Demokrasi Halkın Yönetimde Olması mı? Güdülmesi mi? - Burak Gürbüz
1 sayfadaki 1 sayfası
Demokrasi Halkın Yönetimde Olması mı? Güdülmesi mi? - Burak Gürbüz
Demokrasi Halkın Yönetimde Olması mı? Güdülmesi mi? - Burak Gürbüz
Bugün Türkiye’de demokrasinin tam işlemesini AKP hükümetinin desteklenmesine ve Türkiye - AB sürecinin devamına bağlayanlar çok yanılıyorlar. Özellikle Türkiye’nin AB sürecini demokrasiyi pekiştirmek amacıyla izlenmesi gereken bir yol olarak gören ve bunun yanında neo-liberal politikaları da sol adına eleştirmekten geri kalmayanlar daha da yanılıyor. Bir kere neo-liberal politikaları batı demokrasisinden ayırmamak lazım gelir. Nedenine gelince AB içinde ve diğer merkez kapitalist ülkeler içinde ister sağ, ister sol olsun hiçbir siyasal parti bugün neo-liberal iktisadi anlayışa karşı, alternatif bir iktisadi program sunmamaktadır. İnsanları felakete, yoksulluğa, işsizliğe, fakirliğe iten bu iktisadi politikaların AB ülkelerinin siyasal partilerince sorgulanmaz oluşu demokrasinin fiilen bittiğinin resmidir. “Halkın kendi kendini yönetmesi” demek olan demokraside, halk kendi kendini yönetememekte krizle, işsizlikle boğuşmaktadır. Çünkü Avrupa’da sol siyasetçiler, işsizliğe, artan yabancı düşmanlığına, ırkçılığa, fakirliğe çare bulamamaktadır, çünkü neo-liberal politikalarla bütünleşmişlerdir, çünkü piyasa mantığını planlamacı, eşitlikçi, sosyalist mantığa tercih etmektedirler. Avrupa’da sol siyaset bu bakımdan çıkmaz halindedir. Sağ siyaset ise, dinsel, ahlakçı muhafazakârlığın ve pragmatizmin sığ sularında kulaç atmakta, lâfazanlık şampiyonluğunu kimselere bırakmamaktadır.
Böyle bir Avrupa’ya Türkiye niye girmek ister? Özellikle sol neden hala AB’ye üyelikte ısrar eder? Türkiye’nin demokratikleşmesinden dem vuranların ve bunun için AKP hükümetini desteklemeye devam edenlerin, demokrasi tanımı üç maddede özetleyebiliriz: ilki din özgürlüğü, türban, takke özgürlüğüdür, ikincisi askerin siyasetten arındırılmasıdır, üçüncüsü Kürt sorununun çözümüdür. Neo-liberal iktisadi politikalar ve emperyalizmle mücadele demokrasi tanımı içinde değildir. Oysa halkın kendi kendini yönetimi ancak ona emekten yana, eşitlikçi alternatif bir seçenek sunulduğu vakit mümkün olabilir. Böyle bir seçenek merkeze sıkı sıkıya bağlanmış çevre kapitalist ülkeler için mümkün değildir. Kimlik siyaseti veya din siyaseti veya anti-asker siyaseti Türkiye’nin neo-liberal iktisat politikalarını eleştirmesine, onlarla mücadele etmesine vesile mi olacaktır? Demokrasi tanımını geniş tutmakta yarar vardır. Demokrasi’nin vazgeçilmezi olduğu düşünülen siyasal partilerin çoğu, bugün AB ülkelerindeki gibi toplumsal sorunlara çare bulmaktan uzaktır. Emekten yana, eşitlikten yana olmayan partilerin tümü uluslararası ve yerel sahiplerinin sesleri olmaktadırlar. Diğerleri ise, emekçilerin hiçbir sorununa çare bulmamalarına rağmen aslında onların çıkarlarını kolluyorlar şeklinde kendilerini göstermektedir.
Neden AB ülkeleri sol partileri neo-liberal politikalara bağlanır olmuşlardır? Bu sorunun asıl cevabı sosyal demokrasinin tarihsel kökenlerinde vardır, bir de üstelik artan toplumsal yozlaşma siyaseti kolaylaştırmakta, basitleştirmektedir. Bu bağlamda kendi çıkarlarını ne olduğunu tam olarak bilmeyen, rekabete dayalı yaşam koşullarına uyum sağlamış, ek işleri kanıksamış, hafta sonu çalışabilen, yerinde işinden atıldığı vakit buna ses çıkarmayan halklar, her zaman için siyasetçinin tercih ettiği kitlelerdir. Onun pragmatik, sığ toplumsal mesajları, örneğin savunma harcamaları, düşman teorileri, tehlike senaryoları her zaman böyle bir toplulukta kolayca alıcı bulacaktır. Piyasadan başka bir sistemin mümkün olamayacağına inanan kalabalıklar için neo-liberal iktisadi politikaları tüm partilerin ortak programlarının vazgeçilmezi haline gelmesine daha kolay neden olmaktadır. Aslında AB’de siyasetçilere karşı güvenin çok azalmış olması insanları daha da apolitize olmasına ve siyasetten daha da soğumasına neden olmaktadır. Böyle bir insanın piyasa içinde her türlü manipüle etmek çok kolay olacaktır. Bu insan tipi çevre kapitalist ülkelerde mesela Türkiye’de de vardır. Neo-liberal politikaların krediyle tüketim alışkanlıklarını toplumda teşvik etmesi, tüketimin hane halklarının, çalışanların, emekçilerin aldıkları tüm yaşamsal kararlarda çok büyük etkisi olmaktadır. Gelirlerini, yapacakları işleri, nasıl ve ne şekilde para kazanacaklarını, siyasi tercihlerini suni, merkez kapitalist ülkeler tarafından empoze edilmiş olan tüketim alışkanlıkları ve ithal edilen davranış kalıpları belirlemektedir. O zaman siyasetin olmadığı, siyasetçinin her türlü güvenirliğini yitirdiği bir ülkede demokrasiyi geliştirmek salt AB süreci veya AKP’cilikten geçtiğini nasıl iddia edebiliriz? Üstelik bizzat AKP’nin emperyalizm ve neo-liberal politikaların yanında yer aldığını bilmemize rağmen. Demokrasinin tehlikede olduğunu varsayanlar aslında sığ bir demokrasi tanımından hareketle, salt AKP’nin başka partiler ve toplumun bir bölümü tarafından yalnızlığa itilmesini anlamaktadır. En önemli eleştirileri AKP’nin de diğer partiler gibi olduğu ve sistem içinde kalması gerektiği olup dışlanmamasıdır. AKP’yi dışlayanlar da askerdir, laik Kemalistlerdir, ulusalcılardır ve düzeni eleştiren bazı sol partilerdir. Günümüzde gerçekten demokrasinin önünde, onu askıya almak için fırsat kollamakta olan bir asker sorunu var mıdır? Tersine askerler AKP ile barışmış, AKP düzeniyle birleşmiş, bütünleşmiş hükümeti eleştirmekten itina ile kaçınan bu bakımdan siyasetin işine karışmayan ve önünde ayak bağı olmayan bir portre çizmektedir. Ulusalcıların önemli kişilikleri zaten Ergenekon davasından tutuklanmıştır. Geriye kala kala AKP düzenine, padişahlık düzenine karşı çıkan, AKP’yi dincilikle, faşistlikle suçlayan sosyalist sol kalmaktadır. Türban sorununu bir özgürlük meselesi olarak görenler TÜBİTAK’ın Darwin sansürüyle gerçekleri biraz daha iyi görebilmişler midir? Umarım öyledir ama değilse de Türkiye’de demokrasinin geliştirilmesi için kafa yoranların temel referansı AB’ye üyelik ve AKP’yi savunmak olmamalı, emekçileri neo-liberal iktisadi saldırılardan koruyacak, planlamacı, eşitlikçi bir Türkiye’nin inşası olmalıdır. Ancak o zaman demokrasi yani demo(halk)-krasi(yönetimde) gerçekleşecektir.
Bugün Türkiye’de demokrasinin tam işlemesini AKP hükümetinin desteklenmesine ve Türkiye - AB sürecinin devamına bağlayanlar çok yanılıyorlar. Özellikle Türkiye’nin AB sürecini demokrasiyi pekiştirmek amacıyla izlenmesi gereken bir yol olarak gören ve bunun yanında neo-liberal politikaları da sol adına eleştirmekten geri kalmayanlar daha da yanılıyor. Bir kere neo-liberal politikaları batı demokrasisinden ayırmamak lazım gelir. Nedenine gelince AB içinde ve diğer merkez kapitalist ülkeler içinde ister sağ, ister sol olsun hiçbir siyasal parti bugün neo-liberal iktisadi anlayışa karşı, alternatif bir iktisadi program sunmamaktadır. İnsanları felakete, yoksulluğa, işsizliğe, fakirliğe iten bu iktisadi politikaların AB ülkelerinin siyasal partilerince sorgulanmaz oluşu demokrasinin fiilen bittiğinin resmidir. “Halkın kendi kendini yönetmesi” demek olan demokraside, halk kendi kendini yönetememekte krizle, işsizlikle boğuşmaktadır. Çünkü Avrupa’da sol siyasetçiler, işsizliğe, artan yabancı düşmanlığına, ırkçılığa, fakirliğe çare bulamamaktadır, çünkü neo-liberal politikalarla bütünleşmişlerdir, çünkü piyasa mantığını planlamacı, eşitlikçi, sosyalist mantığa tercih etmektedirler. Avrupa’da sol siyaset bu bakımdan çıkmaz halindedir. Sağ siyaset ise, dinsel, ahlakçı muhafazakârlığın ve pragmatizmin sığ sularında kulaç atmakta, lâfazanlık şampiyonluğunu kimselere bırakmamaktadır.
Böyle bir Avrupa’ya Türkiye niye girmek ister? Özellikle sol neden hala AB’ye üyelikte ısrar eder? Türkiye’nin demokratikleşmesinden dem vuranların ve bunun için AKP hükümetini desteklemeye devam edenlerin, demokrasi tanımı üç maddede özetleyebiliriz: ilki din özgürlüğü, türban, takke özgürlüğüdür, ikincisi askerin siyasetten arındırılmasıdır, üçüncüsü Kürt sorununun çözümüdür. Neo-liberal iktisadi politikalar ve emperyalizmle mücadele demokrasi tanımı içinde değildir. Oysa halkın kendi kendini yönetimi ancak ona emekten yana, eşitlikçi alternatif bir seçenek sunulduğu vakit mümkün olabilir. Böyle bir seçenek merkeze sıkı sıkıya bağlanmış çevre kapitalist ülkeler için mümkün değildir. Kimlik siyaseti veya din siyaseti veya anti-asker siyaseti Türkiye’nin neo-liberal iktisat politikalarını eleştirmesine, onlarla mücadele etmesine vesile mi olacaktır? Demokrasi tanımını geniş tutmakta yarar vardır. Demokrasi’nin vazgeçilmezi olduğu düşünülen siyasal partilerin çoğu, bugün AB ülkelerindeki gibi toplumsal sorunlara çare bulmaktan uzaktır. Emekten yana, eşitlikten yana olmayan partilerin tümü uluslararası ve yerel sahiplerinin sesleri olmaktadırlar. Diğerleri ise, emekçilerin hiçbir sorununa çare bulmamalarına rağmen aslında onların çıkarlarını kolluyorlar şeklinde kendilerini göstermektedir.
Neden AB ülkeleri sol partileri neo-liberal politikalara bağlanır olmuşlardır? Bu sorunun asıl cevabı sosyal demokrasinin tarihsel kökenlerinde vardır, bir de üstelik artan toplumsal yozlaşma siyaseti kolaylaştırmakta, basitleştirmektedir. Bu bağlamda kendi çıkarlarını ne olduğunu tam olarak bilmeyen, rekabete dayalı yaşam koşullarına uyum sağlamış, ek işleri kanıksamış, hafta sonu çalışabilen, yerinde işinden atıldığı vakit buna ses çıkarmayan halklar, her zaman için siyasetçinin tercih ettiği kitlelerdir. Onun pragmatik, sığ toplumsal mesajları, örneğin savunma harcamaları, düşman teorileri, tehlike senaryoları her zaman böyle bir toplulukta kolayca alıcı bulacaktır. Piyasadan başka bir sistemin mümkün olamayacağına inanan kalabalıklar için neo-liberal iktisadi politikaları tüm partilerin ortak programlarının vazgeçilmezi haline gelmesine daha kolay neden olmaktadır. Aslında AB’de siyasetçilere karşı güvenin çok azalmış olması insanları daha da apolitize olmasına ve siyasetten daha da soğumasına neden olmaktadır. Böyle bir insanın piyasa içinde her türlü manipüle etmek çok kolay olacaktır. Bu insan tipi çevre kapitalist ülkelerde mesela Türkiye’de de vardır. Neo-liberal politikaların krediyle tüketim alışkanlıklarını toplumda teşvik etmesi, tüketimin hane halklarının, çalışanların, emekçilerin aldıkları tüm yaşamsal kararlarda çok büyük etkisi olmaktadır. Gelirlerini, yapacakları işleri, nasıl ve ne şekilde para kazanacaklarını, siyasi tercihlerini suni, merkez kapitalist ülkeler tarafından empoze edilmiş olan tüketim alışkanlıkları ve ithal edilen davranış kalıpları belirlemektedir. O zaman siyasetin olmadığı, siyasetçinin her türlü güvenirliğini yitirdiği bir ülkede demokrasiyi geliştirmek salt AB süreci veya AKP’cilikten geçtiğini nasıl iddia edebiliriz? Üstelik bizzat AKP’nin emperyalizm ve neo-liberal politikaların yanında yer aldığını bilmemize rağmen. Demokrasinin tehlikede olduğunu varsayanlar aslında sığ bir demokrasi tanımından hareketle, salt AKP’nin başka partiler ve toplumun bir bölümü tarafından yalnızlığa itilmesini anlamaktadır. En önemli eleştirileri AKP’nin de diğer partiler gibi olduğu ve sistem içinde kalması gerektiği olup dışlanmamasıdır. AKP’yi dışlayanlar da askerdir, laik Kemalistlerdir, ulusalcılardır ve düzeni eleştiren bazı sol partilerdir. Günümüzde gerçekten demokrasinin önünde, onu askıya almak için fırsat kollamakta olan bir asker sorunu var mıdır? Tersine askerler AKP ile barışmış, AKP düzeniyle birleşmiş, bütünleşmiş hükümeti eleştirmekten itina ile kaçınan bu bakımdan siyasetin işine karışmayan ve önünde ayak bağı olmayan bir portre çizmektedir. Ulusalcıların önemli kişilikleri zaten Ergenekon davasından tutuklanmıştır. Geriye kala kala AKP düzenine, padişahlık düzenine karşı çıkan, AKP’yi dincilikle, faşistlikle suçlayan sosyalist sol kalmaktadır. Türban sorununu bir özgürlük meselesi olarak görenler TÜBİTAK’ın Darwin sansürüyle gerçekleri biraz daha iyi görebilmişler midir? Umarım öyledir ama değilse de Türkiye’de demokrasinin geliştirilmesi için kafa yoranların temel referansı AB’ye üyelik ve AKP’yi savunmak olmamalı, emekçileri neo-liberal iktisadi saldırılardan koruyacak, planlamacı, eşitlikçi bir Türkiye’nin inşası olmalıdır. Ancak o zaman demokrasi yani demo(halk)-krasi(yönetimde) gerçekleşecektir.
Similar topics
» 'İyi Şeyler' Halkın İradesidir
» Sosyalizmde Demokrasi Var Mıdır?
» Proletarya Diktatörlüğü Nasıl Bir Şey? Özgürlük, Demokrasi Olmayacak Mı?
» Sosyal Demokrasi İşçilerin, Emekçilerin Sorunlarına Çare Olabilir Mi?
» Sosyalizmde Demokrasi Var Mıdır?
» Proletarya Diktatörlüğü Nasıl Bir Şey? Özgürlük, Demokrasi Olmayacak Mı?
» Sosyal Demokrasi İşçilerin, Emekçilerin Sorunlarına Çare Olabilir Mi?
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz