Kadın ve Devrimci Olmak
1 sayfadaki 1 sayfası
Kadın ve Devrimci Olmak
Hayatın her alanında kadınlar, kadınlığın, dişi oluştan başka bir şey, toplumsal bir konum olduğunu kendi deneyimleriyle öğrenirler. Eş, anne ve ev kadını rolünün, kadının ikinci cins konumunu pekiştirdiği konusunda devrimci kadınların zihni son derece açıktır. Bu yüzden devrimci kadın, hayatı sorgulaması ve değişimi savunmasının ikili bir mücadeleyi gerektirdiğini bilir. O, hem kadın, hem de devrimci bakış açısına sahip olmak durumundadır.
Bir devrimciyi sıradan insandan ayıran özellik, tabi olmanın reddidir. Kadının ikincilliği, erkeğe tabi olması demektir. Ataerkillik, kadının toplumdaki eşitsiz konumunun, özgürlüğünün ve özerkliğinin olmadığını ve olmaması gerektiğini içeren değer yargıları bütünü olarak karşımıza çıkar. Devrimci kadının mücadelesi, bu ikili tabi olma durumu ortadan kaldırmaya yöneliktir. Değişim ve dönüşüm söz konusu olduğunda, mücadelenin kadınlar cephesinde paradoksal bir durumla karşılaşırız. Özgür kadın olmaktan sıkça söz edilmesine rağmen, politik bakımdan özgürleşmeye açık olanlar, kadınlık durumu söz konusu olduğunda aynı beceriyi gösterememektedirler. Erkeklere, ev işleri, çocuk bakımı ve mutfaktaki tutumları konusunda eleştiri getirilmektedir. Ancak kendilerini erkeğe göre konumlandırmamak noktasında benzer duyarlılığa daha az rastlanmaktadır.
Ne yazık ki devrimci genç kadınların pek çoğu kendilerini erkeğe göre tanımlamaya ve şekillendirmeye devam etmektedirler. Kuşkusuz ev işleri, mutfak ve çocuk bakımı “kadın işi” olarak görüldüğü için bu anlamda rolleri sorgulamak ve konumları dönüştürmek çok önemlidir. Ancak asla yeterli değildir. Asıl iş, ataerkil sisteme göre biçimlenmiş kafa yapılarını ve algılama biçimlerini değiştirmektir. Kadın bakımından da erkek bakımından da sevginin, aşkın, cinselliğin algılanmasından evlilik sisteminin, namus ve ahlak anlayışının sorgulanmasına dek böyledir bu.
Egemenler bu durumun bilincinde olduklarından tecavüz ve tacizi bir işkence biçimi olarak kullanabilmektedirler. Örneğin, Asiye’nin anlatısını okuduğumda beni en çok irkilten, devrimci bir kadının eşi, mücadele arkadaşı olduğu halde; “kocam ne der” diye düşünmesiydi. İşkence altında bedeni ve ruhu paramparça edilmek istenen devrimci bir kadın tüm bu acılar içinde kendini ikincilleştiriyor ve ilk aklına gelen kocasının ne diyeceği oluyordu.
Öte yandan, bir başka devrimci kadının taciz edildiği koşullarda, kendisine anlayışlı davranan eşinin tutumu için minnetle; “Başka biri olsaydı kesin farklı davranırdı” dediğini anımsıyorum. Yumruğunu sıkıp meydanlarda düzene kafa tutan bir kadındı karşımdaki. Ve kendini suçlu hissediyordu. 12 Eylül darbesinden sonra cuntanın işkence merkezlerinde sorgulanan ve tecavüze uğrayan '78’li bir devrimci kadının, kendisiyle bir kitap için söyleşi yapılmasını eşini “incitebileceği” düşüncesiyle reddettiğini anımsıyorum.
Hayatın her alanında standartlar çiftedir ve ikiyüzlüdür. Ahlak, sevgi, cinsellik, aşk ve her türlü günlük ilişkide aynı ikili ölçüler söz konusudur. Ama en kötüsü bu durumu yalnız erkeklerin değil, düzeni ve hayatı sorgulayan devrimci kadınların da içselleştirmekten kurtulamamış olmalarıdır. Bu olup bitenler, bağımsız bir kadın olamamanın, kendini birlikte olduğu erkekle tanımlamanın, cinsiyetçi düşünce kalıplarını kıramamanın dışavurumlarıdır.
Bu durumda asıl değiştirilmesi ve terk edilmesi gereken ait olma düşüncesidir. Elbette duygular alanında da köklü bir değişime denk düşen bir durum söz konusu olur böyle olduğunda. Ait olma düşüncesi ilişkiye bir **** karakteri vermektedir çünkü. Sahip olan ve sahip olunan, mülk edinen ve edinilen… Paylaşmak ve ortaklaşmak! Devrimciler bakımından olması gereken budur. Yaşanan paradoksların nedeni politik olarak bağımsız bir tavır alınsa bile bir devrimci kadın olarak gelenekselliği aşamamak, bir kadın olarak özgürleşmeyi becerememektir.
Evde katılımcı olmayı bir ölçüt olarak alıp, pratikte kadını düşünsel bakımdan ikinci sınıf gören erkek tipinin erkine boyun eğen kadınlar da bağımsız olmaktan uzaktırlar. Özgürce karar verme becerisini gösteremediği sürece kadın, erkek egemen düşünce tarafından biçimlendirilmiş demektir. Bu bakımdan, bir sorun karşısında eşlerin birlikte tavır almaları, ortak duyma ve düşünmeden çok birinin diğerinin erkine teslim olması anlamına gelir. Bu ise ister istemez devrimci kadını tüketebilecek bir durumdur.
Öte yandan, bir devrimci kadının çocuk yapma hakkı için devrimci mücadeleden vazgeçtiği durumlar da söz konusu olabilmektedir. Kişi kendini ne denli kadın hakları savunucusu olarak tanımlarsa tanımlasın, tartışmasız geleneksel kadın rolünün tercih edilmesidir bu. Üstelik kutsal annelik rolü, insan soyunun dişi cinsini “kadınlaştıran” esas mekanizmadır.
Annelik toplumsal bir kuruma dönüşüp tek bireyin işi olmaktan çıkmadıkça anne rolü daima kadınının ikinci cins olmasının belirleyicisi olacaktır. Öte yandan, günümüzün devrimci kadın ve erkeklerinin zihinlerinde ataerkil kalıplarını kırmaları bir iç devrimi başarmayı gerektirir. Bu konuda en azından belli bir aşamaya gelinip, kurumsal olarak ortakçı bir bakımı organize edecek yapıya kavuşmadıkça hem anne hem de devrimci kadın olmak tek kelimeyle taşeron işçiliktir.
Birlikte mesai yapan kadınların bir kısmını her gözlemleyişimde aklıma “Kadın kadının kurdu mudur” diye bir soru takılır. Ancak hemcinslerime karşı haksızlık etmekten korkarak susarım. Ama sorularım yine de rahat bırakmaz beni. Kadınların yönetmek için yalnız sorunlarla değil, önyargılara karşı da mücadele etmesi gereklidir. Bu, gerçeğin bir yanıdır. Öte yandan, çoğu kez bir kadın militan erkek yöneticileriyle daha iyi geçinirken aynı başarıyı kadın arkadaşıyla yakalayamayabilmektedir. Bu, karşılıklı olarak birbirini küçümsemekten, bilinçaltında erkek üstünlüğüne olan inancı korumaktan kaynaklanır esas olarak. Oysa sonuçta yapılan ikinci sınıf olmayı kabullenmekten başka bir şey değildir.
Erkek, öteki saydığı kadını, bastırır, yok sayar, şiddet uygular. Onunla birlikte var olmayı beceremez. Devrimci erkek kendi içindeki bu “erkek”liği öldürmesini bilen, kadını tanımayı beceren kişidir/ öyle olmalıdır. Ancak bu durum, ilkeler ve ilişkiler düzeyinde sıkı bir mücadeleyi gerektirir. Kanımca, birlik – eleştiri – birlik şiarı tam da bu durum için geçerlidir. Devrimci kadın her koşulda kendini erkeği referans almadan tanımlamayı içselleştirmek durumundadır. Bu ise akıl dil ve yürek düzleminde değişmek demektir. İktidar ilişkiseldir ve ilişkidedir. İlişkilerin erksizleştirilmesi, ilişkilenmenin değiştirilmesi gerekmektedir.
Kadın – erkek ilişkileri ve kadın özgürlüğü karşısındaki tavır, devrimci kadının ve erkeğin yenilenmesinin önemli kriterlerinden biridir. Politik eylemle yeni, gündelik ilişkide eski olmanın yarattığı çelişki, devrimciliği sürekli geriye çeken bir durumdur. Devrimci, daima tarihe ve kendine yeni sorularla yaklaşabilen kişidir. Kendi bireysel tarihini inşa eden devrimci, tıpkı politikada olduğu gibi kendini de sorgulayan kişidir. Devrimci olmak kendinde de devrim yapmaktır. Devrimse soruları eskitenleri daima arkada bırakır. Değişim yeteneği kanımca, aklını sürekli devrimcileştirebilme duygularını geliştirebilme becerisini gösterebilmeyi gerektirir. Ancak aklını devrimcileştirebilenler yenilenebilir.
Devrimci bakımından genel ile özel, eylemle gündelik yaşam, diyalektik bir birlik oluşturabilmelidir. Kadınların ve erkeklerin hayatını “yoldaş” kelimesiyle birleştirmenin anlamı bu birlikteliktedir. Devrimci olmak sürekli ilerlemek demektir. İlerlemeyenin devrimci damarları kurur. Gelişmesi duran hızla yaşlanır. Düzenin yoğun ideolojik saldırısına açık olanlar çok çabuk eskirler. Bu koşullarda, ideolojik mücadele sert ve şiddetli olmak zorundadır. Devrim çizgisinden bir kez ayrıldıktan sonra, dönüşüm kesin ve hızlı olur. Devrim yolunu terk edenler, kendilerini devrimci olarak tanımlayan çizgilerden çabuk kurtulurlar. Kadınlar bakımından kendilerine biçilen kadınlık rollerine razı olmak önemli bir gerileme belirtisidir.
Kendisinde devrim yapma yürekliliğini gösteremeyenler, daima örgütlü devrimci yaşamın altını oyarlar. Devrimci olmak, mücadelenin her aşamasında; yüksek ahlak, özveri, sürekli ilerleme, ortak bir dünyayı isteme tutkusu; güven, yoldaşça dayanışma ve birlikte görev yapmada ortakçı yaklaşım demektir. Devrimci kadın ve erkeklerin bu ortakçılıkta rollerini sorgulayarak eylemde bulunmaları yenilenmenin ön şartıdır. Başladığı günkü kavga heyecanını sürdüren devrimciliktir bizim işimiz. Eşitlikçilik, ortak duyma, umut ve sevinç, devrimcinin kimliğidir. Böyle olmadığında geriye düşme kaçınılmazdır. Sosyalizm iyi bir şarkıdır. Kadın ve erkek hep birlikte söylenen… Her gün yenilenen ve yeniden öğrenilen…
Bir devrimciyi sıradan insandan ayıran özellik, tabi olmanın reddidir. Kadının ikincilliği, erkeğe tabi olması demektir. Ataerkillik, kadının toplumdaki eşitsiz konumunun, özgürlüğünün ve özerkliğinin olmadığını ve olmaması gerektiğini içeren değer yargıları bütünü olarak karşımıza çıkar. Devrimci kadının mücadelesi, bu ikili tabi olma durumu ortadan kaldırmaya yöneliktir. Değişim ve dönüşüm söz konusu olduğunda, mücadelenin kadınlar cephesinde paradoksal bir durumla karşılaşırız. Özgür kadın olmaktan sıkça söz edilmesine rağmen, politik bakımdan özgürleşmeye açık olanlar, kadınlık durumu söz konusu olduğunda aynı beceriyi gösterememektedirler. Erkeklere, ev işleri, çocuk bakımı ve mutfaktaki tutumları konusunda eleştiri getirilmektedir. Ancak kendilerini erkeğe göre konumlandırmamak noktasında benzer duyarlılığa daha az rastlanmaktadır.
Ne yazık ki devrimci genç kadınların pek çoğu kendilerini erkeğe göre tanımlamaya ve şekillendirmeye devam etmektedirler. Kuşkusuz ev işleri, mutfak ve çocuk bakımı “kadın işi” olarak görüldüğü için bu anlamda rolleri sorgulamak ve konumları dönüştürmek çok önemlidir. Ancak asla yeterli değildir. Asıl iş, ataerkil sisteme göre biçimlenmiş kafa yapılarını ve algılama biçimlerini değiştirmektir. Kadın bakımından da erkek bakımından da sevginin, aşkın, cinselliğin algılanmasından evlilik sisteminin, namus ve ahlak anlayışının sorgulanmasına dek böyledir bu.
Egemenler bu durumun bilincinde olduklarından tecavüz ve tacizi bir işkence biçimi olarak kullanabilmektedirler. Örneğin, Asiye’nin anlatısını okuduğumda beni en çok irkilten, devrimci bir kadının eşi, mücadele arkadaşı olduğu halde; “kocam ne der” diye düşünmesiydi. İşkence altında bedeni ve ruhu paramparça edilmek istenen devrimci bir kadın tüm bu acılar içinde kendini ikincilleştiriyor ve ilk aklına gelen kocasının ne diyeceği oluyordu.
Öte yandan, bir başka devrimci kadının taciz edildiği koşullarda, kendisine anlayışlı davranan eşinin tutumu için minnetle; “Başka biri olsaydı kesin farklı davranırdı” dediğini anımsıyorum. Yumruğunu sıkıp meydanlarda düzene kafa tutan bir kadındı karşımdaki. Ve kendini suçlu hissediyordu. 12 Eylül darbesinden sonra cuntanın işkence merkezlerinde sorgulanan ve tecavüze uğrayan '78’li bir devrimci kadının, kendisiyle bir kitap için söyleşi yapılmasını eşini “incitebileceği” düşüncesiyle reddettiğini anımsıyorum.
Hayatın her alanında standartlar çiftedir ve ikiyüzlüdür. Ahlak, sevgi, cinsellik, aşk ve her türlü günlük ilişkide aynı ikili ölçüler söz konusudur. Ama en kötüsü bu durumu yalnız erkeklerin değil, düzeni ve hayatı sorgulayan devrimci kadınların da içselleştirmekten kurtulamamış olmalarıdır. Bu olup bitenler, bağımsız bir kadın olamamanın, kendini birlikte olduğu erkekle tanımlamanın, cinsiyetçi düşünce kalıplarını kıramamanın dışavurumlarıdır.
Bu durumda asıl değiştirilmesi ve terk edilmesi gereken ait olma düşüncesidir. Elbette duygular alanında da köklü bir değişime denk düşen bir durum söz konusu olur böyle olduğunda. Ait olma düşüncesi ilişkiye bir **** karakteri vermektedir çünkü. Sahip olan ve sahip olunan, mülk edinen ve edinilen… Paylaşmak ve ortaklaşmak! Devrimciler bakımından olması gereken budur. Yaşanan paradoksların nedeni politik olarak bağımsız bir tavır alınsa bile bir devrimci kadın olarak gelenekselliği aşamamak, bir kadın olarak özgürleşmeyi becerememektir.
Evde katılımcı olmayı bir ölçüt olarak alıp, pratikte kadını düşünsel bakımdan ikinci sınıf gören erkek tipinin erkine boyun eğen kadınlar da bağımsız olmaktan uzaktırlar. Özgürce karar verme becerisini gösteremediği sürece kadın, erkek egemen düşünce tarafından biçimlendirilmiş demektir. Bu bakımdan, bir sorun karşısında eşlerin birlikte tavır almaları, ortak duyma ve düşünmeden çok birinin diğerinin erkine teslim olması anlamına gelir. Bu ise ister istemez devrimci kadını tüketebilecek bir durumdur.
Öte yandan, bir devrimci kadının çocuk yapma hakkı için devrimci mücadeleden vazgeçtiği durumlar da söz konusu olabilmektedir. Kişi kendini ne denli kadın hakları savunucusu olarak tanımlarsa tanımlasın, tartışmasız geleneksel kadın rolünün tercih edilmesidir bu. Üstelik kutsal annelik rolü, insan soyunun dişi cinsini “kadınlaştıran” esas mekanizmadır.
Annelik toplumsal bir kuruma dönüşüp tek bireyin işi olmaktan çıkmadıkça anne rolü daima kadınının ikinci cins olmasının belirleyicisi olacaktır. Öte yandan, günümüzün devrimci kadın ve erkeklerinin zihinlerinde ataerkil kalıplarını kırmaları bir iç devrimi başarmayı gerektirir. Bu konuda en azından belli bir aşamaya gelinip, kurumsal olarak ortakçı bir bakımı organize edecek yapıya kavuşmadıkça hem anne hem de devrimci kadın olmak tek kelimeyle taşeron işçiliktir.
Birlikte mesai yapan kadınların bir kısmını her gözlemleyişimde aklıma “Kadın kadının kurdu mudur” diye bir soru takılır. Ancak hemcinslerime karşı haksızlık etmekten korkarak susarım. Ama sorularım yine de rahat bırakmaz beni. Kadınların yönetmek için yalnız sorunlarla değil, önyargılara karşı da mücadele etmesi gereklidir. Bu, gerçeğin bir yanıdır. Öte yandan, çoğu kez bir kadın militan erkek yöneticileriyle daha iyi geçinirken aynı başarıyı kadın arkadaşıyla yakalayamayabilmektedir. Bu, karşılıklı olarak birbirini küçümsemekten, bilinçaltında erkek üstünlüğüne olan inancı korumaktan kaynaklanır esas olarak. Oysa sonuçta yapılan ikinci sınıf olmayı kabullenmekten başka bir şey değildir.
Erkek, öteki saydığı kadını, bastırır, yok sayar, şiddet uygular. Onunla birlikte var olmayı beceremez. Devrimci erkek kendi içindeki bu “erkek”liği öldürmesini bilen, kadını tanımayı beceren kişidir/ öyle olmalıdır. Ancak bu durum, ilkeler ve ilişkiler düzeyinde sıkı bir mücadeleyi gerektirir. Kanımca, birlik – eleştiri – birlik şiarı tam da bu durum için geçerlidir. Devrimci kadın her koşulda kendini erkeği referans almadan tanımlamayı içselleştirmek durumundadır. Bu ise akıl dil ve yürek düzleminde değişmek demektir. İktidar ilişkiseldir ve ilişkidedir. İlişkilerin erksizleştirilmesi, ilişkilenmenin değiştirilmesi gerekmektedir.
Kadın – erkek ilişkileri ve kadın özgürlüğü karşısındaki tavır, devrimci kadının ve erkeğin yenilenmesinin önemli kriterlerinden biridir. Politik eylemle yeni, gündelik ilişkide eski olmanın yarattığı çelişki, devrimciliği sürekli geriye çeken bir durumdur. Devrimci, daima tarihe ve kendine yeni sorularla yaklaşabilen kişidir. Kendi bireysel tarihini inşa eden devrimci, tıpkı politikada olduğu gibi kendini de sorgulayan kişidir. Devrimci olmak kendinde de devrim yapmaktır. Devrimse soruları eskitenleri daima arkada bırakır. Değişim yeteneği kanımca, aklını sürekli devrimcileştirebilme duygularını geliştirebilme becerisini gösterebilmeyi gerektirir. Ancak aklını devrimcileştirebilenler yenilenebilir.
Devrimci bakımından genel ile özel, eylemle gündelik yaşam, diyalektik bir birlik oluşturabilmelidir. Kadınların ve erkeklerin hayatını “yoldaş” kelimesiyle birleştirmenin anlamı bu birlikteliktedir. Devrimci olmak sürekli ilerlemek demektir. İlerlemeyenin devrimci damarları kurur. Gelişmesi duran hızla yaşlanır. Düzenin yoğun ideolojik saldırısına açık olanlar çok çabuk eskirler. Bu koşullarda, ideolojik mücadele sert ve şiddetli olmak zorundadır. Devrim çizgisinden bir kez ayrıldıktan sonra, dönüşüm kesin ve hızlı olur. Devrim yolunu terk edenler, kendilerini devrimci olarak tanımlayan çizgilerden çabuk kurtulurlar. Kadınlar bakımından kendilerine biçilen kadınlık rollerine razı olmak önemli bir gerileme belirtisidir.
Kendisinde devrim yapma yürekliliğini gösteremeyenler, daima örgütlü devrimci yaşamın altını oyarlar. Devrimci olmak, mücadelenin her aşamasında; yüksek ahlak, özveri, sürekli ilerleme, ortak bir dünyayı isteme tutkusu; güven, yoldaşça dayanışma ve birlikte görev yapmada ortakçı yaklaşım demektir. Devrimci kadın ve erkeklerin bu ortakçılıkta rollerini sorgulayarak eylemde bulunmaları yenilenmenin ön şartıdır. Başladığı günkü kavga heyecanını sürdüren devrimciliktir bizim işimiz. Eşitlikçilik, ortak duyma, umut ve sevinç, devrimcinin kimliğidir. Böyle olmadığında geriye düşme kaçınılmazdır. Sosyalizm iyi bir şarkıdır. Kadın ve erkek hep birlikte söylenen… Her gün yenilenen ve yeniden öğrenilen…
Similar topics
» İntihar Eden Çıplak kadın +18
» Yoldaşlar Arasındaki İlişkilerde Özenli Olmak Bir Devricilik Özelliğidir
» İşçi Sınıfı Neden Doğası Gereği Enternasyonalist Olmak Zorundadır?
» Devrimci Ahlak
» Devrimci İç Yaşamın Örgütlenmesi
» Yoldaşlar Arasındaki İlişkilerde Özenli Olmak Bir Devricilik Özelliğidir
» İşçi Sınıfı Neden Doğası Gereği Enternasyonalist Olmak Zorundadır?
» Devrimci Ahlak
» Devrimci İç Yaşamın Örgütlenmesi
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz