8 Mart Ve Kadınlar
1 sayfadaki 1 sayfası
8 Mart Ve Kadınlar
Geleceğe ışık tutabilmek için, tarihi de bilmek gerekir. İşçi sınıfının kurtuluşuna giden yol onun ikiyüz yıllık geçmişinde neler başardığını bilmekten geçer. Kadınlar da toplumsal mücadelede yerlerini ta başından beri almışlardır. Hayatın yarısını erkekler üretiyorsa, diğer yarısını da kadınlar üretiyor.
Her yıl 8 Mart’ta tüm dünyada Dünya Kadınlar Günü kutlanır. 8 Mart’ın önemini vurgulamak için, onun nasıl doğduğunu anlatmak gerekir. 8 Mart 1857’de Amerikalı kadın işçiler “eşit işe eşit ücret”, “sekiz saatlik işgünü” talepleriyle fabrikalarda greve çıkarlar. Yapılan direnişlerde birçok kadın polisler tarafından öldürülür. O günden sonra kadın işçilerin bu onurlu direnişi aynı zamanda kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin bir simgesine dönüşür.
8 Mart 1910’da değişik ülkelerin sosyalist, devrimci, ilerici kadınları Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da toplanırlar. Biraraya gelen kadınlar, yaşamlarını savaşsız, sömürüsüz bir dünya için savaşa adamış kadınlardır. Uluslararası ve Almanya işçi hareketinin tanınmış önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart’ın dünya kadınlarının savaş ve dayanışma günü ilan edilmesini önerir.
Gerçekten de o günden bu yana bütün dünyada 8 Mart kadınlar için önemli bir atılım günü olmuştur. Sosyalizm, özgürlük, barış, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya, kadın haklarını kazanma mücadelesi veren kadınlar, o tarihten itibaren geleceklerine ilişkin ortak projeler yaratmanın yollarını aramışlardır. Kadınlar, toplumsal ve siyasal yaşama katılma bilincine erişmeleriyle birlikte, 20. yüzyılın başından itibaren siyasal taleplerle de öne çıkmışlardır. Öncelikle eşitlik talebiyle, partilere üye olma, seçme ve seçilme, oy kullanma hakları uğrunda mücadeleler vermişlerdir. Bizler sınıfsal mücadeleyi esas alanlar olarak, tarihte kadının konumunu değerlendirirken de, sınıfsal perspektifle inceleme gereğini gözden kaçırmamalıyız. Feodalist sömürü düzeninin ardından sanayi devrimi döneminde üretim araçlarının gelişmesiyle birlikte toplumsal gelişmeler de burjuva devrimleriyle sıçramalar kaydetmiştir. Sovyetler Birliği’nde toplumsal gelişme en üst aşamaya varmış ve büyük Ekim Devrimi sayesinde sosyalizme geçilmiştir. Kadınların toplumsal, siyasal ve hukuki konumu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kuruluşundan itibaren bu ülkede çok büyük gelişmeler kaydetmiştir. Burjuva devrimini gerçekleştiren ülkelerin ön sıralarında yeralan, örneğin Avrupa ülkelerinde ise devrimler sosyalist devrime dönüştürülememiştir. Doğu Almanya ve Doğu Avrupa ülkelerinin bazıları haricinde Avrupa devletleri kapitalist gelişme yoluna sapmışlardır. Bu aşamadan sonra bu kapitalist devletlerde burjuva sınıfından kadınlarla işçi sınıfından kadınlar da sınıfsal olarak ayrı yollara sapmışlardır. İlk başta ekonomik ve siyasal yaşama katılma talepleriyle ortak mücadeleler veren kadınlar, daha sonra esas olarak işçi-emekçi kadınların verdikleri mücadelelerle birtakım kazanımlar elde etmişlerdir. Nitekim 8 Mart’ın dayandırıldığı tarihsel olay da bunu yeterince açıklıyor.
Kadın Örgütlülüğü
Türkiye’de de her yıl değişik kesimlerden kadınlar, kadın grupları, kuruluşları, parti ve sendikalara üye kadınlar, kadın komisyonları veya kolları biraraya gelir ve 8 Mart’ı birlikte kutlamak için girişimlerde bulunur. İstanbul’da bu yıl 8 Mart’ta, DİSK, KESK, HADEP, DBP, ÖDP ve bağımsız kadın gruplarının Şişli Abide-i Hürriyet Meydanında ortaklaşa düzenledikleri “Kadınlar artık örgütlü” mitingine yaklaşık 5 bin kadın katıldı.
Mitinge katılan kadınlar ağırlıklı olarak partilere ve sendikalara üye kadınlardı. Bu önemli bir göstergedir. Bunun yanısıra diğer kesimlerden kadınların da, örneğin öğrenci kadınların da mitinge büyük bir coşkuyla katıldığını gördük. Parti ve sendikalar dışında 8 Mart Kadın Platformu, Pazartesi dergisi çevresini, Roza dergisi çevresini, feminist kadın gruplarını, ayrıca Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfını örnek gösterebiliriz ki, bu son olarak sayılan vakıf erkeklerin, çoğunlukla da kocalarının şiddetine maruz kalan kadınların başvurdukları bir kurumdur. Burada şu önemli tespiti yapmakta yarar var: son saydığım gruplar, yani kadın sorununa doğrudan yaklaşan gruplar sayıca çok azdı. Partilere ve sendikalara üye kadınlar daha çok sayıda katıldılar. Bu önemli tespite dayanarak bağımsız kadın örgütlenmesinin gerçekten çok cılız olduğunu söyleyebiliriz.
Sayıca çok dediğimiz partilere ve sendikalara üye kadınlara gelince, bu mitinge katılan kadınlar, parti ve sendikalar içerisinde kadın sorununa en duyarlı kesimi oluşturanlardı. Ayrıca zaten kadın oranının sendika ve partilerde yüzde otuzları aşmadığını hesaba katarsak, katılım hiç de öyle parlak değildi. Yani yine parti ve sendikalarda da kadın sorununa yaklaşımda bir yetersizlik, kadının bu konuda yalnızlaştırılması söz konusudur. Sendikalara ve partilere üye kadınların oranının çok düşük olduğu bilinmeyen bir konu değildir. Örneğin DİSK’e bağlı OLEYİS Sendikasının en az yüzde 30’unu kadın üyeler oluşturmaktadır ki, bu rakam diğer sendikalar içerisinde en yüksek orandır. Diğerlerinde bu rakam ortalama yüzde 10-15’lerde seyretmektedir. Sendikalarda örgütlenme, öncelikle iş yaşamında karşılaşılan sorunlara çözüm bulma, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal hak arama çerçevesinde olmaktadır. Yine sendikalarda yönetim organlarında kadın sayısının azlığı, bu yolda daha çok yol katetmemiz gerektiğini bize göstermektedir.
Günümüzde Kadınların Sorunları
Kapitalist düzen kadını kuşatmış durumda. Değişik yaş gruplarından kadınlar, kadın oldukları için karşılaştıkları sorunları çok değişik boyutlarda yaşamaktadırlar. Köydeki kadınlara oranla, şehirli kadınlar sorunlarının daha fazla bilincinde olabiliyorlar. Ayrıca yaşadıkları sorunların bilincine varma yaşı da giderek düşüyor. Artık daha genç yaşta kadınlar bu sorunları farkedip çözüm bulma arayışına girebiliyorlar. Elbette bunda en büyük payı, ekonomik bağımsızlığını elde eden kadınların sayısının giderek artması oluşturmaktadır. Öte yandan ekonomik bağımsızlığını elde edemeyen kadın ailesine, kocasına, erkek kardeşlerine bağımlıdır (Tabii kapitalist düzende ekonomik bağımsızlığın sermayeye tam bağımlılık anlamına geldiğini unutmuyoruz). Ekonomik bağımsızlığını elde eden kadın kendini sosyal, mesleki, kültürel, siyasal yönden geliştirebilirken, eve bağımlı, ekonomik özgürlüğe sahip olmayan kadın kendini ya hiç geliştirememekte ya da kendini geliştirebilecek araçlar bakımından çok küçük olanaklara sahip olabilmektedir.
Kadınlar ne sorunlar yaşayabilir ki diye bir soruya da açıklık getirmekte yarar var. Öncelikle toplumda kadın ve erkek rolleri arasındaki farklılıklar sözkonusudur. Çocuklarımız doğdukları günden itibaren toplumsal rollerine alıştırılıyorlar. Annesini taklit ederek, bebekleriyle oynayan, ev işleri yapan kızlar iltifat alır, oyunla başlayan bu özellikleri, genç kızlıktan itibaren aşılamayan bir yazgıya dönüşür, kızlar önce babalarının, abilerinin, sonra ise yetişkin çağa geldiklerinde kocalarının hizmetçisi olurlar. Oğlan çocukları da küçük yaşlardan itibaren, toplumsal rollerine alıştırılırlar, erkekler bebekle oynamaz, erkekler ev işi yapmaz, kız kardeşleri varsa, oğlan kardeşlerine hizmet etmeleri telkin edilir. Onların oyuncakları da kızlarınkinden ayrıdır, tabancaları vardır, şiddete dayalı oyunlar oynamaları için teşvik edilirler, küçük yaşta babasının anneyi dövdüğünü gören çocuk, bu defa kız kardeşini dövmeye başlar, büyüyünce de karısı dövmeye adaydır artık. Okuma çağına gelindiğinde ise -özellikle ailenin ekonomik durumu burada önemli bir rol oynar- kızlardan önce erkekler okutulur. Kızlar gerekirse feda edilebilir. Köylü ailelerini düşünürsek, zaten çok geri kalmış bölgelerimizde, kızlar insandan bile sayılmadığından ilkokula bile gönderilmezler. Onların yeri önce ailenin yanında tarlada çalışmaktır, sonra da varacağı kocasının yanında çocuk büyütmek, ev işleri yapmak ve tarlada çalışmaktır!
Şehirlerde ise çalışma hayatına atılan kadın genellikle ucuz işgücü olarak görülmektedir. Kadınlar daha çok hizmet sektöründe istihdam edilmektedir. Bu sektörler başta tekstil, bankacılık, temizlik hizmetleri, büro hizmetleri, sağlık hizmetleri, öğretmenliktir. Ancak yine aynı sektörlere baktığımızda kadınlar yönetim organlarında çok düşük oranda yer almaktadırlar. Bu da kadınların temsil edilmemesini, dolayısıyla iş yaşamının düzenlenmesinde kendi taleplerinin gözardı edilmesine yol açmaktadır.
Bilinçli kadınlar, kadın sorununa sahip çıkmazlar ve durumlarını düzeltmek üzere daha şimdiden kararlı bir mücadeleye girişmezlerse bir yanılgıya düşmüş olurlar. Oysa bu düzen hayatın tüm alanlarına saldırdığı gibi kadınların hukuki, sosyal ve siyasal konumlarına da saldırmakta ve tarihi gelişim içerisinde kadınların mücadeleleriyle elde ettikleri kazanımları geri almaya çalışmaktadır. Günümüzün en yakıcı sorunlarından biri olan özelleştirmeyi sayabiliriz ki, bu toplumsal hizmetler sisteminin gelişmesinin önünü kesip zaten varolan yetersiz hizmetler sisteminin dahi özelleştirilmesi demektir. Kadın açısından özelleştirme güvencesiz, düşük ücretli işlere, işsizliğe ve daha fazla eve mahkum olmak demektir.
Yine kadınlara sigortasız çalışma erkeklere göre daha kolay dayatılabilmektedir. 1995 yılı verilerine göre Türkiye’de kadının işgücüne katılma oranı % 30’dur. İstihdam edilen 6.383.000 kadından ancak % 18.7’si sigortalıdır.2 Özelleştirme konusu çok daha geniş bir konu ve kadınları da doğrudan ilgilendirmektedir. Ancak burada bu yazının kapsamına almayacağım, bundan sonraki yazılarda başlıbaşına kadın ve özelleştirme başlığı altında ele alınmasında yarar görüyorum.
Bilinçli kadınların müdahale etmesi gereken başka bir sorun ise günümüzde tek kutuplu dünyada hortlatılan bölgesel savaşlardır. Savaşların en korumasız kurbanları kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Savaşlarda kadınlar en acımasız saldırılara, toplu katliamlara, tecavüze ve şiddete uğramaktadırlar. Sorunlar gördüğünüz gibi saymakla bitmez. Çözüm yolları bulabilmek için elbette önce sorunu tespit etmek ve bu sorunların çözümü için kararlı mücadeleye girişmek gerekir. Kadın sorununa yaklaşımda halen kadın hareketi sorunu can alıcı bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Her yıl 8 Mart’ta tüm dünyada Dünya Kadınlar Günü kutlanır. 8 Mart’ın önemini vurgulamak için, onun nasıl doğduğunu anlatmak gerekir. 8 Mart 1857’de Amerikalı kadın işçiler “eşit işe eşit ücret”, “sekiz saatlik işgünü” talepleriyle fabrikalarda greve çıkarlar. Yapılan direnişlerde birçok kadın polisler tarafından öldürülür. O günden sonra kadın işçilerin bu onurlu direnişi aynı zamanda kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin bir simgesine dönüşür.
8 Mart 1910’da değişik ülkelerin sosyalist, devrimci, ilerici kadınları Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da toplanırlar. Biraraya gelen kadınlar, yaşamlarını savaşsız, sömürüsüz bir dünya için savaşa adamış kadınlardır. Uluslararası ve Almanya işçi hareketinin tanınmış önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart’ın dünya kadınlarının savaş ve dayanışma günü ilan edilmesini önerir.
Gerçekten de o günden bu yana bütün dünyada 8 Mart kadınlar için önemli bir atılım günü olmuştur. Sosyalizm, özgürlük, barış, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya, kadın haklarını kazanma mücadelesi veren kadınlar, o tarihten itibaren geleceklerine ilişkin ortak projeler yaratmanın yollarını aramışlardır. Kadınlar, toplumsal ve siyasal yaşama katılma bilincine erişmeleriyle birlikte, 20. yüzyılın başından itibaren siyasal taleplerle de öne çıkmışlardır. Öncelikle eşitlik talebiyle, partilere üye olma, seçme ve seçilme, oy kullanma hakları uğrunda mücadeleler vermişlerdir. Bizler sınıfsal mücadeleyi esas alanlar olarak, tarihte kadının konumunu değerlendirirken de, sınıfsal perspektifle inceleme gereğini gözden kaçırmamalıyız. Feodalist sömürü düzeninin ardından sanayi devrimi döneminde üretim araçlarının gelişmesiyle birlikte toplumsal gelişmeler de burjuva devrimleriyle sıçramalar kaydetmiştir. Sovyetler Birliği’nde toplumsal gelişme en üst aşamaya varmış ve büyük Ekim Devrimi sayesinde sosyalizme geçilmiştir. Kadınların toplumsal, siyasal ve hukuki konumu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kuruluşundan itibaren bu ülkede çok büyük gelişmeler kaydetmiştir. Burjuva devrimini gerçekleştiren ülkelerin ön sıralarında yeralan, örneğin Avrupa ülkelerinde ise devrimler sosyalist devrime dönüştürülememiştir. Doğu Almanya ve Doğu Avrupa ülkelerinin bazıları haricinde Avrupa devletleri kapitalist gelişme yoluna sapmışlardır. Bu aşamadan sonra bu kapitalist devletlerde burjuva sınıfından kadınlarla işçi sınıfından kadınlar da sınıfsal olarak ayrı yollara sapmışlardır. İlk başta ekonomik ve siyasal yaşama katılma talepleriyle ortak mücadeleler veren kadınlar, daha sonra esas olarak işçi-emekçi kadınların verdikleri mücadelelerle birtakım kazanımlar elde etmişlerdir. Nitekim 8 Mart’ın dayandırıldığı tarihsel olay da bunu yeterince açıklıyor.
Kadın Örgütlülüğü
Türkiye’de de her yıl değişik kesimlerden kadınlar, kadın grupları, kuruluşları, parti ve sendikalara üye kadınlar, kadın komisyonları veya kolları biraraya gelir ve 8 Mart’ı birlikte kutlamak için girişimlerde bulunur. İstanbul’da bu yıl 8 Mart’ta, DİSK, KESK, HADEP, DBP, ÖDP ve bağımsız kadın gruplarının Şişli Abide-i Hürriyet Meydanında ortaklaşa düzenledikleri “Kadınlar artık örgütlü” mitingine yaklaşık 5 bin kadın katıldı.
Mitinge katılan kadınlar ağırlıklı olarak partilere ve sendikalara üye kadınlardı. Bu önemli bir göstergedir. Bunun yanısıra diğer kesimlerden kadınların da, örneğin öğrenci kadınların da mitinge büyük bir coşkuyla katıldığını gördük. Parti ve sendikalar dışında 8 Mart Kadın Platformu, Pazartesi dergisi çevresini, Roza dergisi çevresini, feminist kadın gruplarını, ayrıca Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfını örnek gösterebiliriz ki, bu son olarak sayılan vakıf erkeklerin, çoğunlukla da kocalarının şiddetine maruz kalan kadınların başvurdukları bir kurumdur. Burada şu önemli tespiti yapmakta yarar var: son saydığım gruplar, yani kadın sorununa doğrudan yaklaşan gruplar sayıca çok azdı. Partilere ve sendikalara üye kadınlar daha çok sayıda katıldılar. Bu önemli tespite dayanarak bağımsız kadın örgütlenmesinin gerçekten çok cılız olduğunu söyleyebiliriz.
Sayıca çok dediğimiz partilere ve sendikalara üye kadınlara gelince, bu mitinge katılan kadınlar, parti ve sendikalar içerisinde kadın sorununa en duyarlı kesimi oluşturanlardı. Ayrıca zaten kadın oranının sendika ve partilerde yüzde otuzları aşmadığını hesaba katarsak, katılım hiç de öyle parlak değildi. Yani yine parti ve sendikalarda da kadın sorununa yaklaşımda bir yetersizlik, kadının bu konuda yalnızlaştırılması söz konusudur. Sendikalara ve partilere üye kadınların oranının çok düşük olduğu bilinmeyen bir konu değildir. Örneğin DİSK’e bağlı OLEYİS Sendikasının en az yüzde 30’unu kadın üyeler oluşturmaktadır ki, bu rakam diğer sendikalar içerisinde en yüksek orandır. Diğerlerinde bu rakam ortalama yüzde 10-15’lerde seyretmektedir. Sendikalarda örgütlenme, öncelikle iş yaşamında karşılaşılan sorunlara çözüm bulma, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal hak arama çerçevesinde olmaktadır. Yine sendikalarda yönetim organlarında kadın sayısının azlığı, bu yolda daha çok yol katetmemiz gerektiğini bize göstermektedir.
Günümüzde Kadınların Sorunları
Kapitalist düzen kadını kuşatmış durumda. Değişik yaş gruplarından kadınlar, kadın oldukları için karşılaştıkları sorunları çok değişik boyutlarda yaşamaktadırlar. Köydeki kadınlara oranla, şehirli kadınlar sorunlarının daha fazla bilincinde olabiliyorlar. Ayrıca yaşadıkları sorunların bilincine varma yaşı da giderek düşüyor. Artık daha genç yaşta kadınlar bu sorunları farkedip çözüm bulma arayışına girebiliyorlar. Elbette bunda en büyük payı, ekonomik bağımsızlığını elde eden kadınların sayısının giderek artması oluşturmaktadır. Öte yandan ekonomik bağımsızlığını elde edemeyen kadın ailesine, kocasına, erkek kardeşlerine bağımlıdır (Tabii kapitalist düzende ekonomik bağımsızlığın sermayeye tam bağımlılık anlamına geldiğini unutmuyoruz). Ekonomik bağımsızlığını elde eden kadın kendini sosyal, mesleki, kültürel, siyasal yönden geliştirebilirken, eve bağımlı, ekonomik özgürlüğe sahip olmayan kadın kendini ya hiç geliştirememekte ya da kendini geliştirebilecek araçlar bakımından çok küçük olanaklara sahip olabilmektedir.
Kadınlar ne sorunlar yaşayabilir ki diye bir soruya da açıklık getirmekte yarar var. Öncelikle toplumda kadın ve erkek rolleri arasındaki farklılıklar sözkonusudur. Çocuklarımız doğdukları günden itibaren toplumsal rollerine alıştırılıyorlar. Annesini taklit ederek, bebekleriyle oynayan, ev işleri yapan kızlar iltifat alır, oyunla başlayan bu özellikleri, genç kızlıktan itibaren aşılamayan bir yazgıya dönüşür, kızlar önce babalarının, abilerinin, sonra ise yetişkin çağa geldiklerinde kocalarının hizmetçisi olurlar. Oğlan çocukları da küçük yaşlardan itibaren, toplumsal rollerine alıştırılırlar, erkekler bebekle oynamaz, erkekler ev işi yapmaz, kız kardeşleri varsa, oğlan kardeşlerine hizmet etmeleri telkin edilir. Onların oyuncakları da kızlarınkinden ayrıdır, tabancaları vardır, şiddete dayalı oyunlar oynamaları için teşvik edilirler, küçük yaşta babasının anneyi dövdüğünü gören çocuk, bu defa kız kardeşini dövmeye başlar, büyüyünce de karısı dövmeye adaydır artık. Okuma çağına gelindiğinde ise -özellikle ailenin ekonomik durumu burada önemli bir rol oynar- kızlardan önce erkekler okutulur. Kızlar gerekirse feda edilebilir. Köylü ailelerini düşünürsek, zaten çok geri kalmış bölgelerimizde, kızlar insandan bile sayılmadığından ilkokula bile gönderilmezler. Onların yeri önce ailenin yanında tarlada çalışmaktır, sonra da varacağı kocasının yanında çocuk büyütmek, ev işleri yapmak ve tarlada çalışmaktır!
Şehirlerde ise çalışma hayatına atılan kadın genellikle ucuz işgücü olarak görülmektedir. Kadınlar daha çok hizmet sektöründe istihdam edilmektedir. Bu sektörler başta tekstil, bankacılık, temizlik hizmetleri, büro hizmetleri, sağlık hizmetleri, öğretmenliktir. Ancak yine aynı sektörlere baktığımızda kadınlar yönetim organlarında çok düşük oranda yer almaktadırlar. Bu da kadınların temsil edilmemesini, dolayısıyla iş yaşamının düzenlenmesinde kendi taleplerinin gözardı edilmesine yol açmaktadır.
Bilinçli kadınlar, kadın sorununa sahip çıkmazlar ve durumlarını düzeltmek üzere daha şimdiden kararlı bir mücadeleye girişmezlerse bir yanılgıya düşmüş olurlar. Oysa bu düzen hayatın tüm alanlarına saldırdığı gibi kadınların hukuki, sosyal ve siyasal konumlarına da saldırmakta ve tarihi gelişim içerisinde kadınların mücadeleleriyle elde ettikleri kazanımları geri almaya çalışmaktadır. Günümüzün en yakıcı sorunlarından biri olan özelleştirmeyi sayabiliriz ki, bu toplumsal hizmetler sisteminin gelişmesinin önünü kesip zaten varolan yetersiz hizmetler sisteminin dahi özelleştirilmesi demektir. Kadın açısından özelleştirme güvencesiz, düşük ücretli işlere, işsizliğe ve daha fazla eve mahkum olmak demektir.
Yine kadınlara sigortasız çalışma erkeklere göre daha kolay dayatılabilmektedir. 1995 yılı verilerine göre Türkiye’de kadının işgücüne katılma oranı % 30’dur. İstihdam edilen 6.383.000 kadından ancak % 18.7’si sigortalıdır.2 Özelleştirme konusu çok daha geniş bir konu ve kadınları da doğrudan ilgilendirmektedir. Ancak burada bu yazının kapsamına almayacağım, bundan sonraki yazılarda başlıbaşına kadın ve özelleştirme başlığı altında ele alınmasında yarar görüyorum.
Bilinçli kadınların müdahale etmesi gereken başka bir sorun ise günümüzde tek kutuplu dünyada hortlatılan bölgesel savaşlardır. Savaşların en korumasız kurbanları kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Savaşlarda kadınlar en acımasız saldırılara, toplu katliamlara, tecavüze ve şiddete uğramaktadırlar. Sorunlar gördüğünüz gibi saymakla bitmez. Çözüm yolları bulabilmek için elbette önce sorunu tespit etmek ve bu sorunların çözümü için kararlı mücadeleye girişmek gerekir. Kadın sorununa yaklaşımda halen kadın hareketi sorunu can alıcı bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Similar topics
» Tarihte ve Günümüzde Emekçi Kadınlar
» Kadınlar Mücadeleye Katılmadan İşçi Sınıfı Kazanamaz !
» 8 Mart ve Feminizm
» 29 Mart Yerel Seçimlerinin Ardından
» Kadınlar Mücadeleye Katılmadan İşçi Sınıfı Kazanamaz !
» 8 Mart ve Feminizm
» 29 Mart Yerel Seçimlerinin Ardından
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz