Gelin, Oyunuzu “Ziyan Edin”! - Asaf Güven Aksel
1 sayfadaki 1 sayfası
Gelin, Oyunuzu “Ziyan Edin”! - Asaf Güven Aksel
Gelin, Oyunuzu “Ziyan Edin”! - Asaf Güven Aksel
Bugün seçim tantanası durulacak, yarın sandık başına gidilecek ve ertesi gün, kaldığımız yerden devam edeceğiz. Düzen partileri arasındaki denge, birkaç yerel yeniden paylaşım dışında, esas olarak değişmeyecek. Bizim konumumuzda da bir değişiklik olmayacak.
Sadece, geçen zamanı nasıl değerlendirdiğimize ilişkin bir veri elde edeceğiz en fazla. Bu veri de, kesinlikle potansiyelimizin nesnel bir yansıması niteliği taşımayacak. Seçim ve alınan oy açısından bakıldığında, düzen partileri kazanacak, biz kaybedeceğiz. Matematik hesapların “ihmal edilebilir düzeydeki küsuru” tanımı, sosyal alanda işgal ettiğimiz yer olarak da görülecek.
Evet, durum böyle görülüyor. Varsın olsun. Bu tablo, ne içimizi karartacak, ne ensemizi. Masalın “dağları taşıyan budala ihtiyar”ı gibi devam edeceğiz. Ne müminlerin tevekkülü, ne bir adımda on bin fersah düşü.
Bir seçime büyük beklentilerle girip, finişe bindeler hanesinde varan bazı partilerin, eldeki sonuca hangi hatalarının yol açtığını tartışıp, “biz doğruyduk, halk yanlış” saptamasıyla işin içinden çıkması, tebessümle karşılanacak bir analizden ibaretse de, barındırdığı öfke dozuna anlayışla yaklaşmak da mümkündür, biraz empatiyle. Elbet, tebessüm baki kalacaktır, biraz sosyolojiden, biraz siyasetten anlıyorsanız.
Seçim sürecinde, daha doğrusu bütün bir siyasal mücadele sürecinde, sosyalistlerin “kitlesel” bir güç haline gelmesinin, örgütlenmesinin, etki alanını genişletmesinin yolları üzerinde durulur, tartışılır, önerilir, denenir. Bu hep yapıldı, yapılıyor, yapılacak. Kuşkusuz, bütün bunlarda, doğru ve haklı olarak, “kitle”ye seslenebilme, onları üretilen siyasetlerle buluşturabilme kanalları açmaya yönelik yöntemlere kafa yorulur. Bunu yapabilmek için de, dünyanın, ülkenin, sınıfların, sosyal katmanların yapısal ve konjonktürel analizlerine yer verilir. Bu geçerlidir, olması gerekendir.
Ama, o ki, bu bir seçim arifesi yazısıdır ve seçimin, yerel olarak görülse de, aslında ülkenin nasıl yönetilmesini istediğine karar verecek “kitle”lerin iradesiyle, bu zulüm ve soygun düzeninin hangi “seçilen”ler eliyle sürdürüleceğinin kararlaştırılmasıyla sonuçlanacağı kesindir, biraz sitemde ne sakınca var? Bu sitemde, seslenebildiğimiz, siyasetlerimizi onaylattığımız insanlar yer alacağı için, yukarıda bahsedilen “temel problematiğin” dışına çıkacağım. Sosyalistlerin siyasal çalışmalarının seçimle, oyla belirlenecek yapıda olmadığını da bir kenara bırakacağım.
Köyün, çobana sevdalı kızı, niye gerçek hayatta ille gider ağaya varır? Bunun nesnel gerekçeleri bulunur tabii de, çobanın burukluk yaşamasındaki insanilik de hayatın gerçeğidir. Nâzım’ın, Bedreddin’in yenilgisinin “zaruri şartların neticesi” olduğunu bildiği halde “hey gidi” çekmesi, sadece edebiyat malzemesi midir yani?
“Kitle”yi hep tırnak içinde kullandım, pek hazzetmediğim bir kelime olduğu için. Sanki, bir insan topluluğu olmaktan çıkıp, cisimleşiyormuş gibi geliyor o zaman. Gene de, bir an geliyor ki, karşısındakine, “sen kitlesin yahu!” diyesi geliyor insanın. O klasik, “sınıfı bilinçlendirerek gücünün farkına vardırma” türü söylemin ötesinde bir şey bu “diyesinizin geldiği”. Diyorlar ki mesela: “Size bütün kalbimle katılıyorum. Çok haklısınız.” Bunu duyduğum an, bir “eyvah” çekiyorum. Çünkü, bir siyasal duruşa ikna etmekten çok daha zorlu bir dönemece giriyorsunuz bu onayı duyduğunuz an.
“Ama, sizin/bizim gibi düşünenler çok az, cahil bu toplum, o yüzden...” Devamı türlü şekillerde gelebiliyor, kesin olan, size verip de oyunu ziyan etmek istemediği. “Cahil toplum”un bu “aydınlanmış birey”leriyle o kadar karşılaşıyoruz ki, oylarını “ziyan etmeyi” göze alsalar, o kadar da az olmadıklarını/olmadığımızı görecekler. Tabii bu aydın bireylerin, nasıl olup da oylarını ziyan etmemek adına “hiç beğenmedikleri” partilere “evet” dedikleri, ayrı bir konu. “Aman oylar bölünmesin” diye diye CHP’nin kuyruğuna takıldıklarını ya da etnik kimliklerine teslim olduklarını filan çok söylendiği için es geçiyorum.
Böyle bir döngü var ortada, kırılması gereken. “Biraz oy alabilseniz, ben de vereceğim!” Başka yerlerden ithal oy vericiler getireceğiz zahir, arkadaşları tatmin edecek bir sayı bulmak için... “Kitle” dediğin, insanlardan oluştuğundan ve her biri, “sen ver ki artsın” çağrımızı kişisel algıladığından, tercihini “yıkılasıcalar”dan yana kullanıyor...
Demem o ki, “kitle”ye seslenme, onları siyasal doğrultunuza ikna etme, ille de bunun bir parçası olarak, kendiliğinden onları da katmayı içeremeyebiliyor. Örgütlenme, ayrı bir şey... Örgütleyemediğiniz “sizin gibi düşünen” bireyler, seçimle somutlanan durumlar için söylersek, “hiç sevmedikleri” düzen partilerinin bir parçası oluveriyorlar, o kadar... Biri çıkıp, oyunu “ziyan etmeyi” göze alırsa, bazı verilerin değiştiğini somut olarak görecek, ama şimdilik, gönülleri bizde, oyları onlarda...
Bu seçimde de öyle olacak... Biz devam edeceğiz...
Bugün seçim tantanası durulacak, yarın sandık başına gidilecek ve ertesi gün, kaldığımız yerden devam edeceğiz. Düzen partileri arasındaki denge, birkaç yerel yeniden paylaşım dışında, esas olarak değişmeyecek. Bizim konumumuzda da bir değişiklik olmayacak.
Sadece, geçen zamanı nasıl değerlendirdiğimize ilişkin bir veri elde edeceğiz en fazla. Bu veri de, kesinlikle potansiyelimizin nesnel bir yansıması niteliği taşımayacak. Seçim ve alınan oy açısından bakıldığında, düzen partileri kazanacak, biz kaybedeceğiz. Matematik hesapların “ihmal edilebilir düzeydeki küsuru” tanımı, sosyal alanda işgal ettiğimiz yer olarak da görülecek.
Evet, durum böyle görülüyor. Varsın olsun. Bu tablo, ne içimizi karartacak, ne ensemizi. Masalın “dağları taşıyan budala ihtiyar”ı gibi devam edeceğiz. Ne müminlerin tevekkülü, ne bir adımda on bin fersah düşü.
Bir seçime büyük beklentilerle girip, finişe bindeler hanesinde varan bazı partilerin, eldeki sonuca hangi hatalarının yol açtığını tartışıp, “biz doğruyduk, halk yanlış” saptamasıyla işin içinden çıkması, tebessümle karşılanacak bir analizden ibaretse de, barındırdığı öfke dozuna anlayışla yaklaşmak da mümkündür, biraz empatiyle. Elbet, tebessüm baki kalacaktır, biraz sosyolojiden, biraz siyasetten anlıyorsanız.
Seçim sürecinde, daha doğrusu bütün bir siyasal mücadele sürecinde, sosyalistlerin “kitlesel” bir güç haline gelmesinin, örgütlenmesinin, etki alanını genişletmesinin yolları üzerinde durulur, tartışılır, önerilir, denenir. Bu hep yapıldı, yapılıyor, yapılacak. Kuşkusuz, bütün bunlarda, doğru ve haklı olarak, “kitle”ye seslenebilme, onları üretilen siyasetlerle buluşturabilme kanalları açmaya yönelik yöntemlere kafa yorulur. Bunu yapabilmek için de, dünyanın, ülkenin, sınıfların, sosyal katmanların yapısal ve konjonktürel analizlerine yer verilir. Bu geçerlidir, olması gerekendir.
Ama, o ki, bu bir seçim arifesi yazısıdır ve seçimin, yerel olarak görülse de, aslında ülkenin nasıl yönetilmesini istediğine karar verecek “kitle”lerin iradesiyle, bu zulüm ve soygun düzeninin hangi “seçilen”ler eliyle sürdürüleceğinin kararlaştırılmasıyla sonuçlanacağı kesindir, biraz sitemde ne sakınca var? Bu sitemde, seslenebildiğimiz, siyasetlerimizi onaylattığımız insanlar yer alacağı için, yukarıda bahsedilen “temel problematiğin” dışına çıkacağım. Sosyalistlerin siyasal çalışmalarının seçimle, oyla belirlenecek yapıda olmadığını da bir kenara bırakacağım.
Köyün, çobana sevdalı kızı, niye gerçek hayatta ille gider ağaya varır? Bunun nesnel gerekçeleri bulunur tabii de, çobanın burukluk yaşamasındaki insanilik de hayatın gerçeğidir. Nâzım’ın, Bedreddin’in yenilgisinin “zaruri şartların neticesi” olduğunu bildiği halde “hey gidi” çekmesi, sadece edebiyat malzemesi midir yani?
“Kitle”yi hep tırnak içinde kullandım, pek hazzetmediğim bir kelime olduğu için. Sanki, bir insan topluluğu olmaktan çıkıp, cisimleşiyormuş gibi geliyor o zaman. Gene de, bir an geliyor ki, karşısındakine, “sen kitlesin yahu!” diyesi geliyor insanın. O klasik, “sınıfı bilinçlendirerek gücünün farkına vardırma” türü söylemin ötesinde bir şey bu “diyesinizin geldiği”. Diyorlar ki mesela: “Size bütün kalbimle katılıyorum. Çok haklısınız.” Bunu duyduğum an, bir “eyvah” çekiyorum. Çünkü, bir siyasal duruşa ikna etmekten çok daha zorlu bir dönemece giriyorsunuz bu onayı duyduğunuz an.
“Ama, sizin/bizim gibi düşünenler çok az, cahil bu toplum, o yüzden...” Devamı türlü şekillerde gelebiliyor, kesin olan, size verip de oyunu ziyan etmek istemediği. “Cahil toplum”un bu “aydınlanmış birey”leriyle o kadar karşılaşıyoruz ki, oylarını “ziyan etmeyi” göze alsalar, o kadar da az olmadıklarını/olmadığımızı görecekler. Tabii bu aydın bireylerin, nasıl olup da oylarını ziyan etmemek adına “hiç beğenmedikleri” partilere “evet” dedikleri, ayrı bir konu. “Aman oylar bölünmesin” diye diye CHP’nin kuyruğuna takıldıklarını ya da etnik kimliklerine teslim olduklarını filan çok söylendiği için es geçiyorum.
Böyle bir döngü var ortada, kırılması gereken. “Biraz oy alabilseniz, ben de vereceğim!” Başka yerlerden ithal oy vericiler getireceğiz zahir, arkadaşları tatmin edecek bir sayı bulmak için... “Kitle” dediğin, insanlardan oluştuğundan ve her biri, “sen ver ki artsın” çağrımızı kişisel algıladığından, tercihini “yıkılasıcalar”dan yana kullanıyor...
Demem o ki, “kitle”ye seslenme, onları siyasal doğrultunuza ikna etme, ille de bunun bir parçası olarak, kendiliğinden onları da katmayı içeremeyebiliyor. Örgütlenme, ayrı bir şey... Örgütleyemediğiniz “sizin gibi düşünen” bireyler, seçimle somutlanan durumlar için söylersek, “hiç sevmedikleri” düzen partilerinin bir parçası oluveriyorlar, o kadar... Biri çıkıp, oyunu “ziyan etmeyi” göze alırsa, bazı verilerin değiştiğini somut olarak görecek, ama şimdilik, gönülleri bizde, oyları onlarda...
Bu seçimde de öyle olacak... Biz devam edeceğiz...
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz