29 Mart Yerel Seçimlerinin Ardından
1 sayfadaki 1 sayfası
29 Mart Yerel Seçimlerinin Ardından
29 Mart seçimi, AKP'nin geleceği, egemen sınıfın gelecek dönemki tasarım ve iç çatışmaları ile emekçi sınıfların eğilimleri açısından önemli bir viraj anlamına geldi. Seçimlerde beklenildiği üzere AKP hatırı sayılır bir oranda güç kaybetti. Saadet Partisi'nin oylarını iki katına çıkararak genel seçimler için iddiasını ortaya koyması, MHP'nin milliyetçilik kozuyla özellikle iç ve batı illerinde büyük oranda güçlenmesi, hatta DP'nin yok sayılamayacak bir oyla bir dahaki seçimler için pazarlık gücü kazanması, AKP'nin sağın şemsiye partisi olma konumunu kaybetmeye başladığını ortaya koyuyor.
CHP'nin, özellikle büyük kentlerdeki oyunu arttırması ve DTP'nin AKP'nin yoğun destek gördüğü Kürt oylarını Kürt illerinde kendine çevirmesi, AKP'nin 2011'de yapılacak seçimler için endişeye kapılmasını beraberinde getirdi. R.Tayyip Erdoğan seçimlerin ardından yaşadığı hayal kırıklığını açıkça dile getirdi. Krizin etkisini tırmandırmasıyla AKP'yi zor günler beklediği ortadadır. Uç veren bu eğilimin devam etmesi durumunda CHP-MHP koalisyonu gündeme gelecektir.
AKP'nin oy kaybetmesinin ekonomik krizle beraber en önemli nedeni, muhalif ve mağdur imajının kaybedilmesi, bunun yerine kodamanların ANAP'laşan partisi imajının yerleşmesidir. Yani, AKP'nin kaybı salt iktidar yıpranması ile açıklanamaz. Kendi zenginini yaratan, yolsuzlukları ayyuka çıkan, halktan kimselere acımasız fırçalar atan AKP daha önceki seçimlerde takındığı kenardakilerin, mağdurların, dışlanmışların partisi kimliğini sürdüremedi. Saadet Partisi, bu durumu lehine çevirmek için yer yer sol-sosyalist söylemler kullanmaktan çekinmeyen muhalif-mazlum söylem duruşuyla AKP'yi oldukça sıkıştırmıştır. AKP, SP'nin bu söylemlerinden dolayı büyük oy kayıpları yaşamasa da “kenardakilerin” temsilcisi imajı büyük oranda aşınmıştır. Numan Kurtulmuş liderliğindeki SP'nin “tutan” bu çizgiyi güçlendireceği ve AKP'yi zorlayacağı açıktır. Hatırlanırsa Erbakan liderliğindeki RP 1994 yerel seçimlerinde “Adil Düzen” sloganında cisimleşen din soslu sol bir söylemle büyük bir zafer kazanmıştı. Holdingleşen küçük burjuvaların partisi olan SP'nin sol söylemli demagojisinin örgütsüz emekçi yığınlar için tam bir tuzak olduğu Erbakan'ın sahip olduğu dev servetten bellidir. Mehmet Bekaroğlu seçim çalışmalarında AKP'ye yüklenirken “bir yandan Müslümanım diyeceksiniz bir yandan da yanındaki çalışana sigortasız 500 milyonu reva göreceksin, böyle Müslümanlık olmaz” derken kendi partisinin arkasındaki para babalarının hepsinin işçilerine 500 milyonu reva gördüğünü bilmiyor mu? Elbette ki biliyor, ama devrimci unsurun olmadığı ortamda sol demagojinin tuttuğunu da biliyor.
Dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da Kılıçdaroğlu-Gürsel Tekin ikilisinin yolsuzluk ve yoksulluk merkezli söyleminin İstanbul'da etkili olmayı başardığıdır. CHP, bu söylemle SHP döneminden sonra neredeyse ilk defa (Alevi olmayan) varoşlarda varlık göstermeyi başarmıştır. Ekonomik krizle birlikte CHP'nin söylemini laiklik-cumhuriyetin kazanımları-irtica ekseninden yoksulluk-yolsuzluk eksenine kaydırabileceği varsayılabilir. Emekçi sınıfların böyle bir söyleme rağbet edeceği ortadadır, fakat CHP'nin böyle bir söylemin altını asla doldurmayacağı Kılıçdaroğlu'nun “belediye hizmetlerini özelleştireceğiz” söylemlerinden bellidir. Yine hatırlarsak 1989 belediye seçimlerinde Ankara'da 6-0 yapan, İstanbul'un emekçi semtlerini silip süpüren SHP, iktidarda ve belediyelerde tam bir müteahit partisi olmuş, yolsuzluğa batmış, neoliberal politikalarla sermaye lehine emekçi sınıflara yüklenmiş, neticesinde de 1994'te emekçi bölgelerini RP'ye bırakmıştı. Recep Tayyip o günlerin yadigârıdır. CHP'nin tekrardan “halk” eksenli bir söylem takınıp takınmayacağı belirsizdir, ama CHP'den emekçi sınıflara bir hayır gelmeyeceği kesindir.
2011 seçimlerine şunun şurasında 24 ay kalmıştır. Bu, burjuva politikacıların seçim algılayışları için kısa bir zaman dilimidir. Yani AKP, aşağı doğru ivmelenmeyi durdurmak için önümüzdeki iki seneyi bir seçim süreci olarak değerlendirecektir. Krizin emekçi sınıflar üzerindeki yükünün ağırlaşacağını göz önünde bulundurursak AKP'nin bir dizi konuda popülist davranmakla burjuva ajandaya sadık kalmak konusunda çelişkiler yaşayacağı aşikardır. Bunların başında krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkmak görevi geliyor. IMF'nin acı reçetesini hayata geçirmek konusunda AKP ister istemez gönülsüz davranacaktır. Özellikle kamu harcamalarının kısılması zaten eksiye düşen büyüme oranlarını daha da aşağı çekecektir. AKP'nin IMF ile pazarlıklarında özellikle bu konuda ayak direyeceği kesindir. Gelgelelim AKP'nin IMF ile yol almaktan ve krizin yükünü emekçi sınıflara daha da fazla şekilde yüklemekten başka şansı yoktur. Bu durum emekçilerin AKP'den uzaklaşmasını beraberinde getirebilir.
AKP, AB uyum programlarını hayata geçirmekte de isteksiz davranacaktır. AB ile pazarlılarda yaygın olan milliyetçiliğin en hassaslaşacağı nokta Kıbrıs olacaktır. Bilindiği gibi Kıbrıs AB ile müzakerelerin baş gündem maddesidir. Dolayısıyla AKP'nin AB ile ilişkilerinde mecburen mesafeli bir duruş sergilemesi sürpriz olmayacak. Aksi takdirde AKP için Orta Anadolu'yu MHP'ye kaptırma riski belirecektir.
AKP, ayrıca ABD ile yaptığı pazarlıklarda da kendisini dikkatli davranmak zorunda hissedecektir. Bu durum kendisini en yakın biçimde Irak'tan çekilecek ABD güçlerinin Türkiye'yi geçiş güzergâhı olarak kullanma taleplerinde izlenecek. Ayrıca Afganistan'da NATO bünyesindeki TSK kuvvetlerinin Afganistan'ın çatışmalı güney bölgelerine sevk edilmesi talebi AKP'yi zorlayacaktır. Saldırılarda TSK'nın kayıplar vermesi durumunda AKP'nin şiddetle irtifa kaybedeceğine kesin gözüyle bakılmalıdır. Bu çerçevede Obama'nın Türkiye ziyareti bu tür pazarlıklarla geçecektir. Bu anlamda AKP'nin ABD ile ilişkiler konusunda da “ne yardan ne serden” ikilemine sıkışacaktır.
AKP'nin zorlanacağı bir diğer önemli başlık da Kürt sorunu ile ilgili olacaktır. Kürtçe TV gibi açılımları sürdürmeyi hesaplayan AKP milliyetçiliğin basıncı altında bu tür adımlarını yavaşlatabilir. Gündemde seçim barajının %5'e düşürülmesi yoluyla DTP'nin önünün açılması, genel af çıkarılması vb pazarlıklarla PKK'nin dağ kadrosunun tasfiyesi varken AKP bu süreçlere yaklaşmadıkça, açılımlara imza atmadıkça her yönden sıkışacaktır. Milliyetçiliğin basıncı altında Kürt açılımlarına devam etmesi zor gözükmektedir. Diğer taraftan Kürt sorununda bekleyen ve büyük zamanlar kaybetmiş burjuva ajanda AKP'yi hamleler yapmaya zorlamaktadır. Ayrıca Kuzey Irak Güney Kürdistan'daki gelişmeler Türkiye'nin belirleyiciliğinin dışındadır. Bu anlamda Kürt sorunu ile ilgili uluslararası dinamikler şartları zorlaştıracaktır. Cumhurbaşkanı Gül'ün Talabani ile görüşmesi Kürdistan ismini telafuz etmesi gibi gelişmelerden daha boyutlu yaklaşımlar Türk devletinin Kürt stratejisi için gerekli olabilecekken diğer taraftan bu yeni yaklaşımlar oy kayıplarına vesile olabilecektir.
Radikal sol için ne söylenebilir? DTP, Kürt illerinde büyük zafer kazanarak dosta düşmana Kürt halkının siyasi temsilcisi olduğunu göstermiştir. Diğer taraftan DTP ekseninde “Güçbirliği”, “Birlikte Kazanacağız” gibi adlarla yürütülen birlikteliğin özneleri sürecin sonucunda bir kez daha geriye ciddiyetlerinden, samimiyetlerinden ve iddialarından önemli parçalar bıraktılar. Pazarlık dönemindeki ilkesizlikler seçim çalışmalarında da tam anlamıyla etkisini göstedi. Seçimin kampanyasının reformist içeriği bir yana gerçek anlamda da bir birliktelik ve dayanışma da asla sergilenmedi. Genellikle herkes kendi adayının olduğu seçim bölgelerinde çalışma yürütürken diğer yerler umursamazlıkla karşılandı. Kamucu halkçı belediye gibi reformist sloganların hakim olduğu reformist propanganda çalışmaları oldukça zayıftı. Sonuç olarak Batı illerine DTP'nin varlığı dışında doğru düzgün bir çalışmanın dahi örgütlendiğini söylemek zor olacaktır.
Yeni Hopalar-Fatsalar Yaratacağız türünden boş laf ve aldatmacalarla bir beş yılı çevresini avutarak geçiren ÖDP Hopa'da örgüt içindeki çekişmenin bir sonucu oarak eski belediye başkanını aday göstermedi. Eski belediye başkanı da bağımsız aday oldu. Yıllarca Hopa diyerek etrafı oyalayanlar böylelikle bir rezilliiğe imza attılar. Hopa'da CHP adayı rahat biçimde seçimi kazandı. ÖDP ancak dördüncü olabildi. Eski ve yeni ÖDP adaylarının oyları toplamı AKP'ninkilerin bile altında kalmıştır.
Samandağ'da seçimi ÖDP'nin kazanması, Mazgirt'in EMEP tarafından kazanılması bu iki partinin bir başarısını değil kimi yerel dinamiklerin güçlü ve canlı olduğunu gösterir. Ama siyaseten çözülmüşlük ve reformizmin batağı kesindir. İşte seçilen ÖDP'linin açılımları: “Türkiye'nin en güzel sahiline sahibiz ama turistimiz yok. Bu nedenle sahil düzenleme projesini hayata geçireceğiz. Böylece Türkiye, ÖDP farkını Samandağ ilçesinde görecek.” Hopa'da yeterince görüldü zaten ÖDP farkı!
Belediye seçimlerini kazandıktan sonra yapacakları vaatlere dayalı reformist seçim çalışmaları, kitlelere hem belediyelere hem de seçim sürecine ilişkin yanılsamalar yaymanın yanı sıra burjuva kurumsallığını da meşrulaştırmaktadır. Bu boş hayalleri yayanların beklentilerinin aksine bu söylem onları anlık olarak bile güçlendirmemekte, zayıflatmaktadır. Reformist bakışı, kitleleri bir iddia ortaya koyabilecek, kazanabilecek adaya yönlendirdiğinden buraya oynayan söylemler olsa olsa onları reformizmin(CHP, kimi yerde DSP) kollarına daha çok itmektedir. Bu durumun örneklerini seçim sonuçlarından görmek mümkündür.
Örneklendirmek gerekirse. Samsun'da 2007 genel seçimlerinde toplamda EMEP 1844, ÖDP 1261, TKP 1056 oy almışken 2009 yerel seçimlerinde TKP, ÖDP, EMEP, SDP ve SP'nin büyükşehir ortak adayı sadece 540 oy alabilmiştir. Benzer şekilde Kocaeli'nde 2007 genel seçimlerinde toplamda TKP 2841, ÖDP 1250 oy almışken ÖDP, TKP, EMEP'in büyükşehir ortak adayı 1319 oyda kalmıştır. Yine Trabzon'da 2007 genel seçiminde toplamda EMEP 629, TKP 488, ÖDP 1036 oy toplarken bu yerel seçimlerde TKP, EMEP, SP, ÖDP büyükşehir ortay adayının alabildiği oy 154'tür. Bu örneklerin yanı sıra Ankara'da neredeyse aynı bileşenlerin oluşturduğu platformun adayı 2007 genel seçiminde toplamda 30 bin oy alırken yerel seçimlerde büyükşehirde 8299'da kalınmıştır. Adana'da ise 2004 yerel seçimlerinde yüzde 12 olan oy oranı bu seçimlerde yüzde 9'a gerilemiştir.
Sayılan örneklerde ortak adayın geçmiş seçimlerde platformun bir bileşeninin aldığı oyun altında kalması platformun bileşenlerinin samimiyetsizliklerinin kanıtı değil de nedir? Platformun bileşenleri bile bu bölgelerde iddialı CHP adaylarına oy vermişlerdir. Kitlelerde reformist hayallerin beslenmesi geçmiş dönemde kendilerini destekleyenleri bile iddialı görünen CHP'nin kollarına itmektedirler.
Seçim sonrası Birlikte Başaracağız Platformu'ndan geriye kalan bir fiyaskodur. Daha önceki bu birliği değerlendiren yazımızda belirttiğimiz gibi platformun bileşenleri “kendi tutarlılığı, güvenilirliği, inandırıcılığı ve saygınlığı biraz daha erozyona uğramış olarak bu açık fiyaskoyu tartışmayacak, bir kez daha meselenin üzerinden atlayacaklar. Bu ise tamamen koflaşmış, geleceği olmayan, cansız bir aygıtın ifadesi olacaktır.” Bırakın tartışmayı hala durumu başarı sayıp kendilerini göstereceklerini iddia edenler(ör. ÖDP) var.
Kapitalist dünya ekonomisinin kriz içinde kıvranıp durduğu şu günlerde yapılması gereken kitlelere kendini yeterince deşifre eden, meşruluğu dünya çapında sorgulanmaya başlanan kapitalizmi teşhir eden ve ona karşı mücadeleye çağrı yapan bir devrim programıyla gitmektir. İşsizliğin alıp yürüdüğü, borçların kapıda dağ gibi biriktiği, yoksulluğun katmerlendiği şu dönemde ancak böyle bir çalışma sınıf mücadelesinin suyunu ısıtmaya katkı sunabilir. Devrimci görev de kapitalizmin hastabakıcı değil mezarkazıcısı olmaktır.
marksistbakış
CHP'nin, özellikle büyük kentlerdeki oyunu arttırması ve DTP'nin AKP'nin yoğun destek gördüğü Kürt oylarını Kürt illerinde kendine çevirmesi, AKP'nin 2011'de yapılacak seçimler için endişeye kapılmasını beraberinde getirdi. R.Tayyip Erdoğan seçimlerin ardından yaşadığı hayal kırıklığını açıkça dile getirdi. Krizin etkisini tırmandırmasıyla AKP'yi zor günler beklediği ortadadır. Uç veren bu eğilimin devam etmesi durumunda CHP-MHP koalisyonu gündeme gelecektir.
AKP'nin oy kaybetmesinin ekonomik krizle beraber en önemli nedeni, muhalif ve mağdur imajının kaybedilmesi, bunun yerine kodamanların ANAP'laşan partisi imajının yerleşmesidir. Yani, AKP'nin kaybı salt iktidar yıpranması ile açıklanamaz. Kendi zenginini yaratan, yolsuzlukları ayyuka çıkan, halktan kimselere acımasız fırçalar atan AKP daha önceki seçimlerde takındığı kenardakilerin, mağdurların, dışlanmışların partisi kimliğini sürdüremedi. Saadet Partisi, bu durumu lehine çevirmek için yer yer sol-sosyalist söylemler kullanmaktan çekinmeyen muhalif-mazlum söylem duruşuyla AKP'yi oldukça sıkıştırmıştır. AKP, SP'nin bu söylemlerinden dolayı büyük oy kayıpları yaşamasa da “kenardakilerin” temsilcisi imajı büyük oranda aşınmıştır. Numan Kurtulmuş liderliğindeki SP'nin “tutan” bu çizgiyi güçlendireceği ve AKP'yi zorlayacağı açıktır. Hatırlanırsa Erbakan liderliğindeki RP 1994 yerel seçimlerinde “Adil Düzen” sloganında cisimleşen din soslu sol bir söylemle büyük bir zafer kazanmıştı. Holdingleşen küçük burjuvaların partisi olan SP'nin sol söylemli demagojisinin örgütsüz emekçi yığınlar için tam bir tuzak olduğu Erbakan'ın sahip olduğu dev servetten bellidir. Mehmet Bekaroğlu seçim çalışmalarında AKP'ye yüklenirken “bir yandan Müslümanım diyeceksiniz bir yandan da yanındaki çalışana sigortasız 500 milyonu reva göreceksin, böyle Müslümanlık olmaz” derken kendi partisinin arkasındaki para babalarının hepsinin işçilerine 500 milyonu reva gördüğünü bilmiyor mu? Elbette ki biliyor, ama devrimci unsurun olmadığı ortamda sol demagojinin tuttuğunu da biliyor.
Dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da Kılıçdaroğlu-Gürsel Tekin ikilisinin yolsuzluk ve yoksulluk merkezli söyleminin İstanbul'da etkili olmayı başardığıdır. CHP, bu söylemle SHP döneminden sonra neredeyse ilk defa (Alevi olmayan) varoşlarda varlık göstermeyi başarmıştır. Ekonomik krizle birlikte CHP'nin söylemini laiklik-cumhuriyetin kazanımları-irtica ekseninden yoksulluk-yolsuzluk eksenine kaydırabileceği varsayılabilir. Emekçi sınıfların böyle bir söyleme rağbet edeceği ortadadır, fakat CHP'nin böyle bir söylemin altını asla doldurmayacağı Kılıçdaroğlu'nun “belediye hizmetlerini özelleştireceğiz” söylemlerinden bellidir. Yine hatırlarsak 1989 belediye seçimlerinde Ankara'da 6-0 yapan, İstanbul'un emekçi semtlerini silip süpüren SHP, iktidarda ve belediyelerde tam bir müteahit partisi olmuş, yolsuzluğa batmış, neoliberal politikalarla sermaye lehine emekçi sınıflara yüklenmiş, neticesinde de 1994'te emekçi bölgelerini RP'ye bırakmıştı. Recep Tayyip o günlerin yadigârıdır. CHP'nin tekrardan “halk” eksenli bir söylem takınıp takınmayacağı belirsizdir, ama CHP'den emekçi sınıflara bir hayır gelmeyeceği kesindir.
2011 seçimlerine şunun şurasında 24 ay kalmıştır. Bu, burjuva politikacıların seçim algılayışları için kısa bir zaman dilimidir. Yani AKP, aşağı doğru ivmelenmeyi durdurmak için önümüzdeki iki seneyi bir seçim süreci olarak değerlendirecektir. Krizin emekçi sınıflar üzerindeki yükünün ağırlaşacağını göz önünde bulundurursak AKP'nin bir dizi konuda popülist davranmakla burjuva ajandaya sadık kalmak konusunda çelişkiler yaşayacağı aşikardır. Bunların başında krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkmak görevi geliyor. IMF'nin acı reçetesini hayata geçirmek konusunda AKP ister istemez gönülsüz davranacaktır. Özellikle kamu harcamalarının kısılması zaten eksiye düşen büyüme oranlarını daha da aşağı çekecektir. AKP'nin IMF ile pazarlıklarında özellikle bu konuda ayak direyeceği kesindir. Gelgelelim AKP'nin IMF ile yol almaktan ve krizin yükünü emekçi sınıflara daha da fazla şekilde yüklemekten başka şansı yoktur. Bu durum emekçilerin AKP'den uzaklaşmasını beraberinde getirebilir.
AKP, AB uyum programlarını hayata geçirmekte de isteksiz davranacaktır. AB ile pazarlılarda yaygın olan milliyetçiliğin en hassaslaşacağı nokta Kıbrıs olacaktır. Bilindiği gibi Kıbrıs AB ile müzakerelerin baş gündem maddesidir. Dolayısıyla AKP'nin AB ile ilişkilerinde mecburen mesafeli bir duruş sergilemesi sürpriz olmayacak. Aksi takdirde AKP için Orta Anadolu'yu MHP'ye kaptırma riski belirecektir.
AKP, ayrıca ABD ile yaptığı pazarlıklarda da kendisini dikkatli davranmak zorunda hissedecektir. Bu durum kendisini en yakın biçimde Irak'tan çekilecek ABD güçlerinin Türkiye'yi geçiş güzergâhı olarak kullanma taleplerinde izlenecek. Ayrıca Afganistan'da NATO bünyesindeki TSK kuvvetlerinin Afganistan'ın çatışmalı güney bölgelerine sevk edilmesi talebi AKP'yi zorlayacaktır. Saldırılarda TSK'nın kayıplar vermesi durumunda AKP'nin şiddetle irtifa kaybedeceğine kesin gözüyle bakılmalıdır. Bu çerçevede Obama'nın Türkiye ziyareti bu tür pazarlıklarla geçecektir. Bu anlamda AKP'nin ABD ile ilişkiler konusunda da “ne yardan ne serden” ikilemine sıkışacaktır.
AKP'nin zorlanacağı bir diğer önemli başlık da Kürt sorunu ile ilgili olacaktır. Kürtçe TV gibi açılımları sürdürmeyi hesaplayan AKP milliyetçiliğin basıncı altında bu tür adımlarını yavaşlatabilir. Gündemde seçim barajının %5'e düşürülmesi yoluyla DTP'nin önünün açılması, genel af çıkarılması vb pazarlıklarla PKK'nin dağ kadrosunun tasfiyesi varken AKP bu süreçlere yaklaşmadıkça, açılımlara imza atmadıkça her yönden sıkışacaktır. Milliyetçiliğin basıncı altında Kürt açılımlarına devam etmesi zor gözükmektedir. Diğer taraftan Kürt sorununda bekleyen ve büyük zamanlar kaybetmiş burjuva ajanda AKP'yi hamleler yapmaya zorlamaktadır. Ayrıca Kuzey Irak Güney Kürdistan'daki gelişmeler Türkiye'nin belirleyiciliğinin dışındadır. Bu anlamda Kürt sorunu ile ilgili uluslararası dinamikler şartları zorlaştıracaktır. Cumhurbaşkanı Gül'ün Talabani ile görüşmesi Kürdistan ismini telafuz etmesi gibi gelişmelerden daha boyutlu yaklaşımlar Türk devletinin Kürt stratejisi için gerekli olabilecekken diğer taraftan bu yeni yaklaşımlar oy kayıplarına vesile olabilecektir.
Radikal sol için ne söylenebilir? DTP, Kürt illerinde büyük zafer kazanarak dosta düşmana Kürt halkının siyasi temsilcisi olduğunu göstermiştir. Diğer taraftan DTP ekseninde “Güçbirliği”, “Birlikte Kazanacağız” gibi adlarla yürütülen birlikteliğin özneleri sürecin sonucunda bir kez daha geriye ciddiyetlerinden, samimiyetlerinden ve iddialarından önemli parçalar bıraktılar. Pazarlık dönemindeki ilkesizlikler seçim çalışmalarında da tam anlamıyla etkisini göstedi. Seçimin kampanyasının reformist içeriği bir yana gerçek anlamda da bir birliktelik ve dayanışma da asla sergilenmedi. Genellikle herkes kendi adayının olduğu seçim bölgelerinde çalışma yürütürken diğer yerler umursamazlıkla karşılandı. Kamucu halkçı belediye gibi reformist sloganların hakim olduğu reformist propanganda çalışmaları oldukça zayıftı. Sonuç olarak Batı illerine DTP'nin varlığı dışında doğru düzgün bir çalışmanın dahi örgütlendiğini söylemek zor olacaktır.
Yeni Hopalar-Fatsalar Yaratacağız türünden boş laf ve aldatmacalarla bir beş yılı çevresini avutarak geçiren ÖDP Hopa'da örgüt içindeki çekişmenin bir sonucu oarak eski belediye başkanını aday göstermedi. Eski belediye başkanı da bağımsız aday oldu. Yıllarca Hopa diyerek etrafı oyalayanlar böylelikle bir rezilliiğe imza attılar. Hopa'da CHP adayı rahat biçimde seçimi kazandı. ÖDP ancak dördüncü olabildi. Eski ve yeni ÖDP adaylarının oyları toplamı AKP'ninkilerin bile altında kalmıştır.
Samandağ'da seçimi ÖDP'nin kazanması, Mazgirt'in EMEP tarafından kazanılması bu iki partinin bir başarısını değil kimi yerel dinamiklerin güçlü ve canlı olduğunu gösterir. Ama siyaseten çözülmüşlük ve reformizmin batağı kesindir. İşte seçilen ÖDP'linin açılımları: “Türkiye'nin en güzel sahiline sahibiz ama turistimiz yok. Bu nedenle sahil düzenleme projesini hayata geçireceğiz. Böylece Türkiye, ÖDP farkını Samandağ ilçesinde görecek.” Hopa'da yeterince görüldü zaten ÖDP farkı!
Belediye seçimlerini kazandıktan sonra yapacakları vaatlere dayalı reformist seçim çalışmaları, kitlelere hem belediyelere hem de seçim sürecine ilişkin yanılsamalar yaymanın yanı sıra burjuva kurumsallığını da meşrulaştırmaktadır. Bu boş hayalleri yayanların beklentilerinin aksine bu söylem onları anlık olarak bile güçlendirmemekte, zayıflatmaktadır. Reformist bakışı, kitleleri bir iddia ortaya koyabilecek, kazanabilecek adaya yönlendirdiğinden buraya oynayan söylemler olsa olsa onları reformizmin(CHP, kimi yerde DSP) kollarına daha çok itmektedir. Bu durumun örneklerini seçim sonuçlarından görmek mümkündür.
Örneklendirmek gerekirse. Samsun'da 2007 genel seçimlerinde toplamda EMEP 1844, ÖDP 1261, TKP 1056 oy almışken 2009 yerel seçimlerinde TKP, ÖDP, EMEP, SDP ve SP'nin büyükşehir ortak adayı sadece 540 oy alabilmiştir. Benzer şekilde Kocaeli'nde 2007 genel seçimlerinde toplamda TKP 2841, ÖDP 1250 oy almışken ÖDP, TKP, EMEP'in büyükşehir ortak adayı 1319 oyda kalmıştır. Yine Trabzon'da 2007 genel seçiminde toplamda EMEP 629, TKP 488, ÖDP 1036 oy toplarken bu yerel seçimlerde TKP, EMEP, SP, ÖDP büyükşehir ortay adayının alabildiği oy 154'tür. Bu örneklerin yanı sıra Ankara'da neredeyse aynı bileşenlerin oluşturduğu platformun adayı 2007 genel seçiminde toplamda 30 bin oy alırken yerel seçimlerde büyükşehirde 8299'da kalınmıştır. Adana'da ise 2004 yerel seçimlerinde yüzde 12 olan oy oranı bu seçimlerde yüzde 9'a gerilemiştir.
Sayılan örneklerde ortak adayın geçmiş seçimlerde platformun bir bileşeninin aldığı oyun altında kalması platformun bileşenlerinin samimiyetsizliklerinin kanıtı değil de nedir? Platformun bileşenleri bile bu bölgelerde iddialı CHP adaylarına oy vermişlerdir. Kitlelerde reformist hayallerin beslenmesi geçmiş dönemde kendilerini destekleyenleri bile iddialı görünen CHP'nin kollarına itmektedirler.
Seçim sonrası Birlikte Başaracağız Platformu'ndan geriye kalan bir fiyaskodur. Daha önceki bu birliği değerlendiren yazımızda belirttiğimiz gibi platformun bileşenleri “kendi tutarlılığı, güvenilirliği, inandırıcılığı ve saygınlığı biraz daha erozyona uğramış olarak bu açık fiyaskoyu tartışmayacak, bir kez daha meselenin üzerinden atlayacaklar. Bu ise tamamen koflaşmış, geleceği olmayan, cansız bir aygıtın ifadesi olacaktır.” Bırakın tartışmayı hala durumu başarı sayıp kendilerini göstereceklerini iddia edenler(ör. ÖDP) var.
Kapitalist dünya ekonomisinin kriz içinde kıvranıp durduğu şu günlerde yapılması gereken kitlelere kendini yeterince deşifre eden, meşruluğu dünya çapında sorgulanmaya başlanan kapitalizmi teşhir eden ve ona karşı mücadeleye çağrı yapan bir devrim programıyla gitmektir. İşsizliğin alıp yürüdüğü, borçların kapıda dağ gibi biriktiği, yoksulluğun katmerlendiği şu dönemde ancak böyle bir çalışma sınıf mücadelesinin suyunu ısıtmaya katkı sunabilir. Devrimci görev de kapitalizmin hastabakıcı değil mezarkazıcısı olmaktır.
marksistbakış
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz