Yoldaşlar Arasındaki İlişkilerde Özenli Olmak Bir Devricilik Özelliğidir
1 sayfadaki 1 sayfası
Yoldaşlar Arasındaki İlişkilerde Özenli Olmak Bir Devricilik Özelliğidir
Dev-Yol ! Devrimci Kişilik Hakkındaki Yazısı
Yoldaşlar Arasındaki İlişkilerde Özenli Olmak Bir Devricilik Özelliğidir
Hepimiz sistemin insanlar üzerindeki etkilerinden/bozucu niteliklerinden ve bunların yaratmış olduğu sonuçlardan rahatsız olur, bunlar üzerine tartışır ve bunlara dönük çözümler üretmeye çalışırız. Zaten devrimcilik iddiasında olmamızın en temel sebeplerinden biri de insanlardaki bu çürümeden rahatsız oluşumuzdur.
Sistemin bozucu/yozlaştırıcı etkileri esasen tüm evren üzerinde kendini hissettirse de, biz bu bozucu etkileri o evren içerisinde en çok ilişkide olduğumuz varlıkta; insanda görürüz.
Özellikle günümüzde insanoğlunun, insan olmanın ne anlama geldiğini dahi bilmediği, yabancılaşmayı görülmedik boyutlarda yaşadığı bir süreçten geçiyoruz. İnsan ilişkilerinin, bütünüyle paraya endekslendiği, bir insanın değerinin diğer bir insana sağladığı faydayla ölçüldüğü bir insandışılaşma, toplumda egemen bir kültürel norm olmuş durumda. İnsanların sokakta, evde, otobüste, kısacası hayatın her alanında birer yürüyen saatli bombayı andırdığına ve tahammül/sabır denen kavramları çoktan unuttuğuna şahit oluyoruz. Bu noktada sistemin, insanları bu hale getirmede yakaladığı başarıyı ve geliştirdiği yeni araçları bertaraf etme iddiasında olan devrimcilerin sorumlulukları daha da büyüyor.
Bilindiği üzere devrimciler, toplumdan soyut/izole alanlarda varlık göstermezler. Bu nedenle toplumun bağrında taşıdığı kimi geri kültürel öğelerden ve sistemin yozlaştırıcı araçlarından bütünüyle muaf da değildirler. Fakat örgütsüz olan kesimlere oranla kendilerini her anlamda daha korunaklı kılabilme şansları/imkanları vardır. Bu imkanların en başında ise örgütlü zemin üzerinde durmak ve söz konusu örgütlü zemin üzerinde yaratılan/üretilen kültür gelir. İşte bu kültür, devrimciler için sistemin yönelttiği darbelere karşı bir kalkan görevi görür/koruyucu bir işlev yüklenir.
Ne var ki zaman zaman örgütlü zeminde de sistemin insanlar üzerinde yaratmış olduğu tahribatlara tanık olabilmekteyiz. Bu durum esasen şaşılacak bir durum değildir. Aksine çok kaba bir sorgulamadan sonra, bu durumun nedenini anlayabiliriz. Hepimizin de bildiği üzere devrimciler de toplumun diğer tüm kesimleri gibi örgütlü yaşama adım atmadan önce sistemin yozlaştırıcı etkisine maruz kalmış; onun kapsama alanına şu veya bu oranda girmiş kesimlerdir. İşte bu süre zarfında (devrimcilik öncesi yaşamda) sistemin öğrettiği/dayattığı birçok şey, kişinin kişiliğinde yer eder ve bir süre sonra ortaya çıkan çarpıklık kanıksanır/normal gibi görünür. Asıl sorun ise sistemden alınan bu olumsuzlukların örgütsel yapı içerisinde, yoldaşlar arasında da varlık göstermesi, sürdürülmesidir. Elbette ki kişiler örgütlü yaşama geçtikten sonra belli bir süre daha bu olumsuzlukları taşırlar. Bu bir kültür sorunudur, kültür dediğimiz şey ise oluşumu açısından uzun bir süreci ifade eder ve kültürel olumsuzlukların değiştirilmesi de uzun bir süre gerektirir. Fakat, değişime yetecek denli bir süre, bu değişimi sağlayacak/tetikleyecek kadar bir politik/kültürel gıdalanma sürecinden sonra aynı şeyler sürdürülüyorsa burada yapının eksikliğinden çok kişinin niyeti sorgulanmalıdır. Hele hele söz konusu davranışlar genelde değil de sınırlı bir çevrede görülüyorsa.
Yoldaşlar;
Hepimizin de çok iyi bildiği ve kabul ettiği üzere, örgüt, devrime giden yolda en önemli araçtır. Bu, Marksizm/Leninizm'in de en temel önermelerinden biridir. Yoldaşlar arasındaki ilişkinin kalitesi ve uyumu ise bir örgütün en temel niteliğidir. Bu nitelik eksik olduğu oranda hedefe varmak oldukça zorlaşır ve ödenen bedeller daha can yakıcı boyutlara ulaşır.
Bu bağlamda, yoldaşlık ilişkisinde azami özen ve hassasiyet, hepimizin dikkat etmesi gereken bir konudur. Devrimcileşme olarak adlandırabileceğimiz sürecin, bugünkü siyasal pratiğin düşüklüğü de hesaba katıldığında oldukça uzun sürmesi ve beraberinde birçok sıkıntıyı da karşımıza çıkarması bizi, olması gerekenin çok ötesinde sabırlı olmaya zorluyor.
Aramıza yeni katılan ve beraberinde birçok eksikliği/zaafı da getiren arkadaşlarımıza/yoldaşlarımıza bu bilinçle yaklaşmalı ve hataları giderme noktasında gerginleştirici değil sakinleştirici bir tarzı öne çıkarmalıyız. Tersi bir tarzı benimsemek mevcut yanlıştan daha büyük bir tahribata yol açar ve son tahlilde karşı devrim güçlerinin yüzünü güldürür.
Hepimizin bildiği üzere sistemin insanlara/topluma dayattığı şeylerden biri de diyalogsuzluk/iletişimsizliktir. “İletişim çağında, internet bu kadar yaygınlaşmışken bu nasıl olur?” diye soran dostlarımız olabilir. Şunu söyleyebiliriz ki, kendiyle baş başa kaldığında yüreğiyle konuşamayan kişinin bir başkasıyla iletişim kurması zaten imkansızdır. İşte böyle bir iletişimsizlik durumu insanda eleştiri/özeleştiri mekanizmasının olgunlaşmasını da önler veya geciktirir. Bu nedenle yoldaşlar arasındaki ilişkilerde eleştiri/özeleştiri konusu yer yer hoşnutsuzluk sebebi olabilmektedir. Sistemin söz konusu duruma yaptığı etkiyi bir kenara itersek geriye bir tek şey kalır: yoldaşlık ilişkisinin niteliğine, onun güzelleştirici ve mutluluk verici etkisine tam anlamıyla vakıf olamamak veya bu ilişkiyi yeteri kadar içselleştirememek.
“ …Baba elinde ıslak bezlerle kaç gece başucumda bekledi ayakta. Adım adım yaklaşan ölümü kovdu. İğrenmeden irinli yaralarımı temizledi bir bir. Ot döşeğimden yayılan o leş gibi et kokusundan gönlü bulanıp bir güncük olsun öff demedi. Yüzünü buruşturmadı. İlk sorgumda lime lime olup paçavraya dönen gömleğimi yıkayıp dikti. Giyilmez olunca da çıkarıp kendininkini verdi. Hapishanenin avlusunda yapılan yarım saatlik ‘gezinti'de canını tehlikeye atıp kopardığı bir tutam otu, minnacık bir papatyayı bana getirdi…”
Yukarıdaki paragraf Julius Fuçik'in “Darağacında Röportaj” adlı kitabında geçiyor. Çek yazarı J.Fuçik, Naziler tarafından tutsak edilir, işkencelerden geçirilir ve yüzlerce Çek aydını , devrimcisi gibi katledilir. Bu satırlar hapiste bulunduğu günlerde, kendisi gibi tutsak alınmış bir insanla yaşadıklarını/paylaşımlarını özetliyor. Sözcüklerin her birinden insanlığın en arı değerleri ve sevginin en sıcak biçimi hissediliyor. Tıpkı “yoldaşlık” sözcüğünün bize hissettirdikleri gibi.
İşte yoldaşlık…Yoldaşına bir küçük papatya götürmek için Nazi namlularına hedef olmayı göze almak. Bu yoldaşlık tanımı ile, bugün çok çeşitli biçimlerde karşımıza çıkan ve vaktimizi/enerjimizi çalmaktan öte bir anlam ifade etmeyen sorunların küçüklüğünü düşündüğümüzde ve bir kıyas yaptığımızda zannediyoruz ki doğru/gerekli tarzı bulmakta zorlanmayacağız.
Fidel Castro, Batista Cuntası tarafından hapse atılıp hakim karşısına çıkarıldığı anda şunları söylüyor; “Ölen yoldaşlarımız için kimseye karşı kin duymuyorum. Onların hayatları değer biçilemeyecek kadar yüksek olduğu için, kendilerinin katilleri zaten canlarıyla bunun karşılığını ödeyemezlerdi . Bizler ölenlerimiz için kana kan istemiyoruz. Halkların mutluluğu onlar için tek takdir nişanesi olacaktır. Üstelik yoldaşlarımız ne ölmüş ne de unutulmuşlardır. Şu anda kendileri her zamankinden daha güçlü bir şekilde aramızda yaşamakta ve katilleri, peşlerinde koştukları ilkelerin toplumda yarattığı manevi gücün ölmezliğini, korku ve dehşetle izlemektedirler.” (Fidel Castro, Tarih Beni Beraat Ettirecektir, s:69, a.b.ç.)
İşte Fidel Castro, Che Guevara ve binlerce yoldaşı devrime yürürken yoldaşlarına karşı böylesine büyük bir sevgi besliyor ve böylesine yüce bir değer veriyorlardı. Bu nedenledir ki, bugün hala Kübalıların gözleri ışıl ışıl.
Çoğumuzun anımsadığı bir fotoğraftır; Hıdır Aslan ve İlyas Has, kollarını birbirlerinin omuzlarına atıp yoldaşça gülümsemektedirler. O fotoğrafta öne çıkan uyum ve sıcaklık Hıdır'la İlyas'ın fiziki yakınlıklarından değil; bilinçlerinin ve yüreklerinin birliğindendir . Arzu edildiği takdirde aynı bilinç ve yürek birliğini yakalamak sanıldığından da kolaydır. Zaten Devrimci Gençliğe de böylesi bir duruş yakışır.
Yoldaşlar Arasındaki İlişkilerde Özenli Olmak Bir Devricilik Özelliğidir
Hepimiz sistemin insanlar üzerindeki etkilerinden/bozucu niteliklerinden ve bunların yaratmış olduğu sonuçlardan rahatsız olur, bunlar üzerine tartışır ve bunlara dönük çözümler üretmeye çalışırız. Zaten devrimcilik iddiasında olmamızın en temel sebeplerinden biri de insanlardaki bu çürümeden rahatsız oluşumuzdur.
Sistemin bozucu/yozlaştırıcı etkileri esasen tüm evren üzerinde kendini hissettirse de, biz bu bozucu etkileri o evren içerisinde en çok ilişkide olduğumuz varlıkta; insanda görürüz.
Özellikle günümüzde insanoğlunun, insan olmanın ne anlama geldiğini dahi bilmediği, yabancılaşmayı görülmedik boyutlarda yaşadığı bir süreçten geçiyoruz. İnsan ilişkilerinin, bütünüyle paraya endekslendiği, bir insanın değerinin diğer bir insana sağladığı faydayla ölçüldüğü bir insandışılaşma, toplumda egemen bir kültürel norm olmuş durumda. İnsanların sokakta, evde, otobüste, kısacası hayatın her alanında birer yürüyen saatli bombayı andırdığına ve tahammül/sabır denen kavramları çoktan unuttuğuna şahit oluyoruz. Bu noktada sistemin, insanları bu hale getirmede yakaladığı başarıyı ve geliştirdiği yeni araçları bertaraf etme iddiasında olan devrimcilerin sorumlulukları daha da büyüyor.
Bilindiği üzere devrimciler, toplumdan soyut/izole alanlarda varlık göstermezler. Bu nedenle toplumun bağrında taşıdığı kimi geri kültürel öğelerden ve sistemin yozlaştırıcı araçlarından bütünüyle muaf da değildirler. Fakat örgütsüz olan kesimlere oranla kendilerini her anlamda daha korunaklı kılabilme şansları/imkanları vardır. Bu imkanların en başında ise örgütlü zemin üzerinde durmak ve söz konusu örgütlü zemin üzerinde yaratılan/üretilen kültür gelir. İşte bu kültür, devrimciler için sistemin yönelttiği darbelere karşı bir kalkan görevi görür/koruyucu bir işlev yüklenir.
Ne var ki zaman zaman örgütlü zeminde de sistemin insanlar üzerinde yaratmış olduğu tahribatlara tanık olabilmekteyiz. Bu durum esasen şaşılacak bir durum değildir. Aksine çok kaba bir sorgulamadan sonra, bu durumun nedenini anlayabiliriz. Hepimizin de bildiği üzere devrimciler de toplumun diğer tüm kesimleri gibi örgütlü yaşama adım atmadan önce sistemin yozlaştırıcı etkisine maruz kalmış; onun kapsama alanına şu veya bu oranda girmiş kesimlerdir. İşte bu süre zarfında (devrimcilik öncesi yaşamda) sistemin öğrettiği/dayattığı birçok şey, kişinin kişiliğinde yer eder ve bir süre sonra ortaya çıkan çarpıklık kanıksanır/normal gibi görünür. Asıl sorun ise sistemden alınan bu olumsuzlukların örgütsel yapı içerisinde, yoldaşlar arasında da varlık göstermesi, sürdürülmesidir. Elbette ki kişiler örgütlü yaşama geçtikten sonra belli bir süre daha bu olumsuzlukları taşırlar. Bu bir kültür sorunudur, kültür dediğimiz şey ise oluşumu açısından uzun bir süreci ifade eder ve kültürel olumsuzlukların değiştirilmesi de uzun bir süre gerektirir. Fakat, değişime yetecek denli bir süre, bu değişimi sağlayacak/tetikleyecek kadar bir politik/kültürel gıdalanma sürecinden sonra aynı şeyler sürdürülüyorsa burada yapının eksikliğinden çok kişinin niyeti sorgulanmalıdır. Hele hele söz konusu davranışlar genelde değil de sınırlı bir çevrede görülüyorsa.
Yoldaşlar;
Hepimizin de çok iyi bildiği ve kabul ettiği üzere, örgüt, devrime giden yolda en önemli araçtır. Bu, Marksizm/Leninizm'in de en temel önermelerinden biridir. Yoldaşlar arasındaki ilişkinin kalitesi ve uyumu ise bir örgütün en temel niteliğidir. Bu nitelik eksik olduğu oranda hedefe varmak oldukça zorlaşır ve ödenen bedeller daha can yakıcı boyutlara ulaşır.
Bu bağlamda, yoldaşlık ilişkisinde azami özen ve hassasiyet, hepimizin dikkat etmesi gereken bir konudur. Devrimcileşme olarak adlandırabileceğimiz sürecin, bugünkü siyasal pratiğin düşüklüğü de hesaba katıldığında oldukça uzun sürmesi ve beraberinde birçok sıkıntıyı da karşımıza çıkarması bizi, olması gerekenin çok ötesinde sabırlı olmaya zorluyor.
Aramıza yeni katılan ve beraberinde birçok eksikliği/zaafı da getiren arkadaşlarımıza/yoldaşlarımıza bu bilinçle yaklaşmalı ve hataları giderme noktasında gerginleştirici değil sakinleştirici bir tarzı öne çıkarmalıyız. Tersi bir tarzı benimsemek mevcut yanlıştan daha büyük bir tahribata yol açar ve son tahlilde karşı devrim güçlerinin yüzünü güldürür.
Hepimizin bildiği üzere sistemin insanlara/topluma dayattığı şeylerden biri de diyalogsuzluk/iletişimsizliktir. “İletişim çağında, internet bu kadar yaygınlaşmışken bu nasıl olur?” diye soran dostlarımız olabilir. Şunu söyleyebiliriz ki, kendiyle baş başa kaldığında yüreğiyle konuşamayan kişinin bir başkasıyla iletişim kurması zaten imkansızdır. İşte böyle bir iletişimsizlik durumu insanda eleştiri/özeleştiri mekanizmasının olgunlaşmasını da önler veya geciktirir. Bu nedenle yoldaşlar arasındaki ilişkilerde eleştiri/özeleştiri konusu yer yer hoşnutsuzluk sebebi olabilmektedir. Sistemin söz konusu duruma yaptığı etkiyi bir kenara itersek geriye bir tek şey kalır: yoldaşlık ilişkisinin niteliğine, onun güzelleştirici ve mutluluk verici etkisine tam anlamıyla vakıf olamamak veya bu ilişkiyi yeteri kadar içselleştirememek.
“ …Baba elinde ıslak bezlerle kaç gece başucumda bekledi ayakta. Adım adım yaklaşan ölümü kovdu. İğrenmeden irinli yaralarımı temizledi bir bir. Ot döşeğimden yayılan o leş gibi et kokusundan gönlü bulanıp bir güncük olsun öff demedi. Yüzünü buruşturmadı. İlk sorgumda lime lime olup paçavraya dönen gömleğimi yıkayıp dikti. Giyilmez olunca da çıkarıp kendininkini verdi. Hapishanenin avlusunda yapılan yarım saatlik ‘gezinti'de canını tehlikeye atıp kopardığı bir tutam otu, minnacık bir papatyayı bana getirdi…”
Yukarıdaki paragraf Julius Fuçik'in “Darağacında Röportaj” adlı kitabında geçiyor. Çek yazarı J.Fuçik, Naziler tarafından tutsak edilir, işkencelerden geçirilir ve yüzlerce Çek aydını , devrimcisi gibi katledilir. Bu satırlar hapiste bulunduğu günlerde, kendisi gibi tutsak alınmış bir insanla yaşadıklarını/paylaşımlarını özetliyor. Sözcüklerin her birinden insanlığın en arı değerleri ve sevginin en sıcak biçimi hissediliyor. Tıpkı “yoldaşlık” sözcüğünün bize hissettirdikleri gibi.
İşte yoldaşlık…Yoldaşına bir küçük papatya götürmek için Nazi namlularına hedef olmayı göze almak. Bu yoldaşlık tanımı ile, bugün çok çeşitli biçimlerde karşımıza çıkan ve vaktimizi/enerjimizi çalmaktan öte bir anlam ifade etmeyen sorunların küçüklüğünü düşündüğümüzde ve bir kıyas yaptığımızda zannediyoruz ki doğru/gerekli tarzı bulmakta zorlanmayacağız.
Fidel Castro, Batista Cuntası tarafından hapse atılıp hakim karşısına çıkarıldığı anda şunları söylüyor; “Ölen yoldaşlarımız için kimseye karşı kin duymuyorum. Onların hayatları değer biçilemeyecek kadar yüksek olduğu için, kendilerinin katilleri zaten canlarıyla bunun karşılığını ödeyemezlerdi . Bizler ölenlerimiz için kana kan istemiyoruz. Halkların mutluluğu onlar için tek takdir nişanesi olacaktır. Üstelik yoldaşlarımız ne ölmüş ne de unutulmuşlardır. Şu anda kendileri her zamankinden daha güçlü bir şekilde aramızda yaşamakta ve katilleri, peşlerinde koştukları ilkelerin toplumda yarattığı manevi gücün ölmezliğini, korku ve dehşetle izlemektedirler.” (Fidel Castro, Tarih Beni Beraat Ettirecektir, s:69, a.b.ç.)
İşte Fidel Castro, Che Guevara ve binlerce yoldaşı devrime yürürken yoldaşlarına karşı böylesine büyük bir sevgi besliyor ve böylesine yüce bir değer veriyorlardı. Bu nedenledir ki, bugün hala Kübalıların gözleri ışıl ışıl.
Çoğumuzun anımsadığı bir fotoğraftır; Hıdır Aslan ve İlyas Has, kollarını birbirlerinin omuzlarına atıp yoldaşça gülümsemektedirler. O fotoğrafta öne çıkan uyum ve sıcaklık Hıdır'la İlyas'ın fiziki yakınlıklarından değil; bilinçlerinin ve yüreklerinin birliğindendir . Arzu edildiği takdirde aynı bilinç ve yürek birliğini yakalamak sanıldığından da kolaydır. Zaten Devrimci Gençliğe de böylesi bir duruş yakışır.
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz