleri görmemizi, duymamızı, onların dış görünümlerini, dış yönlerini, yani görünüşlerini tanımamızı sağlar; öyleyse bu görünüşler, bizim için mevcuttur; onlar, felsefe dilinde "bizim-için-şey" denilen şeyi oluştur***ar. Ama biz, bizden bağımsız olan şeyi, kendine özgü ve "kendinde-şey" denilen şeyi, kendi gerçeği ile tanıyamayız, bilemeyiz.
Durmaksızın bu konu üzerinde tartışan idealistler ile materyalistler, tıpkı biri mavi, öteki pembe gözlük takıp da karda gezinen ve karın gerçek renginin ne olduğunu tartışan iki adama benzetilebilirler. Varsayalım ki, gözlüklerini hiç çıkaramıyorlar. Bir gün karın gerçek rengini bilebilecekler midir? Hayır. İşte, kimin haklı olduğunu anlamak için tartışan idealistler ile materyalistlerin, biri mavi, öteki pembe gözlük takıyor. Hiçbir zaman gerçeği bilemeyeceklerdir. Kar hakkında "kendileri-için" bir bilgi edinecekler, her biri kendine göre, kendi tarzında görecektir, ama hiçbir zaman "kendinde"-karı bilemeyeceklerdir. İşte bilinemezcilerin düşünüş tarzları böyledir. (sayfa 68)



III. BU FELSEFE NEREDEN GELİYOR?


Bu felsefenin kurucuları, Hume (1711-1776) İskoçyalı, Kant (1724-1804) bir Alman'dı. Her ikisi de materyalizm ile idealizmi uzlaştırmaya çalıştılar.
İşte, Lenin'in Materyalizm ve Ampiryokritisizm adlı kitabında aktardığı Hume'un düşünüş tarzından bir parça:
"İnsanların doğal içgüdüleriyle ya da doğal yetenekleriyle kendi duygularına güvenmeye eğilimli oldukları ve bizim algılarımıza bağımlı olmayan ve duyarlıkla bezenmiş bütün varlıklarla birlikte ortadan kalktığımız takdirde bile varolacak olan bir dış evrenin varlığı, en ufak bir uslamlama yapmadan ya da hatta uslamlamaya başvurmadan önce, her zaman varsaydığımız apaçık belli bir şey olarak kabul edilebilir. ... Ama bütün insanların bu evrensel ve birincil kanısı, bize, zihnimizde hiçbir şeyin bir simgesi ya da algısı dışında varolamayacağını ve duyumların zihin ve nesne arasında doğrudan doğruya herhangi bir müdahalede (Intercourse) bulunma yeteneğinden yoksun olarak bu imgelerin içerisinden geçtiği birer kanaldan başka bir şey olmadığını öğreten birazcık felsefeyle hemen sarsılır. Görmekte olduğumuz masa; ondan uzaklaştıkça daha küçük görünür, ama bizden bağımsız olarak varolan gerçek masa, değişmez; o halde bizim zihnimiz, masanın imgesinden başka bir şeyi algılamamıştır. Usun gösterdikleri bunlardır."[18]
Görüyoruz ki, Hume, her şeyden önce, sağduyuya uygun geleni, yani bize bağımlı bulunmayan "dış evrenin varlığını" kabul ediyor. Ama hemen ardından bu varlığı nesnel bir gerçek olarak kabul etmeyi reddediyor. Ona göre, bu varlık, bir imgeden başka bir şey değildir ve bu varlığı, bu imgeyi kaydeden duyularımız, ruh ile nesne arasında herhangi bir ilişki kurma yeteneğinde değildir.
Kısacası, biz, şeylerin ortasında, sanki, perde üzerinde (sayfa 69) nesnelerin imgesini onların varlığını saptadığımız, ama imgelerin kendileri ardında, yani perdenin ardında herhangi bir şeyin bulunmadığı bir sinemada yaşıyor gibiyiz.
Şimdi, bizim aklımızın şeyleri nasıl tanıdığı bilinmek istenirse, bu, "bizzat zihnin enerjisine ya da bir tür görülemez ve bilinemez bir ruhun varsayımına ya da bizce çok daha az bilinen bir başka nedene" bağlı olabilir.[19]
Mustafa Alacı
Mustafa Alacı
Administrator
Administrator

Mesaj Sayısı : 488
Puanları : 5034
+ Rep : 0
Kayıt tarihi : 15/04/09
Nerden : İzmir

https://devrim.all-up.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer Empty Geri: Felsefenin Baslangıç İlkeleri - Georges Politzer

Mesaj  Mustafa Alacı Paz Nis. 19, 2009 4:47 pm

IV. VARDIĞI SONUÇLAR


İşte gözkamaştırıcı, ayrıca da çok yaygın bir teori. Tarih boyunca, felsefe teorileri arasında, çeşitli görünümler altında bu teoriyle karşılaşıyoruz; zamanımızda ise, ona "tarafsız kalmak ve bilimsel bir ihtiyatlılık içinde durumunu korumak" savında olanlarda raslıyoruz.
Şu halde, bu düşünüş tarzlarının doğru olup olmadığını ve bunlardan hangi sonuçların çıktığını incelememiz gerekir.
Eğer, bilinemezcilerin savundukları gibi, şeylerin gerçek doğasını bilmemiz gerçekten olanaklı değilse, eğer bizim bilgimiz şeylerin görünüşü ile sınırlıysa, o zaman, nesnel gerçeğin varlığını ileri süremeyiz ve şeylerin kendi başlarına varolup olmadıklarını bilemeyiz. Bize göre örneğin, otobüs nesnel bir gerçektir; bilinemezci ise, bize diyor ki, bu kesin değil, bu otobüsün bir düşünce mi, yoksa bir gerçek mi olduğu bilinemez. Demek ki, düşüncemizin, şeylerin yansısı olduğunu savunmamızı yasaklıyor. Görüyoruz ki, işte burada, tam bir idealist düşünüş tarzının ortasındayız, çünkü, şeylerin varolmadıklarını ileri sürmekle, kısaca onların varolup olmadıklarının bilinemeyeceğini ileri sürmek arasındaki fark, pek büyük değildir!
Bilinemezcinin, şeyleri, "bizim-için-şeyler" ve "kendinde-şeyler" olarak birbirinden ayırdığını gördük. Demek ki, bizim-için-şeylerin incelenmesi, öğrenilmesi olanaklıdır, bu (sayfa 70) bilimdir; ama kendinde-şeylerin incelenmesi olanaklı değildir, çünkü, bizim dışımızda varolan şeyleri tanıyamayız, bilemeyiz.
Bu düşünüş tarzının sonucu şudur: Bilinemezci, bilimi kabul eder, ve ancak, doğadan bütün doğaüstü güçleri çıkarıp atmak koşuluyla bilim yapılabileceğinden, bilim karşısında, materyalisttir.
Ama eklemekte acele eder ki, bilim, bize ancak görünüşleri verir, ve öte yandan, gerçekte maddeden başka bir şey bulunmadığını, ya da hatta maddenin varolduğunu, ya da tanrının varolmadığını, hiçbir şey tanıtlamaz. İnsan aklı bu konuda hiçbir şey bilemez, öyleyse bu konulara burnunu sokmamalıdır. Dinsel inanç gibi kendinde-şeyleri bilmenin başka yolları varsa, bilinemezci, bunu da bilmek istemez ve bunu tartışma hakkını kendinde bulmaz.
Demek ki, bilinemezci, yaşamın gidişine ve bilimin yapısına gelince, materyalisttir; ama materyalizmi olumlamaya cüret edemeyen, her şeyden önce idealistlerle sorun çıkarmamaya çalışan ve dinle çatışma haline girmemeye özen gösteren bir materyalisttir. "Utangaç bir materyalisttir".[20]
Vardığı sonuç şudur ki, bilimin derin değerinden kuşku duymakla ve bilimde yalnızca görünüşleri görmekle, bu üçüncü teori, bize, bilime hiçbir gerçeklik yüklememeyi öğütler ve herhangi bir şeyi öğrenmeye çalışmanın, ilerlemeye katkıda bulunmak için çaba göstermenin, tamamen yararsız olduğunu ileri sürer.
Bilinemezciler şöyle diyorlar: Eskiden, insanlar, güneşi düz bir daire olarak görüyorlardı ve gerçeğin öyle olduğunu sanıyorlardı; yanılıyorlardı. Bugün, bilim bize, güneşin gördüğümüz gibi olmadığını söylüyor ve her şeyi açıklayacağını ileri sürüyor. Ama gene biz biliyoruz ki, bilim de bir önceki gün yaptığını, bugün yıkarak, sık sık yanılıyor. Dün yanlış (sayfa 71) bugün doğru, ama yarın yanlış. Böylece, diye savunuyorlar bilinemezciler, bilemeyiz; akıl, bize kesin hiçbir bilgi. getirmez. Ve eğer, örneğin dinsel inanç gibi akıldan başka araçlar, bize mutlak olarak kesin bilgiler vermeyi iddia ederlerse, bilim, bizi bunlara inanmaktan bile alıkoyamayacaktır. Bilime karşı güven ve inancı zayıflatarak, bilinemezcilik, böylece, dinlere geri dönüşü hazırlar.



V. BU "ÜÇÜNCÜ" FELSEFE NASIL ÇÜRÜTÜLÜR?


Gördük ki, materyalistler, savlarını tanıtlamak için, yalnızca bilimden değil, ama aynı zamanda bilimlerin denetlenmesine olanak veren deneyimden de yararlanırlar. "Pratiğin sağladığı ölçüt" sayesinde şeyler bilinebilir, tanınabilir.
Bilinemezciler, bize dış dünya vardır ya da yoktur diye iddia etmek olanağı yoktur, diyorlar.
Oysa, pratik ile dünyanın ve şeylerin varolduklarını biliyoruz. Bizim şeylerden edindiğimiz fikirlerin akla-yatkın, akılsız olmayan fikirler olduğunu, şeylerle kendimiz arasında kurduğumuz ilişkilerin gerçek ilişkiler olduğunu biliyoruz.
"Bu nesneleri, onlarda algıladığımız niteliklere göre, kendi yararımıza kullanmaya başladığımız an, duyusal algılarımızın doğruluğunu ya da yanlışlığını yanılmaz bir sınamadan geçirmekteyizdir. Bu algılar yanlışsa, bir nesnenin onlara göre kestirdiğimiz kullanım yolunun da yanlış olması ve çabamızın boşa gitmesi gerekir. Ama amacımıza varmayı başarırsak, o nesne ile onun bizdeki ideasının uyuştuğunu anlarsak; nesne, ereğimiz için kendisinden beklediğimizi verirse, o zaman bu, bizim o nesne ve onun nitelikleri üzerine olan algılarımızın kendi dışımızdaki gerçeklikle uyuştuğunun o ölçüde olumlu kanıtıdır. Ve bir başarısızlığa uğradığımız zaman, başarısızlığımızın nedenini bulmada genellikle pek gecikmeyiz; kendisine dayanarak iş gördüğümüz algının ya eksik ve yüzlek, ya da başka algıların sonuçları ile onların elvermediği (sayfa 72) bir tarzda birleştirilmiş olduğunu -kus***u usa vurma dediğimiz şey budur- anlarız. Duyularımızı gerektiği gibi eğitmeye ve kullanmaya, ve eylemimizi gerektiği gibi edinilmiş ve kullanılmış algıların belirlediği sınırlar içinde tutmaya ne kadar dikkat edersek, eylemimizin sonucunun, algılarımızla algılanan nesnelerin nesnel doğası arasındaki uyuşmayı gösterdiğini o kadar iyi anlayacağız. Şimdiye kadar, bilimsel olarak denetlenmiş duyu-algılarımızın, zihnimizde, doğaları gereği, dış alem bakımından gerçeklikle çatışmalı idealar yarattığı, ya da dış alemle onun bizdeki duyu-algıları arasında bir iç bağdaşmazlık bulunduğu sonucuna varmamıza yolaçan tek bir örnek yoktur."[21]
Engels'in tümcesini alarak, "çöreğin (varlığının -ç.) kanıtı, onun yenmesindedir" (İngiliz atasözü) diyeceğiz. Eğer çörek varolmasaydı, ya da bir fikirden başka bir şey olmasaydı, çöreği yedikten sonra açlığımız hiç de giderilmiş olmazdı. Onun için şeyleri tanımamız ve fikirlerimizin gerçeğe uyup uymadıklarını görmemiz pekala mümkündür. Bilimin verilerini deneyim yoluyla ve bilimlerin teorik sonuçlarının pratikteki uygulamaları demek olan sanayi yoluyla denetlememiz olanağı vardır. Eğer biz, yapay kauçuk elde edebiliyorsak, bu, bilim, kauçuk olan bu "kendinde-şeyi" biliyor, tanıyor demektir.
Şu halde görüyoruz ki, kimin haklı olduğunu anlamaya çalışmak yersiz ve gereksiz değildir, çünkü, bilimin düşebileceği teorik yanılgılar ortasında, deneyim, bize, her keresinde gerçekten bilimin haklı olduğunun kanıtını verir.



VI. VARGI


18. yüzyıldan beri, bilinemezcilikten az ya da çok yararlanmış olan çeşitli düşünürlerin, bu felsefeyi, bazan idealizme, bazan da materyalizme doğru çekmiş olduklarını (sayfa 73) görürüz. Bu düşünürler, Lenin'in dediği gibi, yeni sözcüklerin ardına gizlenerek, hatta kendi düşünce düzenlerini payandalamak için bilimden yararlandıklarını bile ileri sürerek, iki teori arasında karışıklık yaratmaktan başka bir şey yapmazlar; böylelikle de, bazı kişilerin, bilimden yararlandıkları için idealist olmadıklarını, ama kanıtlarında ta sonuna kadar gitmeyi göze alamadıkları ve tutarlı olmadıkları için de materyalist olmadıklarını bildirmek olanağını veren rahat bir felsefe edinmelerine olanak sağlar.
"Gerçekten, bilinemezcilik, 'utangaç' bir materyalizmden başka nedir? Bilinemezci doğa kavramı, baştan sona materyalisttir. Bütün doğal alem, yasalara bağımlıdır, ve bir dış etkinin işe karışmasını kesinlikle dışarır. Ancak, bilinemezci, şunu ekler: bilinen evrenin ötesinde yücelerden yüce bir varlığın bulunduğunu ileri sürmemizi de çürütmemizi de sağlayacak hiçbir aracımız yoktur."[22]
Bu felsefe, demek ki idealizme yardım ediyor ve bilinemezciler; kendi uslamlamalarında tutarsız olduklarından, sonunda idealizme varıyorlar. "Bilinemezciyi kazıyın, diyor Lenin, idealisti bulacaksınız".
Gördük ki, materyalizm ile idealizmden hangisinin haklı olduğu bilinebiliyor.
Şimdi görüyoruz ki, bu iki felsefeyi uzlaştırmak iddiasında olan teoriler, gerçekte idealizmi tutmaktan başka bir şey yapmıyorlar, felsefenin temel sorusuna üçüncü bir yanıt getirmiyorlar, bu bakımdan da, üçüncü bir felsefe yoktur. (sayfa 74)
Mustafa Alacı
Mustafa Alacı
Administrator
Administrator

Mesaj Sayısı : 488
Puanları : 5034
+ Rep : 0
Kayıt tarihi : 15/04/09
Nerden : İzmir

https://devrim.all-up.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz